BİRLİKTE SEVİNMEK

Neşe Yaşın

İnsanlığın en büyük problemi ölümle olmuş hep. Öyle olmasa ölümsüzlüğü temsil eden Tanrıları yaratmazdı. Ölümlü olup ölümsüzlük fikrini içinde taşımak insanın en büyük trajedisi. İçinde yaşadığımız güzel ilişkiler, güzel zamanları da hep ölümsüzlük katına çıkarıyoruz, hiç bitmeyeceklermiş, sonsuza kadar süreceklermiş gibi yaşıyoruz. Onların yaşamaya devam ettikleri yer belleğimiz oysa. Bellek ise bunca yükü taşıyabilmek için bazı kayıtları silikleştirmek zorunda. Hatırlayabilmek için unutmalıyız. Başlayabilmek için de bitirebilmeliyiz.

İnsan ömrü uzuyor ama zaman daha hızlı geçiyor çağımızda. Çocukluğumda günlerin ne kadar uzun olduğunu yalnızca bir çocukluk deneyimi olarak anımsamıyorum, bence başkaları için de uzundu günler, böylesine dolu dolu değillerdi çünkü. Çalışanların vahşi kapitalizme karşı talebi olan 888 formülü, 8 saat çalışma, 8 saat kendine zaman ve 8 saat uyku günümüz için olukça tuhaf. Daha az uyunuyor, uykudan kaçınılıyor artık, iş saatleri ise evden yapılan çalışma ile farklı bir zaman sürecine yayılıyor.

Güzel anılarla dolu bir yazın ardından gerçek hayata döndüğüm bu günlerde kopuşların ne kadar ağrılı olduğunu düşünüyorum. Her zaman zor geçmiştir Üniversitenin yeniden açıldığı, çalışmaya başladığım bu ilk haftası Eylül’ün. Sonradan rutine geçilince keyifli bile gelir ama bu tatile veda sancısı zorluyor insanı. Anılar uğulduyor şu an bir kovan haline gelmiş kafamda. Her bir anın tadı, kokusu, ruhu birbirine karışmış; yeni duruma uyum sağlarken önünü kesiyorlar insanın. Bir yandan güzel anların verdiği sonsuz bir enerji ile doluyum bir yandan da onların duygusunu bir durağanlık içinde sindirme isteği galip geliyor. Tarif edilemez olan bir biçim alıp sabitlenmedikçe huzur vermiyor.

Her şeyin bir sonu var, oysa sonsuzluk hissi bizi kanatlandıran. Bir kum tanesi kadar küçük ve önemsiz olmak ama aynı anda bütün bir evrenin imgesini içinde taşımak ne kadar trajik. Hem bir hiçim hem de çok önemliyimin kavgaya tutuşması birbiriyle.

Her anı bir kurgu aslına bakılırsa. Yaşananı anlatıya dönüştürürken filtre uyguluyor, montaj yapıyoruz. Kötü bir anıyı karanlık dehlizine gömmeye meylediyor bellek. Gömülse bile yası bir biçimde lekeliyor ruhu. Zayıf bir anda hortluyor o kahrolasıca anı.

Acı-tatlı bir serüven işte yaşamak dedikleri. Güzel anıların bile bir başkasının içini burkup kıskançlığa dönüşebiliyor. Mutlu olmak bir suçluluk olarak dönebiliyor sana. Haset dolu bir bakış, kötü bir enerji dengeni bozabiliyor güzel bir yaşanmışlığın ardından. Kendi bünyende bile sürüyor bu Erotas, Thanatos çatışması. Bu kadar mutlu olmayı hak etmediğini düşünüp kendin bozuveriyorsun güzel bir gidişi. Başkalarının kederi bir suçluluğa dönüşüp bozuyor kimi zaman da dengeni.

En büyük tatmin, başkaları için, insanlık için bir şeyler yapmakta, sonsuzluğa doğru bir söz söylemekte aslında. Hepbirlikte sevinmekten daha güzeli yok.

Bazen öyle kolaydır ki başkalarını mutlu etmek. Güzel bir söz, bir çiçek güzelleştirebilir dünyayı. Kimileri karanlık getirir kimileri birer ışık taşıyıcıdır. Karanlık getiren kendi de nasibini alır karanlıktan, ışık ise getireni de aydınlatır.

Geçmiş sayısız kalp kırıklıkları ile dolu olsa da ışıtmayı başarabileceğimiz bir gelecek var önümüzde. Kendimiz için değil ama başkaları için bir şeyler yapmayı planlarsak bu bize de bir ödül olarak dönecektir. Işıttığımız dünya bizi de gönendirecektir sonuçta.

Eylül’e güzel duygularla başlayalım düşen yaprakları yeni başlangıçların habercisi olarak görelim, hasat mevsiminde olgunlaşmanın zaferini kutlayalım derim.

Hayat geçiyor ama anılar sepetini dolduruyor bir yandan da. Çürük bir incir varsa atalım onu sepetimizden. İçine eğilip kötülüğü kovacak büyülü sözler filan fısıldayalım. Sanatla arıtalım geçmişi. İnsanlık yüzyıllara yayılmış bir deneyime sahip. Bunca kötülüğe rağmen ayakta durabiliyorsak biraz da o sepetteki iyilikten dolayı bu.