Birbirimize Gerçeği Söylemedikçe…

Birbirimize Gerçeği Söylemedikçe…

Şevki Kıralp
sevkikiralp@gmail.com

Dünya ve insanlığın seyri gerçeğe doğru akar. Gerçeği birbirimize söylemek istemesek de döner dolaşır ve hayatın akışı bizleri gerçeklerin karşısına diker. Kadın-erkek ilişkilerinden arkadaşlıklara, iş ilişkilerinden sosyal ilişkilere, siyasetten ekonomiye, sağlıktan uluslararası ilişkilere kadar bütün hayat söylemek istemediğimiz gerçekler üzerine şekillenir ve eninde sonunda o söylemek istemediğimiz gerçekler doğrultusunda netice alır. Kıbrıs’ın Kuzeyinde yağmur yağınca her yeri sel alıyor, “böyle olacağı belliydi” diyoruz. Anayasa değişikliği girişimi fiyaskoyla neticeleniyor “böyle olacağı belliydi” diyoruz. Ülke gençliğini zor durumda bırakan dengesiz koşullar bir türlü düzeltilemiyor “böyle olacağı belliydi” diyoruz. Kıbrıs görüşmeleri çöküyor, “böyle olacağı belliydi” diyoruz. Peki, o zaman sorun nerede? Sorun gerçeği görüp de bakış açısını saptırarak olayların akışını farklı algılamaya çalışmamızda. Siyasal seçkinlerimiz gerçeği söylemiyor. Türkiye gerçeği söylemiyor. Rum toplumu gerçeği söylemiyor. Dünya gerçeği söylemiyor. Peki biz? Söylüyor muyuz? Elbette hayır. Bu yazımı hepimizin bildiğimiz ama bir türlü ağzımızdaki baklayı çıkararak dillendiremediğimiz bir takım gerçekleri ifade etmek için kaleme alıyorum.

Türkiye’nin söyleyemediği gerçekler:
Türkiye’nin yetkili ağızları “biz barıştan yanayız, oturun anlaşın” şeklinde çağrıları dile getirmekten çekinmiyor. Kıbrıslı Rumlara “biz sizi tanımıyoruz, sizi muhatap almıyoruz, Kıbrıslı Türkler ile görüşün” diyorlar. Kıbrıslı Rumlar Türkiye’nin Kıbrıs’ta garantör olmasına tamamen karşı çıkıyor. Türkiye garantörlük hakkından vaz geçse çözümün önündeki en önemli anlaşmazlıklardan biri ortadan kalkmış olacak. Ama Türkiye garantörlük hakkından vaz geçmekte de gönülsüz, kolordusunu Kıbrıs’tan çıkarmakta da. Bu gerçeği dile getirmiyor. Peki, Türkiye “plajları güzel” diyerek mi Kıbrıs’ta? Elbette hayır. Ege adalarının büyük bir kısmı Lozan Antlaşması’nda İtalya’ya bırakılmıştı. Fakat bu adalar zaman içerisinde Yunanistan’a devredildi ve Türkiye Ege’de ciddi kıta-sahanlığı sorunlarıyla karşı karşıya kaldı. Daha da mühimi, Türkiye Batı sahillerinin güvenliği açısından dezavantajlı bir durumla karşılaştı. Aynı durumu Kıbrıs’ta da yaşamak istemiyordu, bugün de istemiyor. Haliyle, hassasiyetlerinin dışlanacağı bir çözümden yana değil. Öte yandan Kuzey Kıbrıs Sorununda “bizi Ankara yönetiyor” diyoruz. Doğrudur, gençliğin şimdiki durumundan, Kıbrıs’ın Kuzeyinin aksaklıklarından Ankara da sorumludur. Ankara “boş verin üretimi, memur olun rahat edin, sıkışırsanız bana gelin” dediği zaman ne olmuştu? Arsayı, villayı, maaşı ve arabayı garantiye alan “ben kurtuldum” deyip susmuştu. Peki, Ankara bu politikaya nereden hükmetmişti? Rüyasında mı görmüştü? Washington mu söylemişti? Yoksa bizi tanıyınca mı böyle bir yolu cazip bulmuştu? Her üçü de ihtimal dâhilinde ama bence üçüncüsü daha yüksek bir olasılık. Bundan dolayı, “Türkiye haksızdır” demeye dilim varmıyor.

Kıbrıslı Rumların söyleyemediği gerçekler:
Kıbrıslı Rumlar 50 yıl önce bizim kadar köylüydü, ama şimdi bizden çok daha Avrupalıdırlar. Nereden mi biliyorum? Otoyollarının ferahlığından ve güvenliğinden, yolları ve sokaklarının tertemiz oluşundan ve en önemlisi de yağmur yağdığı zaman şehirlerinin en işlek noktalarının sele teslim olmayışından. Kıbrıslı Rumlar topraktan ve ticaretten kopmadılar. Şu anda ekonomik krizle yüzleşiyor olsalar da bir Kıbrıslı Rum işsizin eline geçen işsizlik ücreti ve kira katkısı Kıbrıs’ın Kuzeyinde 8-9 saat çalışanların bir bölümünden, özellikle de gençlerden fazladır. Ada nüfusunun halen daha ezici çoğunluğunu oluştururlar. Rum toplumunun çoğunluğunun Kıbrıslı Türklere karşı ırkçılık düzeyinde bir karşıtlık içerisinde olduğunu söylemek haksızlık olur. Hatta çoğunlukları Kıbrıslı Türkleri yurttaş olarak görmekte sorun yaşamıyor. Ama nasıl denir: “iş başka, dostluk başka”. Federal çözümü kabul etseler Kıbrıs Sorunundan kurtulacağız. Ama kabul edemiyorlar. Neden mi? Ekonomik alt yapıları bize kıyasla çok daha gelişmiş. Sosyal hizmetleri de öyle. Biz onlara ne diyoruz: “Kuzey bizim, Güney sizin, Türkiye garantör”. Rumlar da kendilerini bizlere silah tehdidiyle taviz verecek durumda hissediyor ve adım atmak istemiyor. Haksızlar mı? “Haksızlar” demeye dilim varmıyor.

Siyasal seçkinlerimizin söyleyemediği gerçekler:
Sadece şimdikiler değil, gelmiş geçmiş bütün liderler, hükümetler ve vekiller bizleri bir ölçüde üzdü. Şimdikilere bakarsak, çağdaş demokrasi ilkelerini benimsemiş bir avuç vekilinin çabalarıyla eşcinsel ilişki suç olmaktan çıkarıldı ve devlet kurumlarına şeffaf olmak yönünde bir iki yasal zorunluluk getirildi. Bu icraatlar önemliydi çünkü toplum için farklılıklara karşı daha kabullenici ve devlet için topluma karşı daha hesap verici bir vizyonu temsil ediyorlardı. Fakat Anayasa değiştirilemedi, gençliğin içine düştüğü dengesiz gelir dağılımı darboğazı çözülemedi. “Bizi yönetenler hayırsız”, “bizi yönetenler Ankara’dan emir alıyor” diye söylenip duruyoruz. “Göç yasasını değiştirmek için kaynak bulun, olmazsa kendi maaşlarınızdan kesin” diyoruz. Hiç kimse de “benim maaşımdan %5 ek vergi alın da göç yasası mağduru bir gence artış verin” demiyor. Bir Allah’ın kulu da “ben bu yıl 13. Maaş istemiyorum” demiyor. Kuzey Kıbrıs uluslararası hukukun dışında, uluslararası ekonominin dışında bir toprak parçasıdır ve nereye el atsan çürür durumdadır. Çocukken annem ve babamla bir yaz tatilinde Türkiye’ye gidiyorduk. Hayalim kokpite girmekti. Bin bir ısrarla kendimi kokpite aldırmıştım. Bir hostesin nezaretinde içeriye girdim. Pilot ve yardımcı pilotlara bir baktım ki ellerinde purolar ve viskiler. Çocuk aklı ya, kaptan pilota “siz alkollü mü uçak kullanıyorsunuz” diye sormuştum. O da kahkaha atmış ve bana “uçağı biz kullanmıyoruz ki, uçak ayarlanmış, kendisi gidiyor, biz sadece uçağı indirip kaldırıyoruz” demişti. Ben de “peki siz niye bizimle oturmuyorsunuz da burada oturuyorsunuz?” diye sormuştum. Kaptan pilot yine gülmüş ve “biz burada olmazsak yolcular korkar” demişti. Ben de bizim liderlerimizi, hükümetlerimizi, vekillerimizi ve yerel yöneticilerimizi işte tam da bu hatıramdaki pilotlara benzetiyorum. KKTC adlı uçak bir şekilde zaten otomatiğe bağlanmış uçuyor, korkmamak için birilerini kokpite koyuyoruz. Ve bence, siyasal seçkinlerimizin bizlere söyleyemediği gerçek işte bu…

Dünya’nın söyleyemediği gerçekler:
Kıbrıs bir milyon yüz bin insanın yaşadığı küçücük bir ada. Kuzeyinde ise 300-400 bin insan yaşıyor. Bu nüfusun AB ekonomisi ve küresel ekonomi için bir fazla bir şey ifade edemeyeceği, en azından bir sanayi gücü oluşturamayacağı ortada. Kaldı ki yanı başımızdaki Orta Doğu’da her gün savaş ve kıyım var. Bu şartlarda, yani Orta Doğu istikrarsızken kimse Kıbrıs’ta kararlı davranıp çözüme yönelmeye kolay kolay cesaret edemez. Kaldı ki günümüz Avrupa’sının hukuki, iktisadi ve siyasal temellerini atan liberal düşüncede toplum değil, birey ön plandadır. Zaten AB birey olarak hiçbir Kıbrıslı Türkü dışlamış değildir. Fakat toplum “haksız ambargolar (!)” sebebiyle dışlanıyor. Şu an AB iradeli ve mobilize olmuş bir toplum görmüyor. Annan dönemi sonrasında “e Urum bizi istemez” gerekçesiyle bir yılgınlığa düştük. AB’nin arzuladığı üretken bireyler ve iradeli, diri bir toplum olmaktan uzaklaştık. Bu şartlarda Dünya ve AB haksız mı? “Haksız” demeye dilim varmıyor.

Bizim birbirimize söylemediğimiz gerçekler:
Öncelikle, Kıbrıs Türk toplumu Kıbrıs’ın Kuzeyinde yaşayan, yani gerçekten de Kıbrıs’ın Kuzeyinde “yaşayan”, kelimenin tam anlamıyla varı yoğu Kıbrıs’ın Kuzeyi olan bir toplumdur. Yanı başımızdaki ülkelerde sular kaynıyor. Orta Doğu’da bütün dengeler alt-üst olmuş ve can pazarı var, Türkiye kargaşaya sürükleniyor. Bizim bunlara kafa yorduğumuz var mı? Birkaç köşe yazarımız hariç Orta Doğu ve Türkiye’deki son gelişmelerin lafını bile eden yok. Yıllarca arabalarımızın yeni, evlerimizin lüks, maaşlarımızın dolgun olması ile yetindik. Her türlü güvenlik önleminden yoksun “anayollar (!)”, alt yapısız çarpık ve plansız kentleşme pek çoğumuzu fazla rahatsız etmedi. Kaldı ki 10 yıldır birey olarak AB vatandaşı olmamıza rağmen toplum olarak AB’nin fiilen dışında kaldığımıza bile artık aldırdığımız yok. Bugün “Kıbrıs Sorunu çözülmezse mahvolduk” diyoruz. “Gençlerimizin geçim şartları zorlaşıyor” diyoruz. Peki, bu şartların düzelmesi için ne yapıyoruz? Kıbrıs Sorununun çözülmesi için ne yapıyoruz? “Gemisini kurtaran kaptandır arkadaş!”. Yani aslında kendini kurtaran kurtardı, gerisinin “Allah yardımcısı olsun”.
Az önce de ifade ettim, AB için birey esastır. Ancak bu birey özgürlükçü bir birey olmalı ve AB vatandaşı iken AB’den dışlanmış olmayı bu kadar rahat hazmetmemeli. “Ben kurtulayım da bana ne diğerinden” diye düşünen, kendisinin kurtulduğu koşulların arkadaşı için var olmadığını görüp de umursamayan birey Avrupalı değildir. Hem Türkiye’ye hem AB’ye, hem KKTC’ye hem Kıbrıs Cumhuriyeti’ne “ne seninle ne sensiz” diyerek gençliğini heba eden bir toplum da Avrupalı değildir. Mevcut koşulların bütününden en sağcısından en solcusuna hepimiz şikayetçiyiz. Ama toplumsal irade yok. İrade yoksa çözüm de yok. Kaldı ki çözüm isteyen de yok. Varsa da bir avuç azınlık. Kıbrıs’ın Kuzeyinde bugün birbirine kenetlenmiş sonuç arayan bireyler yok. 10 yıl öncesinin yurt ve yurttaş sevgisi ile dolu toplumu yok. Demek ki Kıbrıs Türkü’nün ortak aklı, yani toplumsal iradesi, halinden memnun olanın durumunu korumak uğruna geleceğin kaçınılmaz toplumsal çöküşüne aldırmamasını normal sayıyor. Bütün bunların derdini bir avuç azınlık çekmek zorunda. Peki, biz haksız mıyız? Evet haksızız. En azından birbirimize gerçeği söylemeliyiz. Gerçek şu ki, Kıbrıs’ın Kuzeyinde hem Kıbrıs Sorununun hem de Kuzey Kıbrıs’ın Sorunlarının çözülmesini gerçekten isteyen ve bunun için harekete geçmeye hazır insan sayısı çok çok azdır…

Dergiler Haberleri