Biraz Küba Biraz Hemingway...

Biraz Küba Biraz Hemingway...

 


Filiz Besim

Birkaç hafta önce size Küba seyahatimden yüreğime ve usuma takılanları anlatmış ve ‘elbette devam edecek’ demiştim. Aradan iki hafta geçmesine rağmen rutin yoğunluktan başımı kaldıramamış ve devam edememiştim. Artık oturmalı ve yüreğimdekileri satırlara dökmeliyim diye düşünürken kah Küba, kah Ernest Hemingway düştü aklıma. Son zamanlarda ikisiyle ilgili bulduğum her şeyi okuyorum.
Akdeniz’in ortasında, o balıkçı köyü tüttü burnuma.  Ilık bir kış günü. Havana’nın 10 kilometre doğusundaki küçük balıkçı köyü Cojimar’da zaman sanki durmuş. La Terraza restorandayım. Duvarları Hemingway’in ve başka balıkçıların fotoğraflarıyla dolu. Bir yazarın bambaşka bir ülkeyi, insanını anlama çabalarına takılıp kalmış durumdayım.
Lise yıllarımda okuduğum romanın ilk satırları zihnimde çınlıyor:

Küba;
            1951.

İhtiyar Santiago, tam seksen dört gündür hiç balık tutamamış, bir kulübede yaşayan yoksul bir balıkçıdır, Ernest Hemingway’ın “İhtiyar Adam ve Deniz” kitabında.

Bir de çocuk yardımcısı vardır: Manolin.

Ama Manolin’in ailesi, Santiago sahile bu kadar uzun süre eli boş döndüğü için onun talihsizliğine inanarak, çocuklarını başka bir balıkçı teknesine vermiştir. Yine de Manolin ailesinden gizli gizli Santiago’nun yanına gelmektedir.

Santiago artık kararlıdır; küreklere asılacak, okyanusa açılacak,
Gulf Stream’in sıcak sularında şansını deneyecektir.

Başında hasır şapka; şafak sökerken vedalaşır, kendisine yem olsun diye istavrit veren Manolin’le.

Çok açıklarda, ihtiyarlığıyla bir başına, palamut yakalar Santiago.

Bu kez palamudu yem yapar. Derken büyük bir kuvvetin oltaya vurduğunu görür; anlamakta da gecikmez –
hayatının en ağır balığı zokayı yutmuştur.

Ve büyük bir mücadele başlar karanın gözükmediği okyanus sularında. Belki de beş yüz – altı yüz kiloluk bir balık sürüklemektedir küçük teknesini.

Gece geçer,

gün geçer,

bu ölüm kalım mücadelesi devam eder.

Derken gevşer olta,
yakaladığı balık teslim olmaktadır ve görür onu:


Boyu teknesinden de uzun koca kılıç balığı bağlı olarak, sanki yanında Manolin varmış gibi konuşa konuşa, göremediği karaya doğru kürek çekmektedir ihtiyar kollarıyla.

Köpek balıkları gelir bu kanlı ava ve bir büyük mücadele de onlarla başlar okyanusun ortasında. Mızrak gibi sopasıyla öldürebilse de tekini, diğerleri yemektedir, teknesiyle çektiği hayatının avını.

Kılıç Balığı’ndan geriye bir tek iskeleti kalmıştır kıyıya vardığında.

Bütün balıkçılar, bütün kasaba halkı hayretle bakmaktadır kıyıdaki tekneye bağlı koca balık iskeletine;

ihtiyar balıkçı çocukluk düşlerine,
bir Afrika plajındaki beyaz aslanları görmeye,
belki de bir daha hiç uyanmamacasına, kulübesine uyumaya gittiğinde…

“KÜBAYI ANLAMAYA ÇALIŞACAĞIM”

Ernest Hemingway, Küba’ya ilk kez 1928’de Fransa’dan demir alan Orita gemisiyle adım atıyor. Henüz yirmi dokuz yaşındadır. Bu kısa ziyaretten sonra karısına gönderdiği mektupta “son zamanlarda kendime hayatımın geri kalan günlerinde ne yapacağımı soruyordum. Şimdi yanıtını biliyorum: Küba’yı anlamaya çalışacağım” diye yazıyor. 1932 Nisanı’nda adaya geri dönüyor. 1933’te bu kez uzun süreli kalmak için geliyor ve eski kentin tam merkezindeki Ambos Mundos otelinin 511 numaralı odasına yerleşiyor. 511 numaralı odanın penceresinden Havana’nın her yanı görülüyor. Mavi okyanus sularının kucaklaştığı rıhtım, katedral, Capitol binası, sömürge döneminden kalma binaların çatıları ve köprüleri... Hemingway otelde kaldığı sürede tamamladığı “Ya Hep ya Hiç” romanında Havana’yı şöyle tanımlıyor: “Frigorifik kamyonların barlara buz dağıtmaya geldikleri erken saatlerde Havana sokaklarında geceden kalma serseriler evlerin duvarlarına sırtlarını dayamış uyuyor. San Francisco Meydanı’nda sadece bir dilenci ayakta. Çeşmeden gecenin susuzluğunu gideriyor.”

GELEN ÖDÜL

Hemingway’ın dünyasını asıl değiştiren küçük balıkçı köyü Cojimar. Şöyle anlatıyor: “Küba, kuru esen rüzgar, güneşli bir gökyüzü, balıkçılarla dostluk, yemyeşil ağaçlar, yeniden keşfedilen çocukluk, Golf Stream’ın sıcak ve bereketli suları, yani yeryüzünde son kalan vahşi topraklardan biri. İnsanların lüks gemilerle, efsanelerle, yorgun kahraman ve yalanlarıyla gelmeden önceki son cennet...” Bu cennetin verdiği enerjiyle yeni bir romana başlıyor: “İhtiyar Balıkçı ve Deniz”.
“İhtiyar Balıkçı ve Deniz” romanı 1954 yılında Hemingway’e Nobel Edebiyat ödülünü getiriyor. Bu başarıyı bazı sanatçı dostları ve Cojimar balıkçılarıyla La Terrazza isimli restoranda kutluyor. Ödülünü Küba azizesi “Vierge de Charita”ya ithaf ediyor. Fidel Castro’nun “Onun kadar güzel bir roman okumadım” dediği “İhtiyar Balıkçı ve Deniz” aslında her mücadelenin iki tarafı olduğunun ve bir kazananın olacağının en güzel ifadesi...

Bu arada Hemingway, Ambros Mundos Oteli’ndeki odasında bir başka romanının sancılarını yaşıyor: “Çanlar Kimin İçin Çalıyor.“ Geceleri ise kendisini Bodeguita del Medio barının kucağına atıyor. Burada Kübalı sanatçı dostları, yurtdışından gelen misafirleriyle mekanın ünlü mojitosunu yudumluyorlar. Ne var ki özellikle bu barın iyice popüler olması ve bölgenin giderek kalabalıklaşıp, gürültülü hale gelmesi üzerine 1940’ta San Francisco de Paula kasabasındaki çiftlik evini (Finca Vigia) satın alıyor. Eski komşuları onun iyiliği, cömertliği konusunda hemfikir. Oğullarıyla kuş avına çıktığında yanında götürdüğü sodaları kasabalılarla paylaştığını, biri hastalandığında otomobiliyle Havana’ya hastaneye götürdüğünü ve ilaçlarını aldığını söylüyorlar.

BÜYÜK AVCI

Hemingway 22 yıl yaşadığı çiftliğini ve Küba’yı bir gün terk edip Florida’ya dönüyor. 22 Temmuz 1961’de en sevdiği tüfeğini ağzına dayayıp tetiği çekiyor. Kafka’nın Prag, James Joyce’un Dublin, Fernando Pessoa’nın Lizbon’la bütünleşmesi gibi Havana ile bütünleşen Hemingway neden Küba’dan habersiz ayrıldı ve şöhretinin zirvesindeyken intihar etti? Bu konuda iddialar farklı. Bazı Amerikalı yazarlara göre Kübalıların “Baba”sı Fidel Castro rejimine mesafeli yaklaşmış, devrimden büyük bir hayal kırıklığına uğramış, bunun sonucu depresyona girip, git-gel’lerinin kurbanı olmuştu. Elbette bunlar sadece iddia. 1960’da tedavi için ABD’ye gittiğinde Küba Devrimi’ni soran gazetecilere şöyle demişti: “Bizler, dürüst insanlar Küba Devrimi’ne inanıyoruz...” Yazarın son günlerine tanık olanlar ise intiharı şöyle açıklıyor: “Çok hastaydı. Cilt kanseri hızla ilerliyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda İtalya Cephesi’nde yaralı taşırken bacağından aldığı kurşun yarası onu hareketsiz kılıyordu. Hayatı macera peşinde geçen, yemeği, içmeyi ve güzel kadınları (4 kez evlendi) seven biri için hareketsizlik korkunç bir hale gelmişti. O büyük bir avcıydı. Ama bu kez kendisi av olmuştu. Azrail’in peşinde koştuğu bir av. Onun pususuna düşmektense Büyük Avcı avına acımadı ve tüfeğini ağzına sokup tetiği çekti. Böylece ruhunu ve hayaletini çok sevdiği Küba’nın gökyüzüne doğru yolcu etti.”

MUJİTO

Ve dünyanın en ünlü kokteyili Mojito; Mojito aslında korsanların içeceği olarak da biliniyor. Küba’daki barlarda Hierba Buena (acılı nane) ile hazırlanıyor. Bazen limon, maden suyu, yeşil limon kabuğu eklense de özünde acılı nane yatıyor. Kökeni ünlü İngiliz korsan Francis Drake’e kadar uzanıyor. Dünyanın tüm denizlerini dolaşan bu korsanın Küba’da bugün Gençlik Adası (İsla de la Juventud) denen yerde bir sığınağı vardı. Aynı adayı Robert Louis Stevenson “Hazine Adası” romanında da kullanmıştır. Draque ve arkadaşları bir gün, büyük bir soygunun ardından adaya sığınır. Keyiften Küba romunun atası olan “tafia”yı nane yaprakları ve yeşil limon parçalarıyla karıştırıp içerler. Adını “Draquecito” koyarlar. İçki, İngiliz donanmasından kaçan gemicilerce dünyaya yayılır. 1919-1920 arasında Küba mafyası romu rahat içilebilir hale dönüştürmeye girişir. 1946’da La Bodeguita del Medio’nin patronu Draquecito’ya şeker, limon ilave eder. İcat ettiği kokteyle “mujito” adını verir. Nemli anlamına gelen “Mojadito” ve bir Küba sosu olan “mojo” kelimelerinden üretilen mujito zamanla Küba’nın ulusal içkisi haline gelir.

HEMİNGWAY İÇKİSİ

Bir de La daiquiri var elbette... Küba’daki sayısız efsanelerden birine göre bu sert kokteyl, Ernest Hemingway ve “Floridita” barının sahibi Constantino Ribalaigua tarafından keşfedilmiş. Beyaz rom, şeker, yeşil limon ve kırılmış buz parçacıklarıyla hazırlanıyordu. Hemingway ise duble romlu ve şekersiz içiyordu. Çünkü Hemingway şeker hastasıydı ve Küba’lılar Daiquiri’nin Hemingway için geliştirilmiş bu versiyonuna “Papa’s Special“ adı veriyorlar. Hemingway her sabah saat 10’da Floridita barına gelir, sandalyesine oturur, şoförünü 100 metre ilerdeki Plaza Hotel’den gazetesini almaya gönderir ve Daquiri’sini içerdi. Kendisine ait içki rekorunu da yine Floridita barında gerçekleştirmiş ve bir gecede tam 15 kokteyl içmişti.

Dergiler Haberleri