Ersin Tatar, kendisini kişi olarak çok seven, profesyonel anlamda medya ile veya toplumla ilişkilerinde kullanabileceği ve tüm toplumu kucaklayabilmek adına da “sağcılara göre”, “bayağı Rumcu” ya da “egemen eşit devletçilere göre”, “federal çözümü bile eh işte seviyesinde kabul eden” birini “iletişim koordinatörü” olarak istihdam etmeye karar vermişti…
Konuştuk, görüştük, kabul ettik.
Başladık, başlıyoruz derken gözümün önünde bir telefon geldi…
Henüz resmi imza atılmamıştı tabii ki…
Gelen telefondaki ses bir erkek sesiydi ama kim olduğunu pek çözememiştim…
Aksan, kesinlikle Elye, Gaziveran, Limnidi, Lefke, Omorfo aksanı değildi…
Zeki Müren veya Bülent Ersoy’un aksanına daha yakın bir aksan gibime geldi ama havaya da konuşuyor olmayayım…
Neyse, telefon ne mi demişti?
“… Bu görevi yapabilecek helal süt emmiş bir Türk çocuğu yok mu?”
-*-*-
Anında, “hade barra gavole harra” pozisyonu ortaya çıktı!
Haliyle bizim emdiğimiz süt helal değildi!
-*-*-
Bizim emdiğimiz süt helal olmadığından dolayı, daha sonra Tatar’ın televizyon kanalında da “Türkiye düşmanı helal süt emmemiş” duruma geldik ve oradan da gönderildik…
-*-*-
Aslında çok üzülmedim…
Çünkü evet, bir nenemin nenesi ve bir dedemin nenesinin Türk olmadıkları gayet bilinirdir…
-*-*-
“Helal süt emmemiş”ler arasında komutanlarımız da var…
Hiç biri general olamıyor, olsa bile, emdikleri sütün helal olma seviyesi, “komutanlık” yapmalarına engel…
“Yüzde yüz helal değil” anlayacağınız!
Kurmay albaylığa kadar helal, sonra “hafif ekşidi” hade size de barra!
Kan uyuşmazlığı!
Hitler kafası!
Neyse!
-*-*-
Helal süt emmiş tek bir Kıbrıslı olmadığı için, haliyle bir haftada Türkiye’den gayet helal süt emmiş bir hocayı bulup, anında vatandaş yapıp, Din İşleri Başkanı yapıyorlar…
Helal olsun!
Hocam alafranga tuvalete sıçmıyor, tüm tuvaletleri değiştirmiş.
İyi ki orada çalışmıyorum çünkü kesin üstüme sıçacaktım; ben yapamam o tuvaletlere!
Alışmadım o tür taharete!
Bavuriyle kıç yıkama!
Neyse, ayrı bir yazı konusu olsun, en azından mideler korunsun!
-*-*-
Yine helal süt emmiş bankacımız da olmadığı için, Merkez Bankası’nın başına da helal süt emmişlerden buluyorlar…
Sivil Savunma Başkanı olacak helal süt emmişimiz de bulunmuyor ne yazık ki!
-*-*-
Dün haber gezisi yaparken yeni bir şey daha öğrenmiş bulunmaktayım…
“Helal süt emmiş mimarımız da yok!”…
Aman da oğlum şimdi bunca yıldır bu ülkedeki çizimleri hep gavurlar mı yaptı?
Allah’a şükür mimar Ersan Saner Başbakan oldu yoksa o da helal süt emmemişler arasında kalacaktı!
Kurtuldu!
Allah iyiliciğini versin!
-*-*-
Evet, Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanımız Hacı Ersin Tatar efendi hazretlerinin daha rahat olması için ve de paçalarımızdan para da affedersiniz bok gibi aktığından dolayı yapılacak olan külliyenin çizimini gerçekleştirecek mimar kardeşimize vatandaşlık verdi!
-*-*-
Kabahat kimde?
Kabahat sütte!
Süt bozuk!
-*-*-
Mesela arkadaşın biri yazdığım yazılar ve programlarla ilgili olarak bir mesaj gönderdi geçen gün…
Ne mi dedi?
“Biraz Türk ol!”…
-*-*-
Kimdir bu adam diye bakayım dedim; Türkiye’nin öyle bir ilinden geliyor ki; bu il, çok kültürlülükte, Londra’nın Haringey bölgesi ile yarışır!
Bu ilde en az 10 farklı dil konuşulur!
Ve kardeş bana “biraz Türk ol” diyor!
-*-*-
PCR testinde DNA sonucu çıkar mı bilmem ama hiç uğraşmıyorum…
Kıbrıslıyım…
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de sapına kadar vatandaşıyım…
Vatanımı, “etnik geçmişi” veya “ulusal kimliği” gibi gerekçelerle sevmeyi hiç düşünmedim ama mesela gonnarası ve ayrellisi için çok seviyorum!
-*-*-
Denizlerini, sahillerini, çakıl taşlarını…
Portakalını…
Şeftalisini…
Hem meyve hem de kebabını…
-*-*-
“Türk ol” veya “Elen ol” gibi hikayelerle hiç uğraşmadım; zaten bu Ada’nın en azından son yüz yılında mahvedilmesinin sebebinin, “Kıbrıslı” olamamaktan ve “Elen ol”, “Türk ol” talimatlarından kaynaklandığını da gayet iyi öğrendim!
-*-*-
Uğraşmıyorum sizinle!
Keşke, “helal süt emmiş” bir de “muhtar” gönderseniz de Tatar, Ertuğruloğlu veya Saner gibi “şüpheli” kökenlilerle uğraşmayalım!
İster misiniz DNA testi yapılsın ve Tahsin abim Lüzinyan çıksın!
Saner Lübnanlı!
Tatar, zaten Tatar!
Sizler şaka bile değilsiniz…
Ama başarılı oldunuz, ülkeyi teslim aldınız, her ne kadar helal süt emmemiş olsam da, tebrik etmek de isterim doğrusu…
Birlikte yaşayamayız!
Ersin Tatar ve Tahsin Ertuğruloğlu başta olmak üzere, bazı sağ görüşlü siyasilere şu soruyu sormak istiyorum:
“… 80 yaşında bir Kıbrıslı Türk kadının, Güney Lefkoşa’da motosikletli bir Rum tarafından yolu kesilse, çantası, telefonu, 400 Euro’su çalınsa; sonra o motosikletli Rum genç yakalansa, mahkemeye çıkarılsa ve tutuksuz yargılanmasına karar verilse; kesin olarak yapacakları yazılı açıklama nasıl olurdu?
-*-*-
Bu soruya yanıt veremezler…
Haberleri bile yok…
Onların yerine cevap veriyorum:
Tatar, Ertuğruloğlu ve Başbakan Ersan Saner’in yapacağı yazılı açıklamalardaki ana fikir, “… imkansız, bunlarla bir arada yaşayamayız, işte kanıtı” şeklinde olurdu.
Hatta tümü Nikos Anastasiadis’i eleştirir; “neden ilgilenmedin bu konuyla, demek ki sen de bu adamla aynı düşüncedesin” veya benzeri ifadeler de kullanırdı…
-*-*-
Şimdi dün basına yansıyan bir habere bakalım:
“… (Kuzey) Lefkoşa’da, 80 yaşındaki Kıbrıslı Rum kadının aracının önünü keserek, çantasını, cep telefonunu, kimlik kartını ve 400 Euro nakit parasını çalan zanlının tutuksuz yargılanmasına karar verildi…”
-*-*-
Adi bir suç…
Ahlaksız bir tavır…
Mahkemenin verdiği tutuksuz yargılama kararını eleştirecek değilim…
Bulgular ve kanunlar ışığında yargıç takdirini kullanmıştır…
-*-*-
Ama bu ve benzer konuları, her fırsatta siyasete çeken ve bundan çözümsüzlük avantajı elde etmeye çalışanların tümünü kınamak istiyorum…
Asıl birlikte yaşanmayacak olanlar sizlersiniz ya neyse!
Bilmem anlatabildim mi?
Dark Tourist… Ya da Türkçesi ile “Kara Turist”… Yeni Zelandalı gazeteci David Farrier, Dünya’yı dolaşıyor ve tehlikeli bir çok bölgede, inanılmaz belgeseller çekiyor… Bir gazeteci açısından ciddi anlamda kıskandığım biri… Netflix merakınız varsa, mutlaka bir bakın, izleyin… Eskilerde “Maraş” da var… Farrier, gelmiş, Maraş’ı çekmiş, anlatmış… Bu konuda daha sonra bir de makale kaleme almış… Diyor ki; “… Dark Turist için gittiğimde kapalıydı. Şimdi açılmış, haydi gidip bakalım…”. Bu konu nereden mi aklıma geldi? Bu ve benzeri programları çoğaltmamız lazım… Bırakın isterlerse bizi kötülesinler… Ama önemli olan “gelip görmeleri”… Ve geldikleri zaman sevgiyle, misafirperverlikle kucaklanmaları… Ne demiş Napolyon: Turizm turizm turizm! Bilmem anlatabildim mi?