Değerli arkadaşımız Mehmet Birinci, bir zamanlar Aynikola köyünde yaşananları kaleme aldı... Gerek 1974’te savaş esnasında Aynikola’da yaşadıklarını, gerekse köyünün ve köylülerinin diğer Kıbrıslırum köyleriyle ilişkilerini yanıstan örnekleri de kaleme alan Mehmet Birinci, bizimle zaman zaman trajik, zaman zaman komik hatıralarını paylaştı...
1974’te son anda kurşuna dizilmekten kurtulan Mehmet Birinci’ye hatıralarını kaleme aldığı ve bizimle paylaştığı için çok teşekkür ediyoruz...
Mehmet Birinci, şöyle yazıyor:
“KOMŞU RUM KÖYLERİ VE KÖYLÜLERİYLE İLİŞKİLERİMİZ...”
Son olarak köyümüzün ve köylülerimizin komşu Rum köyleri ve köylüleri ile ilişkilerini anlatan bazı anılarımı aktaracağım;
*** 1974, 21 Temmuz günü köyümüz Rum Milli Muhafız seferi kuvvetleri tarafından teslim alınmıştı. İki gün süren çarpışmalar sonrasında köyün erkekleri, özellikle de eli silah tutanlar, dağdan Ayyanni köyüne kaçmışlardı. Köyde gıda sıkıntısı yaşanması söz konusuydu ve 15 Temmuz’dan bu yana devam eden darbe süreci ve gergin durum nedeniyle köye tedarik gelmediğinden ekmek sıkıntısı başgöstermişti. Köy RMMO güçleri tarafından teslim alındıktan sonra, köyümüzden bir kişinin kamyonuyla komşu köy olan Arçoz’a giderek oradan ekmek tedarik etmesine izin verilmişti. Bu görevi dedem Cemal Birinci üstlendi. Ben de yanında gidecektim ama nenem genç olduğum için birilerinin tepkisine maruz kalırım, başıma bir kötülük gelebilir kaygısıyla benim gitmeme müsade etmedi.
Dedem Arçoz’a gittiğinde, köy bakkaliyelerinde de savaş kaygısıyla tüm ekmekler tükenmişti. Ancak Aynikolalılar’ın ekmeksiz kaldığı haberi köyde duyulunca, her aile, evinden en az bir ekmek getirerek, karşılıksız olarak verdi ve bu ekmekler, köylülerimize dağıtıldı.
*** 1989 yılında Federal Kıbrıs Hareketi diye iki toplumlu bir kurum oluşturulmuştu. Bu kurumun ilk toplantısı Ledra Palas Oteli’nin bulunduğu ara bölgede yapılmıştı. Toplantıya ben de katılmıştım. Toplantı sırasında yanıma genç bir Rum avukat denk gelmişti. Oldukça sıkıcı bir toplantıydı. Biz avukatla sohbet etmeye başlamıştık. Limasollu olduğunu öğrendiğimde daha saat sabah 11 idi. Kendisinden beni köyüme götürmesini ve akşama tekrar toplantı bitimine yetiştirmesini rica ettim. Çok iyi bir insan olan bu avukat arkadaşım teklifimin üstüne atladı. Aynikola’yı bilmiyordu. Ben köyden 16 yaşımda ayrıldığım için yolları hatırlıyordum. Limasol’dan itibaren yolu ben tarif ettim. Yolda bu arkadaşım, iki de arkadaşını buldu. Onlar da Limasol’un bir dağ köyünde kahve içmeye gitmek üzere olduklarını ama hangi köye gideceklerini belirleyemediklerini söyleyince, onlara da bizimle Aynikola’ya gelmelerini önerdim. Böylelikle dört kafadar, Aynikola’ya doğru, Leymosun’dan yola çıktık.
Yağmurlu bir sonbahar günüydü. Radyo, Trodos köylerinde yoğun yağış olduğunu, görüş mesafesinin çok kısıtlı olduğunu anons ediyor ve Trodos istikametine gidilmemesini tavsiye ediyordu.
Ama ben 1974’ten sonra ilk kez köyüme gidecek olmanın heyecanı içindeydim. Yağmuru kim takar?
Biz yola devam, derken arkadaşım aniden arabada yeterli benzin olmadığını, pazarları Lefkoşa’da bile benzin bulmanın zor olduğunu, yolda kalabileceğimizi söyledi.
Ona “Merak etme buraların insanları tedariklidir, mutlaka bir yerlerde benzin bulacağız, yola devam et da korkma” dedim.
Nihayet saat 13.30 gibi köye vardık. Orada tanıdık bir ailenin, şimdi “Rumeli kafe” olan evinde oturduk. Köyde, Kuzey Kıbrıs’ta Limnidi köyü civarlarındaki Galini adlı Rum köyünden gelen göçmenler kalıyordu.
Bizi çok iyi karşıladılar.
Benim Aynikolalı olduğumu öğrenince, çok güzel hürmet ettiler.
Elma almak istediğimi söyleyince, arabanın bagajına iki kasa elma koydular.
Ödemek istediğim zaman da “Senden para alırsak, ayıp olmaz mı? Bu elmalar zaten sizin” diyerek para almayı reddettiler.
Kendilerine benzin ihtiyacımız olduğunu söyleyince de “Komşu Podor köyüne gidin, kahvecide benzin bulunur, size yardımcı olur” dediler.
“KİMLERDENSİN YA BE SEN?”
Yöre halkının bu konuda tedarikli olduğu konusunda söylediklerimde haklı çıkmam, beni çok mutlu etmişti. Hemen arabamıza atlayıp Podor’a gittik ve köy merkezindeki kahvehanenin önünde durduk. Ben arabadan inip de başımı kahvehaneden içeriye uzattığımda, tam da Kıbrıs usulü sandalyelerinde yayılıp bayılan, esneyip uyuklayan 7-8 ihtiyarcığı görünce heyecanlandım. Benzin için geldiğimizi de unuttum. Duvarda boydan boya palabıyıklı bir Grivas posteri olduğunu bile fark etmedim! Belki de farketseydim, kahveye girmezdim bile. Ama farketmeyerek içeri girdim ve heyecanlı bir ses tonuyla ihtiyarlara Rumca olarak (yarım yamalak Rumcamla) “Aynikolalı bir galliga (nalbant) Birinci vardı. Aranızda onu tanıyan oldu mu?” diye sordum.
O ana kadar uyuşuk bir şekilde oturan, uyuklayan o ihtiyarlar, adeta askerde esas duruş emri alan manga gibi heyecanla başlarını kaldırdılar.
Bir tanesi, “Tanırık ya tanımayık olan” dedi.
Diğeri, “Hiç olur da tanımayık, ya hergün burdaydı” dedi ve bir üçüncüsü, nefis bir Kıbrıs Türkçesi’yle, “Söyle be çocuk bakayım, kimlerdensin ya be sen?” diye sordu.
Galliga Birinci’nin angonisi olduğum, 10 dakika içinde bütün köye yayıldı.
Köylüler bize benzini kendileriyle mangal faslına oturmamız şartıyla tedarik ettiler. Yarım saat içinde etler hazırlandı, zivaniyalar çıktı, mangal yandı ve yeme içme faslı başladı.
“KÖYLÜMÜZ TERZİ PAVLİ...”
Yanımdaki Rum arkadaşlar bile bu izaz ikram karşısında hayretler içindeydi.
Türkçe konuşan Rum, aslında Aynikolalı olup, 1958 yılında Podor’a göç eden terzi Pavli idi.
Pavli’nin kızkardeşi bir köylümüz ile evli idi.
1974 yılından önce, kocası vefat ettiği halde, o da köylülerimizle ve çocuklarıyla birlikte hareket ederek kuzeye göç ederek Ayguruş’a yerleşti ve burada vefat etti.
Pavli bana sohbet esnasında kızkardeşini de sorduğunda, kızkardeşinin ölüm haberini de benden öğrenmiş oldu.
Rum köylüler teker teker aralarında benim akrabalarımın da olduğu Aynikolalı tanıdıklarını sordular. Ölenler için de hep birlikte ağladık!...
“GALLİGA SALİH’LE ARÇOZ...”
*** Artık şeytanın bacağını kırmış, 1974’ten sonra ilk kez güneye geçmiştim. Bu olay çok hoşuma gitmişti. Tekrar gitmenin yollarını araştırdıktan sonra, Pile köyü üzerinden gidilebileceğini öğrendim ve sık sık Pile üzerinden Güney Kıbrıs’a gitmeye başladım.
Bir keresinde babamın birinci yeğeni olan ve bizim Salih Dayı dediğimiz ama köylülerimizin ve komşu köylülerin Galliga Salih olarak bildiği Salih Dayı’yı da çok özlediği köyüne götürdüm.
Köyde göçmen Rumlar kaldığı için bizleri tanıyan yoktu. Bir süre köyü gezip dinlendikten sonra geri dönüş için yola çıktık. Yolda Salih Dayı, “Allahasen bir da Arçoz’a uğrayalım” diye rica etti. Kırar mıyım... Hemen dümeni kırdık Arçoz’a! Köy meydanında durdum. Arabadan inerken, arka tarafımızdaki kahvede oturan bir Rum’un, yanındaki Rum’a, şöyle dediğini duydum: “İnsan insana benzer derler be arkadaş ama doğruymuş. Bak bu adam aynı bizim Aynikolalı Galliga Salih’e benzer yahu!”
Bunu duyar duymaz o iki köylüye yöneldim.
“O gördüğün adam, Galliga Salih’e benzemez, ta kendisidir!” dedim.
Bunun üzerine köy 10 dakika içinde panayır yerine döndü.
Şimdilerde Trodos’un dağ köylerinde genellikle sınırlı sayıda yaşlı nüfus dışında insan yoktur.
Gençler hep büyük kentlerde ve turistik merkezlerdedir.
Köyde kim varsa, çok kısa bir sürede köy meydanında toplandılar ve Salih Dayı ile sarmaş dolaş oldular.
Hatta gençten bir Rum bize “N’olur sakın bir yere gitmeyin. Gilan’a gidip babamı alıp geleyim. Daha geçen gün Galliga Salih’i anar ve ağlardı. Bir ayağı çukurdadır ihtiyarın, mutlaka görmesi lazım Salih’i” dedi. Biz de kabul ettik.
Yaklaşık 15 kilometre mesafedeki Gilan’a gidip babasını alıp geldi.
İki ihtiyarın sarılmaları orada bulunan istisnasız herkesin gözlerini yaşarttı...
Yine o gün de bizim için mangallar yakıldı, zivaniyalar açıldı. Unutulmaz bir gün yaşadık.
“ARÇOZ KÖYÜNDE SICAK KARŞILAMA...”
*** 1995 yılında Halk Sanatları Derneği olarak Almanya’nın Dortmund kentinde bir projeye katılmıştık. Rumlardan SYKALLY (Lisi Sanat Derneği), bizden de HAS-DER’in katıldığı bu projede, Almanlar’a Kıbrıs halk dansları öğretmeye gitmiştik. Çok güzel anılar biriktirdiğimiz ve köklü dostluklar kurduğumuz bu çalışmadan bir sene sonra da aynı Alman grup, Kıbrıs’a gelerek, aynı çalışmayı Vasa köyünde kurulan bir kampta tekrar edeceklerdi.
Almanlar gelince, Kıbrıslıtürk öğretmenlerini de istemişler. SYKALLY’den arkadaşlar hemen benimle temas kurdu. Yönetimden izin alarak ben de güneye geçtim ve bu halk dansları çalışma kampına katıldım.
Vasa köyü, bir Türk köyü olan Malya’nın hemen üst başındadır. Malya da bizim köyümüze, Aynikola’ya yaklaşık 8 kilometre mesafededir ve iki köy arasında da Arçoz köyü vardır. Biz Alman grupla çalışmalarımızı tamamladıktan sonra, son gün, onlara bölgede bir gezi yaptırdık. Gezimizin son durağı da Arçoz köyüydü. Ama daha biz gitmeden, Arçoz’a bir Aynikolalı’nın gideceği duyuldu. Grup köye vardığında, tüm köy, meydanda toplanmıştı. İlgi Alman grupta değil, bendeydi.
Herkes bana gerçekten Aynikolalı olup olmadığımı ve kimlerden olduğumu soruyurdu. Orada da Kıbrıs Türk şivesiyle mükemmel Türkçe konuşan bir Rum’a rastladım.
Meğer o da çocukluğunda bağbozumu zamanlarında ailesiyle birlikte babamın dayısının köyü olan Marona’ya gidermiş. Marona’da babamın İbrahim dayısının evinin yanında bir evde kalırlarmış ve Marona’daki Türk okulan gidermiş.
Bu vesileyle Türkçe hem konuşmayı, hem okuyup yazmayı çok güzel öğrenmiş!
Arçoz’da program sadece kahve içmekti. Ama öyle olmadı. Köylüler bizim için mangal yaktılar. Yedirip içirmeden gitmemize müsade etmediler. Ayrıldığımız zaman otobüsteki Alman misafirler, hayretlerini gizlemeyerek bana şu soruyu sordular:
“Biz Rumlar’la Türkler’i düşman sanıyorduk. Nasıl olur da dedenizin şerefine böylesi bir izaz ikramda bulunur bu köyün insanları?”
Ne diyebilirdim ki? Onlara Kıbrıs’taki her iki toplumun elitlerinin büyük güçlerle işbirliği içinde çıkar için dalaştığını, aslında halk arasında, tabanda hiçbir düşmanlık olmadığını anlatmaya çalıştım.
Evet işte köyümüzün ve köylülerimizin komşu Rum köyleri ve köylüleri ile ilişkileri böylesine içten ve sıcak ilişkilerdi!”
Mehmet Birinci, bir halk dansları gösterisinde...