Bugün 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü…
Memleket ne kadar özgürse biz de o kadar özgürüz işte…
Sene 2013…
Gazetecileri hapseden Türkiye alıştığımız gibi biraz daha gerileyerek Kongo ile yarışır duruma geldi.
Bizde ise durum biraz daha iç açıcı ama ne kadar iç açıcı olduğunu şöyle anlatayım:
Birkaç yıl oluyor…
Gazeteciler Birliği’nin çıkardığı ‘Medya’ dergisinin mart sayısı için yayın kurulu benden bir yazı istemiş konuyu da ‘medyada kadın olmak’ olarak belirlemişti…
Günlerce düşünmüştüm…
Medyada kadın olmak neydi?
Gazeteciliğin kadını erkeği mi vardı?
Yoktu!
Bir şehrin en dibini beraber görüyorduk, siyasetin kimler için yapıldığına birlikte şahit oluyorduk. Dağılmış insan vücutlarını birlikte fotoğraflıyor, aynı bilginin peşinde birlikte koşuyorduk.
Kimse ‘topuklu ayakkabı’ giydiği için haber seçme lüksüne sahip değildi. Kimse cinsiyetinin arkasına saklanıp drama çevirmiyordu.
E peki neydi medyada kadın olmak?
Düşündükçe buldum…
Üniversite kapısından yeni çıkmış bir dergide işe başlamıştım. Bu vesileyle tanıştığım büyük bir gazeteciyle Güney’e geçip çok uluslu bir yemeğe katılmıştım.
Neden oradaydım bilmiyordum. Sadece müdürün bana söylediğini yapmış o büyük gazeteciyle yolu tutmuştum.
Öğle saatlerinde yemekli toplantı diye gittiğimiz görev, ilerleyen saatlerde Rum bir meslektaşın evinde ‘dansa davet’e dönmüş, evdeki muhabbet de yetmemiş Rum meyhanesine doğru uzun bir yola çıkılmıştı.
Yeni yetme bir gazeteci olarak ortama uyum sağlamaktan başka bir şansım olduğunu düşünmemiştim.
Ta ki birlikte gittiğim o büyük gazetecinin elleri üzerimde gezmeye başlayana dek…
İşte dedim medyada kadın olmak bu!
Derginin benden istediği de tam olarak buydu sanırım.
Yaşadığım o kabus günü en ince ayrıntısına kadar yazarak hem bir yükten kurtulmuş hem de yeni yetmelere ders olsun istemiştim.
Dergi basıldı ve dağıtıldı.
İsim vermeden yazdığım yazının kahramanı tacizci büyük gazeteci kıyameti kopardı, kimin elinde o dergiyi gördüyse öfke kustu. Hepsini kara listeye aldı.
O da yetmedi dönemin Gazeteciler Birliği Başkanı’nı arayarak fırça çekti. Nasıl izin verirsin böyle bir yazının yayınlanmasına dedi.
Çok sevdiğim birlik başkanı da benim günahım yok diyerek topu yayın kuruluna attı.
Ve bana böyle bir yazıyı yazmana ne gerek vardı tarzından da abes bir laf etti.
Ben yazıyı yazmış tek bir abartıya mahal vermeden durumu aktarmıştım. Üstelik bunu hatıralarımı anlatmak için değil medyada kadın olmanın ne demek olduğunu kendi açımdan aktarmak için yapmıştım.
Bizim açmazımız küçük bir toplumda yaşamaktı. Kimse kimseyle kötü olmak istemiyor, bir gün işim düşer diye olanı biteni es geçiyordu.
Ben geçmedim…
Gazeteciler bile düşüncelerini yazarken kendi aralarında birbirlerine baskı kurup neyin yazılıp neyin yazılamayacağını söyleyebiliyordu.
Nitekim şimdi bu büyük gazeteci, kök söktürdüğü tüm çalışma arkadaşlarının teneke çalmaları arasında görevinden ayrılmak zorunda kaldı.
Kıbrıs Medya Grubu’nun Genel Yayın Yönetmeni Reşat Akar mecburi istirahata çekildi.
Onun gidişi medyayı sadece biraz daha özgür kıldı.
Hepsi bu!