Çok zor bu büyümek.
“Büyüdükçe eksiliyoruz” diyeceğim, çocuklara haksızlık olacak.
Yeni filizler atıyor hayat ağacına, kırılırken birer birer çürüyen dallar…
İşin en tatsız yanı kimi zaman adalet terazisinin şaşması!
Dünyanın adaleti yok ya…
Hayatın hiç yok.
* * *
Bu haftaya üç cenaze sığdırıyoruz.
Önce ninemizi uğurladık, 96 yıllık bir çınardı.
Biliyorum, “keşke hepimizin bu kadar çok ömrü olsa” diyeceksiniz.
Öyle dedim ben de…
Yine de anılar canlanıyor, hele en yakınları için her ölüm erken oluyor.
* * *
“Genç Ölümler olmasın, sıralı olsun” derken...
Bu kez Taner yeğenin ölüm haberi geldi ki, işte vakitsiz olan bu!
Üstelik daha iki yıl önce toprağa vermiştik, yaşı çok daha küçük kardeşini, Münür yeğenimizi…
En acısı nedir bilir misiniz a dostlar, ömrün onca telaşı içerisinde, yakınlarımıza yeterince zaman ayıramıyoruz.
Yüzlerce insan yürüdü ardından dün... Çok seveni varmış, çok…
* * *
Cenazeden dönerken kız kardeşim aradı, “Eniştemi kaybettik.”
Hiç mi yok bu işin molası!
Ali eniştem, Temizleyici Ali...
Leymosunlu bir değeri daha yitirdik böylece…
Teyzemin canıydı ve benim için baba yarısıydı. Ali eniştem teyzemle evlendiği zaman annem henüz 5 yaşlarındaymış… O nedenle zaten kızı sanırlarmış, kendi kızları gibi annemi de…
71 senelik bir yuva, teyzemle...
İnsan söylerken dahi dudaklarını ısırıyor.
Eniştem 94 yaşındaydı.
Evet, ‘veda’ vaktiydi...
Yine de insan kabul edemiyor.
Daha geçen sene bu zamanlar Limasol’a gitmiştik. İyi ki de gitmiştik. Deniz kenarında laflamıştık bol bol… O çok sevdiği barbunlardan yemiş, denize bakmıştık. Ve o eski, o daracık sokaklarda bizden fazla yürümüş, kendi evine girmiş, çocuklar gibi sevinmişti.
* * *
Behçet Aysan’ın dizesiyle…
“Değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder…”
...
Budur dünyanın hali…
Bir tartışma ve hislerim
Kamuda “Hayat Pahalılığı” ödeneğinin yarı dilimi donduruldu ya…
Yüksek Denetçi Emine Dizdarlı “bu karar yanlış” dedi.
Asgari ücretli, yoksul ve yoksun, güvencesiz ve HP’siz dar gelirlinin “acı acı gülümseyerek” izlediği tartışma epeyce hararetlendi.
Anayasa’ya göre “ekonomik konularda ivedilik varsa, Bakanlar Kurulu Yasa Gücünde Kararname çıkarabilir.”
Yüksek Denetçi, kararın “ekonomik veya iktisadi olmadığı” görüşünü ortaya attı.
Maliye Bakanı Serdar Denktaş "nereden biliyor" iması yaptı, "Kesintiye mecburuz, bütçe kaldırmaz, bu zorunlu bir karar" dedi.
* * *
Bu tartışmayı izlerken neler hissettim?
1- Bu ANAYASA’nın çiğnenmedik tarafı kalmadı ancak hiçbiri de “maaş ve ödemeler” kadar gündem olmuyor.
2- Bakanlar Kurulu Kararnameleri ile ülkeyi yönetmek gerçekten de pek demokratik durmuyor.
3- Bütçedeki deliğe bakınca mesele bana bal gibi de “ekonomik ve iktisadi” gibi geliyor. Böyle değilse ne? Yani karar ekonomik değilse, ne olduğu da açıkça söylenmesi gerekiyor.
4- Yüksek Denetçi Emine Dizdarlı -ki sık sık manşet yapar, dikkat ve saygıyla izler, takdir ederiz- keşke diğer meselelerde olduğu gibi ilgili tüm taraflar ve uzmanlar ile konuşarak görüşler paylaşsaydı, sanki çok daha objektif olurdu.
5- Muhtemelen bu karara karşı duygusal bir tepkisi de vardır. Sonuçta kendi hane gelirini de etkileyen bir karar bu.
6- “Kesintiye mecburuz, bütçe kaldırmaz" diyen Maliye Bakanı’na gelince… Milli gün resepsiyonları azaltılsa, insan hayatını direkt etkileyen alanlar dışında ek mesailer kaldırılsa, tahsisatlar dondurulsa, toplumsal fayda üretmeyen ne kadar temsilcilik, makam, mevki varsa tümünün üzeri çizilse yine mi bütçe yetmeyecek?
7- Yüksek Yönetim Denetçisi (Ombudsman) Yasası ayrıca bir başka garabet! “Yetkisi Dışında Olan Konular” diyerek Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Meclisi, Bakanlar Kurulu diye sayıyor. Bizim yasalar genelde “lastikli.” Nereye çekersen, oraya gidiyor.
* * *
Bu tartışma memleketteki en az seksen bin çalışana pek de (s)empatik gelmiyor.
Asıl konuşmamız gereken işte bu ayrımcılık.
Kamunun kendi içinde dahi çifte standart var, az kazanan çok daha az alıyor, çok kazanan çok daha çok!
Sanki de et “bareme” göre zamlanıyor (!)
Etiketlerde de “kamu” ve “özel” tarifesi yazıyor adeta, ayrı ayrı (!)
AN-Tİ HAP! AMAN dikkat
Fark ettim ki!
Hani "reçetesiz antibiyotik yasaklanmıştı" ya!
Tüm diğer yasalara benzedi...
İkinci iş gibi!
Sigara gibi!
Kimselerin yasak falan taktığı yok.
...
"Antibiyotik Farkındalık Günü" vardı, hafta içinde…
Her "bilinçsiz" antibiyotik kullanımı, "mikroplar"ın egzersizi gibi...
Mikroplar antibiyotiğe karşı sürekli direnç kazanıyorlar ve bağışıklık sistemimiz zayıflıyor.
Hangi durumda antibiyotik alınacağını Hıncal usta güzel özetlemiş:
"Mutlak kültür yaptıracak ve bizi hasta eden bakteriyi hangi antibiyotiğin öldürdüğünü tespit edeceğiz. Kültür yaptırmadan antibiyotik veren doktora güvenmeyin."
...
Ve bir de istatistik: Antibiyotik kullanımında dünya birincisi Türkiye.
Hadi bakalım, Türkiye hapşurursa, biz ne oluruz, yanıtı sizde!