Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy
Duvarımız filminin çekimleri ve montaj işleri bittikten sonra Baf’ın Argaka köyüne kapandım ve “Ulus-Ötesi Kıbrıs” adlı çalışmamı hazırladım. Çektiğimiz filmin ve dağılan Yugoslavya’da yaşanan etnik şiddet furyasının sarsıcı etkileri altında kaleme aldığım kitabı Kanada’nın iki-dillilik uygulamasından hareketle Türkçe ve Yunanca olarak yayınladım. Bir yandan kitabın gelirleriyle temel ihtiyaçlarımı gidermeye çalışırken, diğer yandan da Kıbrıs Üniversitesine başvuru yapmak için hazırlıklara başladım. Üniversiteye tam üç kez başvuruda bulunmak zorunda kaldım. İlk iki defasında siyasal ve sosyal bilimler bölümüne müracaat etmiştim ve her seferinde mülakata çağrıldığım halde olumsuz yanıt almıştım. Neden öyle olduğunu anlayamıyordum. Lecturer olarak çalışmak için doktora tezi yazmış olmak yeterliydi. Doktora tezim vardı. Ayrıca, dört kitabım, beş on makalem yayınlanmıştı ve bir de belgesel çekmiştim. Yabancı diller açısından herkesten bir adım önde idim. Açıkçası kriterleri fazlasıyla karşılıyordum. Yine de olmuyordu. Sonunda jüri üyesi tanınmış bir akademisyen ağzından baklayı çıkardı. Siyasal ve sosyal bilimler bölümüne alınmam büyük tepkilere yol açabilirdi, bu yüzden Türkoloji bölümüne başvurmam daha doğru olurdu... Doğrusu, söylenenlere bir anlam vermekte zorlanıyordum. Kıbrıs Üniversitesi yeni kurulmuş çiçeği burnunda bir üniversite idi. Üstelik kuruluş amaçları arasında toplumlar arası ilişkileri ileriye taşımak gibi anlamlı bir ifadeye de yer verilmişti. Hatta Türkçe, Yunanca ile birlikte öğretim dili olarak kabul edilmişti. Nasıl olurdu da bir Kıbrıslı Türk’ün müracaatı “sorun” haline gelebilirdi. Ortada gerçekten tuhaf bir durum vardı… Sonunda ünlü akademisyenin tavsiyesine uydum ve Türkoloji bölümüne başvurdum. Gerçekten de bu sefer olumlu yanıt aldım. Adresime postalanan bir mektupla 1995 yılının Eylül ayında üniversitede lecturer olarak işbaşı yapabileceğim bildiriliyordu. Müthiş mutlu olmuştum. Yersiz yurtsuz ve beş parasız bir hayat sürüyordum. Tanıdıklarımın verdiği ev eşyalarıyla idare ediyordum. Bir çoban amcanın hediye ettiği tek kişilik demir bir karyolada yatıyordum. İçimin daha fazla kararmaması için karyolanın siyah demirlerini beyaza boyamıştım. Kitaplarımı koyduğum rafları bir arkadaşım kendi elleri ile yapmıştı. Kitap gelirleriyle peynir-şarap parasını ancak denkleştirebiliyordum. Yaşayabilmek için kooperatif bankasından küçük bir kredi bile almıştım. Bunun için kaç kefil istediklerini hatırlamıyorum ama 500 liralık krediyi almak hiç kolay olmamıştı. Üniversiteye başlayınca derhal bir bankaya gittim ve krallar gibi karşılandım. Hiçbir sorun çıkarmadan istediğim krediyi hemencecik verdiler. İlk işim küçük dairemi gönlümce döşemek oldu. Eski anlayışla “yolun yarısına” gelmiş olmama karşın hayatımda ilk defa yeni koltuk ve kanepe alıyordum. Bu işlerden hiç anlamadığım için alışverişe yanıma Elli’yi alarak gitmiştim. Sonra ikinci el bir araba… Büyük bir coşku ve sevinç içinde hazırlık yapıyor, üniversitenin açılmasını bekliyordum. Beklediğim gün nihayet geldi ve 1995 Eylül’ünde ilk dersime girdim. Çok heyecanlıydım. Öğrencilerin çoğu hayatlarında ilk defa bir Kıbrıslı Türk görüyorlardı. Onları tahmin ettiğimden çok daha sempatik buldum. Türkoloji okumayı seçtiklerinden olsa gerek, açık fikirli kimselerdi ve bir Kıbrıslı Türk hocadan ders almaktan rahatsızlık duymuyorlardı. Ne var ki, üniversite dışında durum hiç de öyle değildi. Ders yılının başlamasından kısa bir süren sonra korkunç bir linç kampanyasıyla karşılaştım. Kampanyayı DİKO’nun yayın organı Demokratis gazetesi başlatmıştı. Gazete o gün büyük ve simsiyah puntolarla “Kıbrıs Üniversitesinde Bir Anti-Helen” başlığıyla çıkmıştı. “Anti-Helen” olduğum ve “Kıbrıslılık bilinci” yaydığım ileri sürülüyor ve derhal üniversiteden uzaklaştırılmam isteniyordu. Akşam haberlerinde televizyonlar gazete “haberine” gönderme yapıyor ve eğitim bakanını göreve çağırıyorlardı. Ertesi gün, daha ertesi gün benzer haberler yayınlanıyordu. Medya büyüyen bir çığ gibi üstüme geliyordu. Gazete ve televizyonların büyük bir bölümü sabah akşam bu konuyu işliyordu. Koroya katılan köşe yazarları öfkeli yazılar yazıyor ve Kıbrıs Üniversitesinde “Anti-Helen” birine yer olmadığını vurguluyorlardı. Oliki Kipros (Total Kıbrıs) başlıklı kitabımdan bağlamından kopuk alıntılar yapıyor, bunları “Anti-Helen” duruşuma ve “Kıbrıslılık Bilinci” yaymama “kanıt” olarak gösteriyorlardı. Basının histerik kampanyasına siyasiler de katılmıştı.
Hayatlarında tek bir kitap okumamış popülist siyasetçiler kitabıma gönderme yaparak “bu adam neden hala üniversiteden kovulmuyor” diye bağırıp çağırıyorlardı. Tepkiler çığ gibi büyüyordu. Sonunda eğitim bakanı bir açıklama yaparak üniversiteden ayrılmamın hayırlı olacağını söyledi. Nikos Samson ise Mahi gazetesinde “kokar Türk, üniversiteyi derhal terk et” diyordu. Olacak şey değildi. Bu ülkeye herkesten daha çok zarar veren darbeci Nikos Samson bile ülkeyi terk etmemi emrediyordu. Zincirlerinden boşanan kampanya karşısında üniversite yönetimi paniğe kapılmıştı. İyi niyetli rektörüm durmadan beni arıyor “aman evladım, dikkatli konuş” diyordu. Fakat baskılara karşı direnmekten de geri kalmıyordu. Üniversitenin özerkliğine vurgu yapıyor, dışarıdan müdahale yapılmasına karşı çıkıyordu. Doğrusu, neye uğradığımı şaşırmıştım. Kıbrıs Üniversitesinde çalışmamın Kıbrıs Türk milliyetçilerini rahatsız edeceğini tahmin ediyordum. Onlar iki toplumun bir arada yaşayamayacağını ileri sürüyor ve bölünmeyi meşrulaştırmak istiyorlardı. Kıbrıs Rum tarafının resmi tezi ise iki-toplumun barış içinde bir arada yaşayabileceği yönünde idi. Adanın yeniden birleşmesini bu teze dayandırıyor ve ayrılıkçı Kıbrıs Türk liderliğinin çabalarını boşa çıkarmak için Kıbrıslı Türklerle “ayrımız gayrımız yok” diyorlardı. Şimdi nasıl olurdu da ülkenin bütünlüğüne inanan bir Kıbrıslı Türk akademisyenin üniversiteye alınması bu kadar büyük tepkilere yol açabiliyordu? Bu soruya o zamanlar kesin bir yanıt veremiyordum. Zaman ilerledikçe ve Kıbrıs Rum toplumunda üniversite ve kimlik konusunda estirilen fırtınaları daha iyi anlayınca şaşkınlığım azalacaktı.
Kıbrıs Üniversitesinin kuruluş serüveni en az Kıbrıs Sorunu kadar karmaşık ve hazindir. Kıbrıs Rum otoriteleri çok uzun yıllar adada üniversite kurulmasına karşı çıkmışlardı. İlk kez sömürge döneminde gündeme gelen üniversite fikri sert tepkilere yol açmıştı. Özellikle 1931 İsyanından sonra zaman zaman üniversite konusuna değinildiyse de ciddi anlamda üniversite önerisi ilk defa 1949 yılında Lord Kinross’tan geldi. Kinross haftalık Times gazetesine yazdığı bir yazıda Kıbrıs’ta üniversite kurulmasını öneriyordu. Kinross’tan kısa bir süre önce aynı gazeteye bir yazı yazan W.E. Sinnett adlı sömürge yetkilisi de Türk ve Helen milliyetçiliklerinin etkisini kırmak için adada üniversite kurulmasının yararlı olacağını ileri sürmüştü. Sinnet’e göre, Kıbrıs’ta üniversite kurulursa gençler Türkiye ve Yunanistan’a bakmaktan vazgeçip “Kıbrıslı” olarak düşünmeye başlayacaklardı. Sömürge yönetiminin üniversite fikrini “kimlik” ve “ulusal bilinç” açısından ele alması üniversite fikrine zaten karşı olan Kıbrıs Rum milliyetçilerini iyice tahrik etmiş, kimliklerine karşı bir saldırı olarak gördükleri üniversite fikrine her zamankinden daha büyük bir tutkuyla karşı çıkmaya başlamışlardı. Adada üniversite kurulmasını Kıbrıslı Rumları “Anavatan Yunanistan’dan” koparmak için hazırlanmış bir tuzak olarak görüyorlardı. Eğer Kıbrıs’ta üniversite kurulacaksa, bu ancak Enosis gerçekleştikten sonra yapılmalıydı. Ne var ki, Enosis hiç bir zaman gerçekleşmeyecekti. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra bu kez ABD başkanı John F. Kennedy Kıbrıs’ta ortak bir üniversite kurulmasının yararlı olacağını söylemişti. Fakat Kıbrıs Rum liderliği bu öneriye de tereddütsüz karşı çıkmıştı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını sürdürmesini istemeyen ve Enosis için fırsat kollayan Kıbrıs Rum liderliği ortak üniversite fikrini “1960 düzenini sağlamlaştıran bir olgu” olarak görüyor ve bu yüzden de üniversite kurulmasına karşı çıkıyordu. 1960-1967 yılları arasında etnik çatışmalara neden olan Enosis mücadelesi sonuçsuz kalınca ve Enosisin imkânsız olduğu kesinlik kazanınca, Kıbrıs Rum eğitim bakanı Kostantinos Spiridakis Kıbrıs’ta bir üniversite kurulabileceğini açıkladı. Fakat Spiridakis üniversiteyi “iki-toplumlu” bir eğitim kurumu olarak değil, bir “Helen üniversitesi” olarak tahayyül ediyordu. Eğitim bakanı üniversiteyi Helen milliyetçiliği ve Enosis bağlamında düşünüyor olmasına karşın sert tepkilerle karşılaşmaktan kurtulamadı. Milliyetçilerin dar anlayışında “Helen” olsa da Kıbrıs’ta kurulacak bir üniversite Kıbrıslı Rumları “Anavatan Yunanistan’dan” koparma tehlikesi barındırıyordu. Sonunda tartışmalar Temsilciler Meclisi’ne taşındı ve 1968 yılında ilk defa üniversite konusu resmen görüşüldü. Bazıları üniversite kurulmasının artık somut bir gereklilik olduğunu savunuyor ve kurulacak üniversitenin Helen “milli bilincini” canlı tutacağı için “Anavatan’dan uzaklaşma tehlikesinin” söz konusu olmayacağını ileri sürüyordu. Kimileri de “Helen olsa da” üniversite fikrine karşı çıkıyordu. Tartışmalar esnasında bir milletvekilinin söyledikleri milliyetçilerin fobi ve vehminin hangi boyutlara ulaştığını gösteriyordu: “Kıbrıs’ta Üniversite kurulursa Kıbrıslı Türkler buna tepki gösterecek ve üniversite ister istemez iki-toplumlu olacak. Bu da Kıbrıslı Rumların milli bilincinin köreltecek.” Daha sonraları çeşitli girişimler olduysa da -örneğin Kanada adada üniversite kurulmasını önermişti; ABD’de Kıbrıs’ta üniversite kurulması için bir komite kurulmuştu; konuyla UNESCO bile ilgilenmişti- yükseköğretim kurumunun kurulmasına aynı gerekçelerle karşı çıkılıyordu. 1974-Felaketi Kıbrıslı Rumların yaşamında pek çok konuda olduğu gibi üniversite konusunda da bir dönüm noktasına tekabül eder. Türk askerlerinin adayı boydan boya ikiye bölmesinden sonra üniversite fikrine daha sıcak bakılmaya başlandı. Başpiskopos Makarios 1976 yılında yaptığı bir konuşmada Kıbrıs’ta “Helenizm’e ve komşu ülkelere dönük” bir üniversite kurulmasından söz etti. Fakat Kıbrıslı Türklerin üniversite kurmalarına kadar Kıbrıslı Rumlar üniversite konusunda kesin bir karar almamışlardı. 1978 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesi kurulunca, Kıbrıslı Rumlar da üniversite kurmaya karar verdiler. Bu belki de Kıbrıslı Türklere karşı tepki göstererek yapmaya yöneldikleri ilk icraat olmuştur.
O tarihe kadar karşı-milliyetçi reflekslerle daha çok Kıbrıs Türk toplumundan geliyordu. Liberal düşünceli Yorgos Vasiliou 1988 yılında iktidara gelince üniversite için nihayet ‘start’ verildi ve 1989 yılında Kıbrıs Üniversitesinin kuruluş çalışmaları başladı. Fakat kimlik eksenli tartışmaların ardı arkası kesilmiyordu. Öğretim dilinin ne olacağı konusunda oldukça gergin tartışmalar yaşanıyordu. Kimi İngilizce, kimi de Yunanca dilinin öğretim dili olmasını savunuyordu. Sonunda Yunanca dili ağır bastı. Fakat Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki resmi dili olduğu hatırlandı ve eğer Yunanca öğretim dili olacaksa Türkçenin de öğretim dili olarak kabul edilmesi gerektiği ileri sürüldü. Sonunda Kıbrıs Üniversitesinin öğretim dilleri Türkçe ve Yunanca oldu. Tabii bu kâğıt üstünde böyleydi. Tıpkı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kâğıt üstünde iki-toplumlu olduğu gibi… Kıbrıslı Rumların “anavatandan uzaklaşacağını” ileri sürenlerin sayısı hala az değildi ama artık eskisi kadar etkili olamıyorlardı. 1974 sonrasında Kıbrıslı Rumlar Yunanistan’a küsmüş ve bütün güçleriyle Kıbrıs devletine sarılmışlardı. Türk işgaline karşı ellerinde kalan tek kozun Kıbrıs Cumhuriyeti olduğuna inanıyor, devlet kurumlarını güçlendirmek istiyorlardı. Ayrıca, dünya kamuoyunu adada etnik gruplar arasında hiç bir sorunun yaşanmadığına ikna etmek için uğraşıyor, tek sorunun “Türk işgali” olduğunu ileri sürüyorlardı. Böyle olunca Türkçe diline yer vermek ve toplumlararası yakınlaşmadan söz etmek kaçınılmazdı. Nitekim Kıbrıs Üniversitesinin kuruluş amaçları arasında “iki toplumun yakınlaşmasına hizmet etmek” ilkesi de sayılmıştı. Fakat bu sadece kâğıt üstünde böyleydi. Öyle olduğu halde, üniversitenin görünüşte iki-toplumlu olması ve yine görünüşte “toplumlar arası yakınlaşmaya” önem vermesi Helen milliyetçiliğine bağlı kalan kesimleri rahatsız etmişti. Açıkçası, Kıbrıs Rum toplumu tam bir kafa karışıklığı yaşıyordu. Bir yandan herkes Kıbrıs Cumhuriyeti devletine sarılırken, diğer yandan devletin sembol ve kurumlarının “kimlik kaybına” yol açacağından korkuluyordu. Özellikle EOKA kökenli sağcı elitler şizofrenik bir görünüm çiziyorlardı.
Ben üniversiteye başladığımda Kıbrıs Rum toplumunda yaşanan tartışma, gerilim ve korkulardan pek haberdar değildim. İlk bakışta bana karşı açılan linç kampanyasının üniversite konusunda Kıbrıs Rum toplumunda devam eden derin görüş ayrılıklarından kaynaklandığını anlayamadım. Milliyetçiler üniversitedeki varlığımı büyük bir tartışma konusu haline getirerek Kıbrıslı Rumları “Anavatan Yunanistan’dan” uzaklaştırdığını ve “Kıbrıslılık Bilinci” yaydığını düşündükleri üniversiteye karşı savaş açmışlardı. Onların gönlünde “pür bir Helen üniversitesi” yatıyordu.
Kısacası, ben biraz da uğruna savaşılmış gibi yapılan “Eleni” pozisyonundaydım. Paris Eleni’yi kaçırıp Troya’ya getirdiğinde Agamemnon ordularını Troya’ya sürmüştü ve “Eleni’yi geri alma” adına tarihin en kanlı savaşlarından biri yapılmıştı. Büüyk savaşçı Ahilleus bu savaşta öldürülmüş, Troya yakılıp yıkılmış, yerle bir edilmişti. Fakat bir söylenceye göre, Eleni Troya’ya hiç bir zaman intikal etmemişti. Tanrı Dias onu alıp çoktan Mısır’a götürmüştü. Nobel ödüllü şair Yorgos Seferis Troya savaşını anlatırken ironik bir dille “Boş Bir Gömlek İçin, Bir Eleni İçin” savaşıldığını yazacaktı.
“Boş Bir Gömlek” değildim elbette. Fakat “üniversite savaşının” doğrudan benimle ilgili olmadığı bir gerçekti. Ben savaşmak niyetinde olanlar için bir vesile olmuştum. Ne var ki, kısa bir süre sonra kavga benim “savaşıma” dönüşecekti…