KIBRIS’TAN HATIRALAR...
1974’te Aynikola’da kurşuna dizilmek üzere duvara dizilen 13 kişi arasında bulunan Mehmet Birinci, Aynikola’dan ve civar köylerden trajik ve komik hatıralarını yazdı...
Değerli arkadaşımız Mehmet Birinci, bir zamanlar Aynikola köyünde yaşananları kaleme aldı... Gerek 1974’te savaş esnasında Aynikola’da yaşadıklarını, gerekse köyünün ve köylülerinin diğer Kıbrıslırum köyleriyle ilişkilerini yanıstan örnekleri de kaleme alan Mehmet Birinci, bizimle zaman zaman trajik, zaman zaman komik hatıralarını paylaştı...
1974’te son anda kurşuna dizilmekten kurtulan Mehmet Birinci’ye hatıralarını kaleme aldığı ve bizimle paylaştığı için çok teşekkür ediyoruz...
Mehmet Birinci, şöyle yazıyor:
YAŞANANLARA TANIKLIK ETMEK...
“Bu anıları kaleme alırken amacım sadece yaşananlara tanıklık etmektir. Bunu yaparken, anılarımın şoven unsurların çağdışı faşist propagandalarına alet edilmesini istemiyorum. Yaşananlar bana göre Anglo Amerikan emperyalizmi ile onun Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’taki işbirlikçilerinin ve bunlara alet olan yerel faşist güçlerin karşılıklı olarak yaptıkları mezalimden başka bir şey değildir. Bu konuda siyasi yazılarım ve analizlerim içerisinde ayrıntılı değerlendirmelerim vardır. Ne EOKA faşizmini bütünüyle Rum toplumuna mal ederim, ne de TMT faşizmini bütünüyle Türk toplumuna mal ederim.
Zaten anılarımın son bölümünde Rum ve Türk Kıbrıslılar’ın birbirleriyle olan güzel ilişkilerinden örnekler vererek, anılarımın herhangi bir şekilde toplumlar arası düşmanlığı körüklemek için kullanılmasını engellemeye çalıştım.
“SON DAKİKA, KURŞUNA DİZİLMEKTEN KURTULDUK...”
Bugün benim Antri Haralambus adında bir Rum kadınıyla çok mutlu bir evliliğim var. Rum ve Türk Kıbrıslılar’dan oluşan geniş ailemizin buluşmaları, nifak tohumları sokulmamış olsaydı Kıbrısımızın nasıl çok kültürlü bir mutluluk adası olacağını mükemmel bir şekilde yansıtmaktadır. Bu anılar belki o yılları yaşayan bir çok Kıbrıslı için sıradandır. Bir çok Kıbrıslı, benim yaşadıklarımın beş beterini yaşamıştır. Ama bu anıların içinde önemli bir unsur var ki onu savaşı yaşayanların çok azı yaşamıştır. Üstelik bu tür bir deneyimi yaşayanlar genellikle katledilmişlerdir. İçlerinden çok azı sağ kalmıştır. Dohni, Zigi, Mari köylülerinin topluca katledilmeleri, Atlılar, Sandallar, Muratağa köylülerinin topluca katledilmeleri, Paşaköy (Aşşa), Siskilip, Lapta, Karava kylülerinin katledilmelerinde yaşananların bir benzerini de ben ve bazı köylülerim yaşadık. Topluca kurşuna dizildik. Ama son dakika yaşanan bir mucize sayesinde ölümden kurtulduk.
“AYNİKOLA KÖYÜ...”
Burada anlatılan olaylar Aynikola adlı Türk köyünde geçtiği için önce size kısaca Aynikola’yı tanıtayım.
Aynikola, Baf kazasının en doğusunda, Limasol kazasına sınırı olan güzel bir Türk köyüdür. 1958 yılında ilk toplumsal çatışmalara kadar köyde birkaç Rum aile de yaşamaktaydı. 1958 yılında TMT’nin tetiklediği ilk toplumlararası çatışmalardan tedirgin olan Rum aileler, komşu Rum köyleri olan Podor ve Filusa’ya yerleşirken, bu iki köyde yaşayan birkaç Türk aile de Aynikola’ya yerleşmek zorunda kalmışlardı.
Aynikola Trodos havalisinin dağ köylerinden biridir. Kıbrıs’ın her biri başka güzel olan köylerinin en güzellerinden biridir. 11 kilometre kuzeyinde Limasol’a bağlı Mandriya ve onun iki kilometre daha kuyzeinde Platres köyü var. Güneydoğusunda yine çok tanınmış Omodos köyü var. Güneyinde Limasol Arçoz’u ve Malya köyü var. Bölge, Kıbrıs’ın en önemli şarapçılık bölgelerinden biridir ve Malya ile yine yakın dağ köylerinden biri olan Pera Pedi’de Kıbrıs’ın ilk şarap üretim tesisleri vardır.
CELEFU KÖPRÜSÜ, VENEDİKLİLER’DEN KALMA...
Köyün batısında, Trodos dağlarının batı eteklerinde yer alan Baf ormanı bulunur. Bu orman, Bladi vadisi içinde iki farklı akarsunun birleşmesiyle Diyarizo deresi oluşur. Önemli bir turist çekim merkezi olan Kıbrıs’ta Venedikliler’den kalma en büyük köprü olan Celefu köprüsü de burada, Aynikola toprağı üzerindedir. Diyarizo deresi Kıbrıs’ın yıl boyunca akan dört deresinden biridir. Dopudan batıya doğru yaklaşık 30 kilometrelik bir güzergah oluşturan ve kendi adını alan Diyarizo vadisi içinden kıvrılarak Baf Kuklası sahillerinde denize dökülür. Aynikola bu vadinin başlangıç noktasında, Laona denilen tepenin yamaçlarında ve vadinin en yüksek kesiminde, vadinin ilk köyünü oluşturur. Yaklaşık 750 metre ile 900 metre rakımlı bir yayla üzerinde kuruludur.
LAONA TEPESİ...
Köyün üst başındaki Laona tepesinin zirvesi, yaklaşık 1100 metredir. Laona’nın Rumlar tarafından etrafı bağlarla çevrili yüksek zirvelere verilen ad olduğunu bir yerlerde okumuştum...
Köyün batısında Diyarizo deresi boyunca vadi içinde sırasıyla Podor, Filusa, Ciyarez, Ciyas, Prastyo, Mamonya (meşhur eşkiya Hasan Bulli ailesinin köyü), Ayyorgi, Ayyorgi’nin karşısındaki sırtlarda Marona, Ayyorgi ile aynı sırada Fasulla, derenin karşı yakasında Susuz (Suskiu) ve vadinin son köyü olarak da Nikokleia köyleri bulunur. Vadinin Aynikola’ya bakan karşı sırtlarında da Arminu, Mesana, Salamyu ve Ayyanni köyü vardır. Bu köylerden Hristiyan azizlerin isimleriyle anılan köyler yani Aynikola, Ayyorgi, Ayyanni muhtemelen Kıbrıs’ta Frenk ve Venedik idareleri döneminde Katolik nüfusun barındığı köyler idi. Osmanlı’nın gelişiyle bu köyler tamamen boşaltılmış veya Osmanlı’ya yaranabilmek için İslamiyeti seçerek Türkleşmiş köylerdir. Nitekim Ayyanni ve Ayyorgi köylüleri çok iyi Rumca konuşabiliyorlardı. Aynikola ise köyün kuzeybatısında, 16 kilometre kadar mesafedeki Rum köyü Kaminarkalı bir tarihçinin anlatısına göre, Karaman’dan gelen göçmenlerin yerleştiği bir köydü. Bu önermenin doğru olma ihtimali yüksektir çünkü Aynikolalılar’ın kadınları hiç Rumca bilmezken, erkeklerin de çok azı ve genellikle meslekleri gereği Rumlar’la sıkı ilişkiler içinde olanlar Rumca konuşabiliyordu.
“KOMŞU RUM KÖYLERLE ÇOK İYİ İLİŞKİLERİ VARDI...”
Aynikolalılar’ın komşu Rum köylerle ilişkileri her zaman çok iyi olmuştur. Etrafı tamamen Rum köyleri ile çevrili olan Aynikolalılar, komşuları tarafından sevilip sayılmakta ve saygı görmekteydiler.
Köy içinde yuvalanan TMT ve onun aynı zamanda da köy ilkokulunun müdürü olan komutanı, çevredeki Rumlar’la köylülerimizin ilişkilerini 1964-1974 arası dönemde, zaman zaman giriştiği sorumsuzca davranışlarla germişse de, genellikle köylülerimizin Rumlar’la ilişkileri çok iyi idi. Bu hususu teyit edebilecek bazı anılarımı, yazımın son bölümünde anlatacağım...
1974 HATIRALARI...
Şimdi gelelim 1974 Temmuzu’nda Aynikola’da yaşananlara...
Öğrencilik yıllarımda yaz tatillerimin iki veya üç haftasını mutlaka köyde geçirirdim. 1974 yılı yazında da önce ikiz kardeşim Küfi köye nenemizin yanına gitti. Küfi ile birlikte sınıf arkadaşımız Sami Şefik Yerli de köye gitmişti. Sami’nin babası Şefik Çavuş, Aynikola’da polislik yapmıştı. Sami o zamandan köyümüzün yabancısı değildi. Küfi ile birlikte dönmeyerek köydeki tatilini uzatmıştı. Küfi’yi Lefkoşa’ya getiren Ayyannili İsmail dayının otobüsüyle ben ve küçük kardeşlerim Ertan ve Hasan da birkaç haftalık bir tatil için köye gittik. Tarih, Temmuz’un 12’si veya 13’ü olmalı. Çünkü köy gittiğimizin ya ertesi günü ya da bir sonraki gün Pazar’dı. O Pazar, köyümüzden bir abimizin Poli’de düğünü vardı. Bu düğün için köyden Poli’ye otobüs gidecekti. Nenem ve bazı akrabalar da bu düğüne gitmek isteyince ben de kafileye katıldım. Tarih 14 Temmuz, Pazar. Düğünden önce Poli civarındaki Afrodit hamamlarını gezdik.
Aynı gün köye döndük. Herşey çok güzeldi. Ama 15 Temmuz Pazartesi sabahı darbe haberleriyle uyandık. Yolların kapalı olduğunu, hiçbir tarafa gidilemeyeceğini öğrendik. Köyde haftasonu için Lefkoşa’dan gelmiş ve Pazartesi dönecek olan arkadaşlar, abilerimiz vardı. Ama kimse o gün yola çıkamadı. Nihayet Çarşamba 17 Temmuz günü yolların açıldığı söylendi. Uray Caymaz (eski bakanlardan Günay Caymaz’ın kardeşi) ve iki arkadaşı Lefkoşa’ya gitmeye karar verdiler. Bizi götürmeyi de teklif ettiler. Ama nenemle dedem yol güvenliğinden kuşku duydukları için bizleri Lefkoşa’ya gönderme riskini göze alamadılar ve böylece köyde kalarak gelişmeleri beklemeye koyulduk.
Bu arada şunu da belirteyim ki o yıllarda Lefkoşa’da kurulmuş olan Milli Ülkü Derneği adlı derneğe devam etmekte ve orada aldığımız şoven milliyetçilik zehrinin etkisi altında bulunmaktaydım.
“ESKİ JANDARMA KOMUTANI NİYAZİ EFENDİ KÖYDEYDİ...”
Aynikola, Baf-Trodos anayolu üzerinde önemli bir noktadadır. Rum Milli Muhafız Ordusu RMMO, anayolu emniyete almak niyetindeydi. Köydeki TMT varlığından haberdardılar. Bu durum Türkler’in anayolu kapatabilmesi riskini yaratıyordu. Köyde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eski Jandarma Komutanı Niyazi Efendi de yaşıyordu. RMMO Komutanı, eski EOKA’cılardan Andreas Mustakas, köyün direnmeden teslim olmasını istemek için Niyazi Efendi’ye ulaşmaya çalıştı ama ulaşamadı! 20 Temmuz günü saat 16.00’dan itibaren köydeki mücahitler ile RMMO arasında çarpışmalar başladı. Çarpışma yaklaşık 24 saat sürdü ve 21 Temmuz saat 16.00 sularında köyü savunan mücahitler, mevzilerini terk ederek dağdan Ayyanni köyüne kaçtılar. RMMO askerleri köye girdiler.
“KAMUŞLUK MEVKİİNDE BİR MEVZİ...”
Olaylar şöyle gelişti: 19 Temmuz günü köyümüzün başöğretmeni ve aynı zamanda köydeki TMT Komutanı Mustafa Muallim, nam-ı diğer Kara Mustafa (Mustafa Egemen), dedemin kahvesinin bitişiğinde bulunan ve her zaman kapalı, kilitli gördüğüm bir odacığı açtı. Meğer orası köyün karargahıymış! Eli silah tutan tüm erkekleri başına topladı. Ben ve İngiliz Okulu’ndan arkadaşım Sami de oraya gittik. Mustafa Muallim bize ertesi gün Türkiye’nin çıkarma yapacağını, genel alarm verildiğini ve seferberlik çağrısı yapıldığını, köyde de alarma gidileceğini, köy etrafındaki mevzilere yerleşeceğimizi bildirdi. Ardından köyde eli silah tutanları köy etrafında belirlenmiş mevzilerde görevlendirdi. Kimisini Meletse mevkiinde, kimisini Kamuşluk mevkiinde, kimisini Cefala’da görevlendirdi. Ben kulaklarıma inanamıyordum. Aynikola gibi bir köyde böylesine bir örgütlülük olması, herşeyin önceden bu kadar planlanmış olması, beni gerçekten şaşırtmıştı. Mustafa Muallim herkese görev yerlerini bildirdikten sonra, bana ve Sami’ye dönerek, “Hade Mehmet, siz da nenenin yanına gidin, dışarıda kalmayın” dedi. Kendisine, “Sen ne diyorsun Mustafa abi, biz bu günler için doğduk, bize de görev vereceksin” dedim. Sami da beni onaylayınca komutan beni Kamuşluk mevkiine, Sami’yi de Meletse’ye gönderdi.
19 Temmuz gecesini Kamuşluk mevkiindeki “mevzide” nöbette geçirdim! Ama mevziye gidince tam bir hayal kırıklığına uğramıştım. Ortada ne mevzi vardı, ne de mevzicik! Limasol ve Baf köylerinde bağları birbirinden ayıran taştan örme duvarlar vardır. Bizim oralarda bu duvarlara “Ofdo” denir. Bize mevzi olarak gösterilen yer, köy mezarlığının üst başındaki bir kara üzüm bağının üst başındaki yüksekçe bir ofdo idi. Bizim manga 9 kişiydi. Manga komutanımız da çok sakin ve iyi kalpli bir adam olan ve her zaman yavaş yavaş, tane tane konuşan bembeyaz saçlı Mehmet Mustafa Hoca! Biz 9 kişiydik ama ortada 7 tane silah vardı. 3 tane Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma İngiliz piyade tüfeği... 3 tane av tüfeği ve 1 adet de Bren makineli tüfek. Bende ve şimdi cilt doktoru olan yeğenim Kani Nalbant’ta silah yok. Manga komutanımız Mehmet amcaya “ee biz napacayık bizde ilah yok?” diye sormam, harbin vahşi gerçeği ile ilk yüzyüze gelişim oldu.
“Bekleyeceksiniz biz düşelim da siz devralasınız silahı oğlucuğum!”
Mehmet amca bana olağan bir sükunet ve doğallıkla söylemişti. Ama o andan itibaren içime heyecanla karışık korku da girmeye başlamıştı.
“ÜŞÜTÜCÜ BİR SOĞUK VARDI GECELERİ...”
Aynikola konumu itibarıyla serin bir yerdir. Zaten bu yüzden Celal Hordan zamanında adını Esentepe olarak Türkçeleştirmişti köylülerimiz. 19 Temmuz gecesi de Temmuz ayının sıcağına rağmen, Aynikola’da üşütücü bir soğuk vardı. Tüfekler çatılmış, ofdonun altında Türkiye gerçekten çıkarma yapar mı, yapmaz mı diye sohbet ederken arada R... amcanın şikayetleri başladı: “Onlar ki aylıkçı askerdir, ma neden onlara yaptırmazlar bu işi da bizi da çağırdılar buraca yahu?... Donduk olan buraşta!” gibisinden mızmızlanmaya, vizilemeye başladı. Bende de bir yandan Türkçülük damarım, bir yandan korku ve heyecanın verdiği stresle sinir tepeme vurdu. Ayağa kalktım. Yerde çatılı piyadelerden birini alıp R.... amcaya çevirdim ve “Nedir be R... amca ama yaptığın? Böyle günde hepimizin moralini mi bozmaya çalışın? Çok vizileme ha! Üşüdüysen ya gorktuysan burada vizileyeceğine çek git eve garının yanına” diyerek adama çıkıştım. O R... amca, o gece başka ses etmedi ama ondan sonra normal zamanda ve hatta kuzeye gelip Ayguruş’a yerleştikten sonra bile bana konuşmadı, selam vermedi.
20 Temmuz sabahı bizim oralarda herşey sakindi. Ortada görünürde ne bir asker, ne de bir hareket vardı. Ama radyolardan çıkarmanın başladığını, savaş çıktığını öğrendik. Benim o sabah radyodan edindiğim izlenim çok rahat bir savaş başladığı ve adeta radyodan naklen maç yayını yapar gibi savaşın anlatıldığıydı.
Paraşütçülerin süzüle süzüle Lefkoşa civarına indikleri söyleniyordu. Biraz sonra haber geldi. Köyün uygun bir noktasına, sonradan şehit olan Osman amcanın evinin civarında bir evin damına A4 makineli tüfek mevzisi kurulacakmış. Bu amaçla torbalara kum doldurularak evin tavanına yerleştirilerek mevzi hazırlanacakmış.
“EVİN DAMINA A4 MEVZİSİ KURDUYDUK...”
Manga komutanımız Mehmet amca beni gönderdi. Gittim ve o kum torbası mevziyi birkaç arkadaşla birlikte yaptık. Sonradan işe yaradı mı bilmiyorum. Bugünkü aklımla o mevziye girmenin intihar etmek olacağını söyleyebilirim. Sanırım çarpışmalar sırasında da kullanılmadı.
Mevzi yapma işi bitince, Kumuşluk mevkiindeki mevzimize, daha doğrusu ofdonun altına döndüm.
Orada Mehmet amcadan başka kimseyi bulamadım. Manganın diğer elemanları, muhtelif mazaretlerle “mevziden” ayrılmışlardı. Ortam çok sakin görünüyordu. Bizim bulunduğumuz mevide yine aynı isimle Kamuşluk adında bir pınar vardı. O pınarın yanında da büyük bir sulama havuzu. Pınar da, havuz da hala faaldir. Havuzun karşısında da Lefke’de yaşayan bir köylümüzün yazlık evi vardı. Onlar da ailece yaz aylarını köyde geçiriyorlardı.
“GİDİP MATARALARI DOLDURAYIM!”
Bu ailenin üç tane de benim yaşlarda güzel kızı vardı. Mehmet amcadan izin alarak etraftaki mataraları topladım, “Ne olur, ne olmaz suyu eksilmeyelim, ben gideyim Kamuşluk’tan mataraları doldurayım” dedim.
Tabii niyet başka! Kızlara hava atacağım! Mataraları belime taktım. Boşta bulunan breni de boynuma astım. Ayrıca iki kuşak bren mermisini de çaprazlama, koçero gibi, sırtıma geçirdim ve “mevziden” pınara indim.
Mataraları doldururken kızlarla sohbet ettim.
Onlara “Ha hiç gorkmayın da ben görev başındayım... Bu gece çoraplarınızı bile çıkar da yatın, rahat olun” dedim.
DEVAM EDECEK