Doğuş Derya
Siyasetin medikalize olduğu, medikalin de kamusal alanın tam göbeğine yerleştiği böylesi dönemlerde "semptom (belirti)" kavramının sadece tıbbi bir ifade olarak değil, aynı zamanda toplumsal dışavurumlar açısından da ele alınması gerektiği ortada. İnsanlar olarak bizlerin, içinden geçtiğimiz kritik süreçlerde, belli durumlara karşı nasıl tepki verdiğimiz, olayları yorumlayış veya anlamlandırma biçimlerimiz sadece bireysel düzeyde ele alınabilecek bir şey değildir. Coronavirüs karşısında, endişe ve umut tahterevallisi üstünde gidip gelen bireysel tepkilerimizden öteye geçen bir şey vardır burada. Meseleleri ele alış biçimlerimizi şekillendiren, bugüne dek yaşadığımız hayatlar içinde kodlanmış; farkında olmadan uyumlaştığımız anlam haritalarına bir daha bakmamızı gerektiren bir şeydir bu.
Uzunca bir süredir bize "zinde ol, enerjik ol, genç kal, güzelliğine dikkat et, yakışıklı ve fit ol, sağlıklı kal " diyen ve tüm bunları yapmadığımızda bize "tedavülden kalkacağımızı" imleyen bir sistemin içinde yaşıyoruz. 21. Yüzyıl kapitalizmi, kendi devamlılığı için "geçer akçe" olacak beden formatını "ikna" yöntemiyle orta sınıf hayatlarımıza tatlı ve derinden bir şekilde sokarken, kendisi için makbul olmayan bedenlere de "atıl" muamelesi yapmayı normalleştirdi uzunca bir süredir. Yaşlı, hasta, engelli bedenler başta olmak üzere bedenlerimiz, piyasa devamlılığı içindeki üretim kapasitesine göre derecelendirildi veya Foucault'nun bahsettiği biopolitika sistemi içinde nesneleştirildi. 18. Yüzyıldan beridir "ölümlülük" korkusuna karşı yaşamı yeniden üretmek üzere inşa edilmiş beden politikaları içerisinde yaşlı, hasta ya da engelli olmak Kristeva'nın "abjection" kavramı ile işaretlediği gibi, sakınılan, kaçılan veya görmezden gelinen bir şey olarak toplumsal bilinçaltımızda yerleşik hale geldi.
Şimdi bu toplumsal bilinçaltı, ne zaman kontrol altına alınacağı bilinemeyen ve tüm dünyayı saran coronavirüs sayesinde bir başka tepkime alanı yaratıyor. Piyasa çeşitliliği içerisinde botoxlar, cilt dolguları, fitness salonları, yaşam koçları ve envaı miktarda kozmetik- estetik müdahaleler ile vitrine koyulan "ölümsüzlük" fantazisi çökerken, bu çöküşü perdelemek için devreye giren bir "fişleme kültürü" de semptom olarak zuhur etti. Şimdi sadece kapitalizm açısından "geçer akçe" olmaktan çıkan bedenler değil, enfetkte olmuş bedenler de fişlenerek birer rakam haline geliyor. Korona bize din, dil, ırk, sınıf veya cinsiyet tanımıyorum dedikçe yükselen endişelerimiz, kendimize dışsal bir şey ile karşı karşıyaymışız, bizim enfekte olma ihtimalimiz yokmuş da bu ancak bize yabancı birilerine oluyormuş gibi bir dedikodu haliyle, fişleme semptomu üretiyor. Enfekte olmuş insanların sosyal medyada isimlerinin ve fotoğraflarının pervasızca yayınlanması tam da bunun sonucu. Judith Butler, Kırılgan Hayat kitabında "Kim insan sayılır? Bir yaşamı değerli kılan nedir?" diye sormuştu. Şimdi bu soruyu kendimize sorarak bir daha düşünmenin zamanı… Daha az cümle kurup, daha çok düşünmenin zamanı… Derin bir nefes alıp içinden geldiğimiz anlam haritalarını yıkıp yeniden kurarak, bize dışsal bir "öteki"den değil, bizatihi içinde bulunduğumuz bir "biz"den konuşarak; fişleyerek değil, birbirimize sahip çıkarak… Zizek'in dediği gibi "yapma, sadece düşün"!