Bir zamanlar bir Karen Fogg vardı.
Hatırlarsınız.
1998-2002 yılları arasında, AB Komisyonu’nun Ankara Temsilcisi olarak görev yapmış, İngiliz diplomat.
Kıbrıs sorunuyla da yakından ilgilenen bu AB temsilcisinin, Denktaş karşıtı elektronik postaları büyük olay olmuş, ‘Kıbrıslı Türkler’in Türkiye’ye karşı mücadele etmeleri, bağımsızlıkları için gerekirse sokağa dökülmeleri gerektiği’ yönündeki açıklamaları, gündemi hayli meşgul etmiş ve hem Türkiye’de hem de Kuzey Kıbrıs’taki milliyetçi kesimlerin hedef tahtası haline gelmişti.
O dönem Avrupa Birliği fonlarından faydalanan sivil toplum örgütleri ve çözüm yönünde kalem oynatan birçok gazeteci, bizzat Cumhurbaşkanı Denktaş tarafından ‘parayla satılmışlar’ olarak yaftalanmış ve yine Denktaş’ın yakıştırmasıyla; ‘Karen Fogg’un çocukları’ ilan edilmişlerdi.
Çok kollu bir toplum mühendisliği operasyonu devreye sokulmuş, adada uyanışa geçen çözüm direnci, bu operasyonla bastırılmaya, sindirilmeye çalışılmıştı.
Hatta ilerleyen zamanlarda iş öyle bir noktaya gelmişti ki, referandum talebiyle meydanlara inen herkesin AB tarafından ‘ödendiği’ dahi iddia edilmeye başlanmıştı.
Yani özetle hepimiz, ‘satılmıştık!’
***
Rauf Denktaş’ın, ‘ Avrupa Birliği halkı kandırmak için, burada ve Türkiye’de sağa sola dünyanın parasını dağıtıyor’ demesinin 17’nci yılında, benzeri bir operasyonun tomurcuklanmaya başladı yeniden.
Hortlatılmaya çalışılan bu ‘satılmışlık’ hastalığının bu kez hedefinde ise Nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi var.
Üstelik bugün bu ‘algı operasyonunun’ ön cephesine, ne yazık ki dünün ‘satılmışları’ sürülmeye çalışılıyor.
Kıbrıs’ta federal çözüm direncinin bir kez daha ‘bastırılması’ ve ‘sindirilmesi’ gereken bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye’nin Kıbrıs sorununda (ya da aslında Kıbrıs’ın kuzeyinde) ipleri tam anlamıyla ele geçirmesinin önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor.
Bunun için de Cumhurbaşkanlığı seçimi bulunmaz bir fırsat.
Bu fırsatın ‘en iyi’ şekilde değerlendirilmesinin yolu da çözüm yanlılarının birbirine kırdırılması.
Öyle görülüyor ki sol güçler seçime iki adayla girecek; bunlardan biri Akıncı, diğeri de yüksek ihtimalle Erhürman.
Bu adaylardan sadece birinin ikinci tura kalması durumunda, oyların önceki seçimde olduğu gibi o biri etrafında birleşeceğine şüphe yok.
Ancak her yarışın doğal gereğidir ki öncesinde, herkes kendi gönlündeki adayın kazanması için uğraşacak.
Bu uğraş verilirken kullanılacak yöntem ve söylem ise bize ya centilmence bir yarış izlettirecek ya da yukarıda bahsettiğim o federal çözüm direncinin sindirilmesi amacıyla yürütülen operasyonun kurbanı olacak.
17 yıl öncesinin çözüm iradesinin AB tarafından satın alındığı propagandasını pompalayan güçler, bugün benzer bir karşı propagandayı sürdürüyor.
Seçime daha altı ay olduğu dikkate alındığında, bu operasyonun önümüzdeki günlerde daha da tırmandırılacağı ortada.
Burada, Kıbrıs’ta barışı hedefleyen herkese çok ama çok büyük bir görev düştüğü kanaatindeyim.
Adaylar arasındaki o doğal seçim rekabetinin hengamesi içerisinde, farkında olmadan bu ‘satılmışlık’ propagandasına prim verilmemesi, hayati önem taşımaktadır.
Şili’de on binlerin bugünlerde meydanlarda hep bir ağızdan haykırmakta olduğu ‘El Pueblo Unido’da bahsedilen o birliktelik, bugün biz Kıbrıslılar’ın da en çok ihtiyacı olan şeydir:
El pueblo unido, jamás será vencido!
Birlikte hareket eden bir halk, asla yenilmez!