Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy
Vamık Volkan 1979 yılında İngilizce olarak yayınlan ve bazı eklerle 2008 yılında Türkçe dilinde yeniden basılan “Kıbrıs: Savaş ve Uyum” başlıklı kitabında bazı çevrelerin bir “Kıbrıs ulusu” yaratma peşinde koştuğunu iddia ediyor. “Brookings konferansındaki bir devlet adamının dayanamayıp şöyle patladığını hatırlıyorum: ‘Bu insanların (Kıbrıs’ta yaşayanların) nesi var? Neden bir araya gelip (vurgu orijinal NK) bizim Amerika’da yaptığımız gibi tek bir ulus olamıyorlar?” (Kıbrıs: Savaş ve Uyum, s, 51) Volkan, kırk sene önce Amerikalı bir siyaset adamının ağzından duyduğu bu sözleri Kıbrıs’ta bir ulus yaratma “tehlikesinin” kanıtı sayıyor ve sık sık bu endişesini dile getiriyor. Örneğin, 15 Haziran 2008 tarihli Zaman gazetesine verdiği bir mülakatta şunları söylüyor: “Amerikan hariciyesinde Kıbrıs meselesi konuşulurken duyardım ben. Ve orada bir şeyin farkına vardım. Bir diplomat geliyor bağırıyor. Diyor ki: "Ne biçim insanlar bu Rumlar ve Türkler. Bunlar niye bizim gibi olmuyorlar?" Biliyorsunuz Amerika'nın doğuşu siz Polonyalısınız, siz Yunanlısınız, ben Türk'üm bir araya geliyoruz, Amerikalı diyoruz kendimize. O modeli istiyorlar. Kıbrıs'ta bir Kıbrıslı milleti yaratmak fikri o zamandan beri vardı. Bu politika üzerinde epey para harcandı. Hâlâ da harcanıyor. (…) Kıbrıs çok küçük bir yer. Amerikalı bakıyor halkı Kıbrıslı yapalım problem bitsin!” 16 Mart 2009 tarihli Star gazetesine verdiği bir mülakatta da benzer şeyler söylüyor: “Şu basit gerçeği ifade etmek hiç zor değil: "Kıbrıslı" diye bir Millet yoktur. Kıbrıs’ta yaşayan halk ya Rum’dur ya da Türk’tür. Amerika ve Avrupa, açıkça ifade etmeseler de bir "Kıbrıslı" milleti ortaya çıkartmak istemektedir.”
Oysa Kıbrıs Sorunu ile ilgilenen herkes bilir ki, “Kıbrıs ulusu vardır” diyen biri olmadığı gibi, “Kıbrıs ulusu” yaratma peşinde koşan biri de yoktur. Vamık Bey, yine de ısrarla yabancı güçlerin, ABD ile AB’nin Kıbrıs ulusu yaratmak için çalıştıklarını, bu uğurda para harcadıklarını ileri sürüyor. Hâlbuki ABD’nin ve AB’nin desteklediği çözüm planlarında ve ortaya koyulan bütün çözüm parametrelerinde adada yaşayan iki ayrı ulusal toplumdan yola çıkılıyor ve toplumların kimlikleri yadsınmadan, eşitlik temelinde federal bir siyasi çatı altında bir araya gelmeleri öngörülüyor. Vamık Bey’in asıl sorunu da galiba budur. Vamık Volkan federal çözüme karşıdır. Ulusal komünitelerin birbirinden tamamen ayrı olmalarını istiyor. Nitekim 16 Mart 2009 tarihli Star gazetesine verdiği mülakatta aynen şöyle diyor. “Yunanistan’la Türkiye arasında bir hudut olduğu gibi Kıbrıs’ta da Rumlar ve Türkler arasında bir hudut olmalıdır. Kıbrıs küçük bir yer olduğu için bu hudut "delikli peynir" gibi olabilir.” Bir başka mülakatında da benzer görüşleri tekrarlıyor: “Bu senin tarafın, bu benim tarafım. Bu senin kimliğin, bu benim kimliğim. Sen Rum'sun, ben Türk'üm. Ama aynı adada yaşıyoruz. Sen bu tarafta yaşıyorsun. Ben burada yaşıyorum. Aramızda bir hudut olsun. Ama hudut delikli peynir gibi olsun. Deliklerden gidersin, istediğin zaman merhaba dersin. Beraber yemek yersin. Ama evine dönersin. Delikli peynir stratejisi geliştirecek bir politika lazım.” (Zaman gazetesi, 15 Haziran 2008) Görüleceği gibi, Vamık Volkan iki toplumu birbirinden “hudutla” ayırmayı düşünüyor, yani, ayrı egemenliğe dayalı iki ayrı devlet modeli öneriyor. Federal bir devlet çatısı altında yaşama fikrine karşı çıkıyor ve federasyonu neredeyse “milli Rum” görüşü olarak takdim ediyor: “federasyon olup da Rumlar hepimizi tekrar bir araya sokmak isterlerse, o zaman kan dökülecek. Bu nedenle iki etnik grubun yan yana yaşaması için bir şey bulunacak.” (Aksam Gazetesi, 19 Şubat 2011) Vamık Volkan açıkça kalıcı bölünmeye inanıyor. Yani, Türk milliyetçiliğinin klasik Taksim tezini benimsiyor. Milliyetçi görüşlerini haklı çıkarmak için olmayan ve olmasını kimsenin savunmadığı bir “Kıbrıs ulusu” hayaleti keşfediyor ve milliyetçi eğilimlerini kamufle etmeye çalışıyor.
Vamık Volkan’a göre Kıbrıslı Türkler, özellikle de gençler, bir yandan yabancı propagandanın etkisi altında olduklarından, diğer yandan da tanınmış bir geniş grup kimliğine ihtiyaç duyduklarından, kendilerini “Kıbrıslı” olarak tanımlamaya eğilimlidirler. Bu da “kimlik karmaşasına” yol açtığı gibi, Kıbrıslı Rumların işine gelen bir durum yaratmaktadır. Herkes kendini “Kıbrıslı” olarak tanımlarsa, o zaman adayı Kıbrıslı Rumlar yönetecek ve Kıbrıslı Türkler “azınlık statüsüne” düşeceklerdir. (Kıbrıs: Savaş ve Uyum, s.209) Volkan’ın görüşleri ile Denktaş’ın görüşleri tamamen örtüşüyor. Hatta Denktaş, etnik milliyetçi bakış açısını haklı çıkarmak için Volkan’a başvuruyor: “Uzman psikologlar gençlerimizin kimlik bunalımı içinde olduklarını söylüyorlar. Kendini “Kıbrıslı” addeden Rum genci için “Kıbrıslılık, Kıbrıs’ta yaşayan Yunan asıllı insanların kimliğidir. Çünkü Kıbrıs Yunandır ve kendileri de “ellinokipriyo”dırlar yani Elen Kıbrıslılar. (...) Bizde “Kıbrıslılık”, Türk’ün yaşadığı coğrafyanın adı olmaktan çıkarılmış, Kıbrıs’ta yaşayanların (Rum-Türk ayırımı yapılmaksızın) kimliği haline getirilmek için bir gayret vardır.” (R. R. Denktaş, 29 Temmuz 2009, Kıbrıs Postası)
Vamık Volkan, hangi görüşten olursa olsun, hangi kimlik beyanında bulunursa bulunsun, hiç bir Kıbrıslı Türk’ün azınlık statüsünü kabul etmediğini bilmiyor veya bilmezlikten geliyor. Fakat başka cümlelerine bakınca, “Kıbrıslılık” fobisinin gerçek nedenleri daha iyi anlaşılır. Vamık Bey şöyle diyor: “Bu Kıbrıslı işi ortaya çıktı. Eskiden Türk'sün ama Kars'ta yaşıyorsun. Türk'sün ama İstanbul'da yaşıyorsun. Türk'sün ama Lefkoşa'da yaşıyorsun. Şimdi Lefkoşa'da yaşayan Türk Kıbrıslı diyorlar. Kıbrıslı Türk değil. Gazetelerde bile böyle yazılıyor artık. (…) Türk Kıbrıslıyım dediğinde, Kıbrıslı olmak daha önemli. Bu Kıbrıslı olma baskısı yavaş yavaş girdi. ” (Zaman Gazetesi, 15 Haziran 2008)
Görüleceği gibi, Vamık Bey, Türkçülük ideolojisine dayalı organik bir ulus anlayışından yola çıkarak, “ha Kars’ta yaşıyorsun, ha “Kıbrıs’ta ne fark eder” demeye getiriyor.
Vamık Volkan, “kimlik karmaşasının” bir nedenini de yabancıların benimsediği Kıbrıs Rum tarih anlayışının Kıbrıslı Türkler arasında yaygınlık kazanmasına bağlıyor. Şöyle diyor: “Tuhaf olan (vurgu orijinal NK) bu algının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki genç kuşaklar arasında da yayılmış olmasıdır.” (Savaş ve Uyum, s. 206) Bu yüzden de 2007 yılında Kıbrıs Türk tarih kitaplarının değiştirilmesini sert biçimde eleştiriyor. Kıbrıslı Türklerin tarihlerinin bir bölümünü “kendilerinin sildiklerinin somut kanıtları olduğunu” ileri süren Volkan, 30 Mart 2007 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan bir makaleye dayanarak Avrupa Birliğinin “Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasındaki barışın gelişmesi için 69.000 dolar verdiğini”, yeni kitapların “1974 harekatına değinmediğini” ve “Denktaş’ın fotoğrafına yer vermediğini” söyleyerek, şöyle devam ediyor: “Benim için (…) onun adını (Denktaş’ın NK) silmek tarihi silmekle eş anlamlıdır”. (Kıbrıs: Savaş ve Uyum, s. 206)
Oysa tarih kitaplarının değiştirilmesinin kaçınılmaz olduğunu Vamık Volkan herkesten daha iyi bilmeliydi. Çatışma-çözümcü yöntemin önemli unsurlarından biri de tarih kitaplarında başkalarını ötekileştiren, milliyetçi önyargıları güçlendiren bölümlerin gözden geçirilmesidir. Ayrıca, sabit bir “geçmiş” olmadığını, geçmişin sürekli olarak yeniden okunduğunu ve yazıldığını günümüzde herkes biliyor. Tabii milliyetçi saplantı içinde olmayanlar… Örneğin Kıbrıs Rum toplumunda tarih kitaplarının değiştirilmesine en çok karşı çıkanların başında Başpiskopis II. Hrisostomos gelir. O da Vamık Bey gibi, “geçmişin silinmemesinde” ısrar ediyor…
Bazı gençlerle yaptığı görüşmelerde sonra “şaşkınlığa uğradığını” belirten Vamık Volkan, şaşkınlığının nedenini şöyle anlatıyor: “Görüştüğüm gençlerin tümü de dedeleri ve ninelerinin yakın geçmişinden habersiz görünüyordu. (…) 250 Kıbrıslı Türk ailenin, çocuklarını Rum tarafında Kıbrıslı Türklerin yaşadığı ağır ve kronik travmanın anlatılmadığı ortaokul ya da liselere gönderdiklerini öğrendim. 10-20 kadar Türk çocuğunun da Kıbrıs Rum kesimindeki ilkokullara gönderildiğini öğrendim. (…) Bazı ebeveynler çocuklarının sınırı geçip Rum kesimine girdikten sonra aşağılanmalara maruz kalacaklarının bilincindeydi ancak buna rağmen çocuklarını oraya göndermeye devam ediyorlardı.” (Kıbrıs: Savaş ve Uyum s.207) Görüleceği gibi, Vamık Volkan iki toplum arasında ilişkilerin gelişmesinden, karşılıklı etkileşimden, “hafıza değiş-tokuşundan” rahatsız oluyor.
Vamık Volkan’ın temel tezleri bilimsel açıdan yanlışlarla dolu ön kabullere dayanıyor. Israrla vurguladığı “Kıbrıs ulusu” yaratma projesi ne dün vardı ne de bugün var. Dünyanın Kıbrıs sorununa önerdiği çözüm, en iyi durumda, gevşek federasyon olarak adlandırılabilir ki, bu, 1974 sonrasında Türk tarafının resmi tezi olarak masaya getirildi, sonra da “iki devletli çözüp” denilerek unutuldu.
Vamık Volkan’ın kimlik anlayışı sosyal bilimlerde hiçbir geçerliliği kalmayan “primordialist”, özcü bir anlayıştır. Bu anlayışta modern kolektif kimliklerin değişmeyen bir özü vardır. Bu yüzden de şekillendikleri tarihsel koşullar ortadan kalksa bile, kimlikler hiçbir değişime uğramadan varlıklarını aynen korurlar. Bu özcü kimlik anlayışını o kadar ileri götürdü ki, Kıbrıslı Rumların Mavi pakette ambalajlanan sigaraları, Kıbrıslı Türklerin de kırmızı paketten çıkan sigarları içmeyi tercih ettiklerini ileri sürüyor. Böyle bir kimlik anlayışından yola çıktığınız zaman, kimliklerin -çarpışan otolar gibi- sürekli çatışma içinde olduğunu düşünürsünüz ve tek çare olarak bölünmeyi görürsünüz. Oysa kimlik oluşumu/kurgulanması siyasi bir süreçtir. “Biz” olarak adlandırılan bir grup, nesnel olarak önceden var olan bir kimliğin açığa çıkmasından çok, öznel/siyasal süreçler sonucunda şekillenir. Bu bakımdan, kimin neden ve hangi kolektif kimliği önerdiği mutlaka sorgulanmalıdır. Benzer biçimde, kimin neden oluşan bir kimlik formasyonuna karşı çıktığını da ele almalıyız. Hatta bir adım daha ileri giderek, kimin neden oluşması mümkün kimliklere veya kimliklerin dönüşüme uğramasına itiraz ettiğine bakmalıyız. Kimliklerin sosyal, kültürel ve politik şartlarda şekillendiğini, her zaman değişime açık olduğunu, doğal bir kategori ve değişmeyen bir “öz” olmadığını düşünürsek, kimlikler etrafında oluşan tartışmaların ideolojik ve siyasi boyutları olduğu daha iyi anlaşılır. Bu tartışmalar ya mevcut hegomonyanın devam etmesini, ya da başka bir hegomonya biçiminin oluşmasını amaçlıyor. Zygmunt Bauman gibi söylersek, “kimliğin konuşulduğu yerde kavga vardır. Çünkü kavga veya mücadele kimliğin doğal evidir. Kimlik mücadele ortamında doğar ve kavga sesleri durulunca uykuya dalar, sessizliğe bürünür”. Vamık Volkan da kimlik konuşurken aslında siyasi bir kavga içindedir. Onun kavgası, Kıbrıslı Türkleri federal çözüm fikrinden uzaklaştırmak ve organik bir ulus anlayışıyla Türk ulusuna entegre etmektir. Söyledikleri açıkça bunu gösteriyor…