Finikeli Kemal Zekai, tam 98 yaşında, pırıl pırıl bir belleğe sahip… Geçmişin Kıbrıs’ını anlatıyor…
Finikeli Kemal Zekai, 1923 yılında dünyaya gelmiş, yani tam 98 yaşında… Tam bir asırlık ömrüne neler neler sığdırmış… Bir asırlık ömrü boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, geçirdiklerini anlatıyor bize…
Oğlu Oktay Zekai’nin yardımıyla onu görmeye gidiyoruz Lefkoşa’da, Kızılbaş’taki evinde… Evinin yan tarafında ekip biçtiği bir alan var Kemal Zekai’nin… Evet, o hala ekip biçiyor canı için – çünkü hayatının ilk dönemi rençberlikle geçmiş Finike’de, orada bıraktığı 60 küsur dönüm tarlaları, arazileri var… Bu yüzden onu bir eve, bir odaya hapsetmek mümkün değil. Yaşı 98 olsa dahi, o topraktan asla kopmamış, kopamamış… Hayata böyle sarılıyor…
Finikeli 98 yaşındaki Kemal Zekai’yle röportajımızın devamı şöyle:
KEŞİŞLER ÇOK İNSAN KURTARDI…
Şöför yalnız, yavaş yavaş çıktı o harnıpların üstüne nasıl olduysa, başladı çığırmaya “Yardım yardım!” gerek Türkçe, gerek Rumca… Daha yukarıda da keşişler varıdı. Manastır varıdı. Yedi, sekiz, dokuz dane keşiş… Keşiş dediğimiz papaz, bunlar yeni papaz yetiştiren keşişlerdi – yani bekar falan kalırlardı onun içinde. Bunlar duyunca, aldılar fener – bu fenerleri arabacılar gullanırdı. Aldılar ellerine fener, ip da aldılar, endiler, geldiler… O şöföre attılar bir ip, bağladılar taş falan ağır da attılar… Aldı ipi bağlandı ve o ipinan çektiler, gurtardılar adamı. Ve çok insan da gurtardılar böyle…
On gün falan geçti… Salih kaşeriyi buldular… Buldu gendini bir cira çoban, parayı da aldı, göstermedi…
YELEĞİNDEN TANIDIYDILAR…
Süleyman Şevket’i bulmadılar. Geçti 15 gün aradan. 15 gün sonra dere guvvatlı geldi, attı gendini denize… O altından yelek geyerdi, o yelek galdıydı üstünde yalnız. O yelekten tanıdılar gendini ki Süleyman Şevket idi… Bu şeyleri geçirttik.
MİDA’NIN MACERALARI…
Sonra bu Mida hikayesi vardır. Mida gaçak gittiydi, Mida Vretçalı’ydı. Vretça, Ayanni’nin garşısında bir Türk köyüydü. Gaçağıdı, herkes gorkardı, enerdi köylere, para verirlerdi kendine, yeycek verirlerdi, gorkarlardı… Eşkiya gibi… İngilizler bunu arardı dört gözünan, dutamazlardı gendini.
Sonra para vadetti bu, dutsunlar gendini.
Ben giderdim, birisi vardı Salih derlerdi gendine saban odunu yapardı, dağdan keserdi, ormandan. Saban odunu yapardı da getirirdi bizim köye. Galırdı. Ben da bekarıdım daha ağnadın? Evlenmediydim daha.
Ben onların köyüne, Ayanni’ye gologas satmaya giderdim, bu köyleri gezerdim ben da ve gologas satardım. Beni Halit beyinan tanıştırdılardı. Ve giderdim, gahvede galırdım.
Dedi bana “Tanıdayım seni da bu adam zengin adamdır ha…Galmayasın gavede…”
MİDA SALİH’İN KÖPEĞİNİ VURDUYDU…
Tanıştırdı beni gittik, giderdim onun evine. Bir gün evveli gittim, gece galdım onun evinde. Senin Mida gelmiş, saban odunu yapan adamın evine, Salih’in evine, güya casusluk yaparmış İngiliz’e da vuracaklar gendini, vuramazlar. Mida Salih’i vuramayınca, köpeğini vurdu… Salih’in köpeğini vurdu…
Bir garaj varıdı, garajın üstüne köpek çıktı… Vurdu köpeği Mida. Mida sürükleyerek aldı gitti, köyün dışına çıkarttı. Götürdü gendini bir ark varıdı, o argın içine ve gitti. Ne? Salih gelirsa, Mida vursun gendini diye böyle yaptı. Salih’i vurmak istediydi Mida yani…
Çok geçmedi, nasıl olduysa Mida’yı vurdular.
MİDA’YI ALEHTORA’YA YOLLATTILAR…
Vurdular gendini ormanda, ondan gaçtı, Ayanni-Vretça’nın arasından geçti, Malunda varıdı Türk köyü, geçti onları geldi… Stavrogonnu’dan da geçti yani dereboyundan, geldi bizim köye! Biz hiçbir şey bilmeyik… Mahmut efendi, amcamıdı, köyün zenginiydi. Oğlu Oğuz Başak, onun babasıydı Mahmut… Köyün zenginiydi. Onun da hizmetkarı varıdı bir tane, geldi ona Mida, o yatırttı gendini odasına. Ondan sonra yollattı geni Alehtora’ya, Mida’yı. Alehtora’ya yollattı gendini ki onda eyi edecekler geni güya… Mustafa Çaluda alacak gendini şeetsin…
Mustafa Çaluda almış gendini, godu gendini bir esmerce gadın varıdı, götürdü baksın gendine ve ilaçlarını versin.
Geçmiş zaman, İngiliz vadettiydi 5 Lira galiba versin bahşiş. O gadın dutturdu gendini işte. Aldı parayı…
Çaludalar bubamın yeğeniydi – babam rahmetli, Alehtoralı’ydı.
Sonra ben çocukları okutmak için galktım dört tane çocuğunan geldim Lefkoşa’ya 1955’te… Oğlum Oktay Zekai, 1956’da Lefkoşa’da doğdu… Ebesi da bir cira, Kaymaklı’dan, Marulla’ydı galiba adı… Ben polisidim o zaman. Oksillari polisidim. Nöbetteydim bu doğduğunda.
AMERİKAN BÜYÜKELÇİLİĞİ’NDE NÖBET...
SORU: Köydeki arazilerini, mallarını ne yaptıydın?
KEMAL ZEKAİ: Bıraktım genneri, icar ederdim, neredeysa beleş… Ne verillersa alırdım, sırf çocukları okudayım diye. Her yere saldım… Ben polislik yaptım, ondan sonra polislikten çıktım, döndüm yapıcılık işine girdim…
Oksillarilikte geceleyin bir yere gidelim bekleylim yollallardı bizi.
Sekiz saat nöbet beklemeye yollalardı bizi.
Bize verillerdi bir Griner, alttan gurulurdu o silah. Fişenk atardı. En mühim silahıydı… Onnarı verillerdi bize, yollallardı bizi nöbede…
Mühim yellere yollallardı bizi.
Kliridis’in babasını da, hepsini da bekledim ben.
Amerikan elçiliği da beklediydim.
Elçiliğe gittiğimde bekledim, onun içinde elçiliğin bir bekçisi varıdı, bir Rumudu… Kadını da temizlik ederdi, ciraydı. Amerikan elçiliği yani…
Benden evvel, bir gün oksillari polisi gavga ettiydi bu Rumunan… Dediler “Bunu galdıracayık, götüreceyik, getireceyik Kemal’ı…” Yani beni… Hepsinden emniyetli bulurlardı beni, öyle bir şey olduğunda, beni yollallardı.
Yolladı beni Amerikan elçiliğine bekleyim onun içinde… 55-56’daydı. Gittim, gomaz bizi o Rum ne su alalım, ne birşey… Dışarıda çeşme varıdı, ondan su alayım gittim. Gördü beni elçi.
“Nedir yaptığın?” dedi bana.
Dedim “Aha su alırım…”
“Niçin girmen mutfağa alasın?” dedi bana.
“E” dedim, “gomaz bizi…”
“Niçin?”
“Ne bileyim? Bizi gomaz içeri, dışardayık” dedim.
“Eeee?”
“Orada çalışan gadın, çağırır bana aşağı gideyim, çamaşırlara yardım edeyim ama ben gitmem” dedim. “Bana bir plan gurmasınlar” dedim.
“Çok iyi yapan” dedi bana elçi.
Velhasıl ben öyle deyinca, elçi bana “Gel bura” dedi. Aldı beni götürdü mutfağa, aldı bir cam bardak, doldurdu oraştan su.
“Al bunu” dedi, “gelecen baştan, dolduracan, alacan, içecen, tekrar gelecen, diğer arkadaşlarına da verecen… Eğer izin vermezsa size, bana bildirin” dedi, ağnadın?
Aldım ben, gittim. Ertesi gün ki gittim nöbete, baktım geldi bu, görünca elimde cam bardağı, “Nedir o?” dedi.
“Aha” dedim, “verdi bana elçi” dedim, “geleyim içeri su alayım” dedim. “Gomazsan beni geleyim su alayım, gendine bildireyim” dedim.
“Olur mu öyle şey?” dedi.
“Olur” dedim.
Bana öyle bir salahiyet verdi…
Cira, illa endirtsin beni aşağı… Yardım edeyimmiş gendine sersin çamaşırları! Bodurum varıdı… “Yooook” dedim, bana birceez oyun kuracak… İlla musallat oldu…
KLİRİDİS’İN BABASINI DA BEN BEKLERDİM...
Sonra ordan kaldırdılar beni bir süre sonra, yolladılar Kliridis’e…
Kliridis’in babası, o da Kliridis idi… Savcıydı o…
En nihayet beklerdim onda, gece, daha yakın bir yerde, tabancaynan silah sesleri… Karısı onn, cira, “Hiç gorkma” dedi bana. “EOKA’cılar kendi aralarında deneme yaparlar, sana bir şey yoktur, gorkma hiç” dedi bana, “gir eve, sen al herşeyini, ye, iç… Yapayım sana yemek, vereyim da gorkma” dedi.
Bir gün ansızdan geldi komutan, İngilizinan beni çek etsin… Buldu beni onun içinde…
“Napan bunun içinde?”
“Bana izin verdiler, bunun içine gireyim çıkayım” dedim.
“Olur mu öyle şey?”
İlla rapor edecek beni… Rapor edemezdi, ev sahibinden izinliydim ben çünkü…
Daha sonra, “Seni” dedi bana cira, “onbaşı yapacam, çok gitmez… Alasın daha fazla para, dört tane çocuğun var” dedi… “Çünkü sen emniyetli adamsın çok” dedi cira.
Çok geçmedi, ansızın papazları duttular, üç dane papaz… Sürgün edecekler dışarı… Seyşel’e…
O şeyin üstüne gittim ben nöbete, arkadaşım gelmedi da benidim yalınız. İki gişi giderdik…
Geldi cira, cira dediğim asıl Kliridis’in anasıydı…
Geldi cira, dedi bana “Duyduk güya papazı duttular” dedi. “Öyle bir şey var?”
“Vallahi biz da duyduk” dedim gene… “Güya üç dane papaz duttular ama hangılarıdır, bilmem” dedim gene.
“Şimdi herhalde” dedim gene, “televizyonda söyleycek…” Annadı…
Ne zaman şeyetti da annadı, bütün gece kocasıynan elleşti… “Filanı astılar, sana sormadılar, falanı astılar, sana sormadılar... Şimdi üç dane papaz duttular, sürgün edecekler... İstifanı verecen” dedi gendine... “Olmaz, madem sana sormadan yaparlar bunları...” dedi, bütün gece gavga ettiler.
Ben gaçtım, geldim. Ertesi günü telefon etti bana cira gideyim bana bahşiş versin ki beklerdim kendilerini... Gitmedim hiç... Sonra emekli olduk...
Madalya verdiler, o madalyaları aldım. Para da vereceklerdi doğrudan bize, Denktaş dedi “Bana vereceksiniz, keseceyik şeylere da...” Ki gurdular TMT’yi, “ona da keseceyik” dedi... Aldı ve bize bir miktar verdi, hep parayı vermediydi. O şekilde...
Ne verdiysa aldık, napacan?
..... K. varıdı (adı yanımızda mahfuz – S.U.) – oksillariden emekli çıkanları papaz para verirdi gendine ki yollatsın İngiltere’ye... Bunun içini boşaltsın azar azar da alsın o şekilde. Bir çoğunu bu K., yolladıydı Londra’ya... Ben gitmedim. Ben benim çocuklarımı istemem yapayım, galdım bunda.
SORU: Yani bu Kıbrıslıtürk, aracılık yapardı Kıbrıslıtürkler’i Londra’ya kaçırtmak için?
KEMAL ZEKAİ: Aracılık yapardı... Ha ben gitmedim. Bütün gün oksillariden çıktıktan sonra, giderdim işlerdim yapıcılık işi... Bu göçmen evlerinde işlerdim hep... Yatırtmazlardı bize ne ihtiyat parası, ne hiç... Canım sıkıldı. Ben alırdım metre hesabı, yapardım. Bana 40 metre kesti ve ödemediler. Bir adam vardı başka, o da metre hesabı, ona bir tamam ödediler metre hesabını, bana ödemediler, niçin? Bir kişi... Neçün? Ben metre hesabı aldım, almadım ya bir kişi ya da iki kişi... Ondan sonra geldi bir bakan, teftiş etsin bizim göçmen evlerinde ki gittim, “Efendi” dedim gendine, “sen bakansın...” Ve şikayetimi söyledim.
Dedi bana “Ne söylersa usta, odur...”
“Sen bakan mısın yoksa yüzüme bakan mısın?” dedim. “Nasıl adamsın yahu sen” dedim “böyle?”
O öfkeynan kaçtım gittim Rum tarafında işlemeye başladım, iki dane çocuk okuttum ve Rum tarafında işledim. Ondan sonra gece da bunda iş bulurdum başka da işlerdim. Hatta Cumartesi falan bulurdum bunda başka iş... Da işledim da okuttum iki dane çocuk, ağnadın? Bu şekilde...
(Devam edecek)