Dövizde vaziyet hiç de iç açıcı değil!
Türkiye çok ciddi anlamda ekonomik sıkıntıdaydı, deprem bu sıkıntıyı artırdı…
The Economist dün yayınladığı bir makalede, Türkiye’nin depremde yaşadığı zararı telafi etmesinin yıllar alacağını yazdı…
Bu arada Tayyip Erdoğan’ın seçimi kaybedeceğini de iddia etti…
-*-*-
Ekonomideki kötü gidişin Erdoğan ile bir alakası var mı?
Evet vardır!
-*-*-
Erdoğan yeniden kazanırsa, Türkiye diktatörlüğe doğru gidişini hızlandırır…
Bu da daha az demokrasi, daha az insan hakları, daha az adalet demektir…
-*-*-
Peki bunların ekonomiyle ne alakası var?
Çok alakası var!
Daha az demokrasi, daha az insan hakları, daha az adalet; daha az yabancı yatırımcı demektir…
Türkiye’ye güvenin azalması demektir…
Ekonomideki kötü gidişin durdurulamaması demektir…
-*-*-
Ve TL kullanan ama ne ilginçtir, dövizle ev kirası ödeyen, dövizle ev satın alan, dövizle çocuk okutan, dövizle otomobilini ödemeye çalışan KKTC vatandaşlarının; Türkiye’deki kötü durumu daha fazla hissetmesi demektir.
-*-*-
Havadis gazetesi ekonomideki gidişi dün manşetten verdi; “Borç batağı” başlığını kullandı…
Kişilerin ve kurumların bankalara olan borçları çok arttı.
Ödenemez borç oranı da yüksek…
-*-*-
Fiyat artışlarını engellemek de çok zor…
Hatta imkansız…
Bu konuda Ziraat Mühendisleri Odası uyardı…
Girdi maliyetlerinin bir çoğunun fiyatı dövizle de bağlantılı olarak fazladan yükseliyor…
Ve bu da ürün fiyatlarının düşmesini engellemek bir yana; ciddi anlamda yükselişine sebep oluyor…
-*-*-
Turizm mi?
Turizm ilaç olabilir…
Türkiye haricinden turist getirmek lazım…
Peki bunun için bir şey yapıyor muyuz?
Evet, acenteler, turizmciler didiniyor olabilir…
-*-*-
Ama üçüncü ülkelerden gelecek kaliteli turisti artırmanın başka ve kalıcı yolları olmalı!
Bu noktada öyle bir Dışişleri Bakanımız var ki, kesinlikle ülke turizmi aleyhine kampanya yürütüyor!
Bir gün BM’ye vuruyor, ertesi gün AB’ye saldırıyor!
-*-*-
Bıraksalar, Güney’den Kuzey’e geçişleri zorlaştıracak karar bile alabilir… Öylesine umursuz, dengesiz ve faşizan bir görüntü var…
Oysa şu anda en ciddi “turizm geliri” Güney’den geliyor…
-*-*-
Ve kimse, bu konuları konuşmuyor!
“Bir sus be Tahsin” diyen yok!
-*-*-
Bunlar, her yerde hep aynıdır!
Ülkelerini ve devletlerini herkesten çok severmiş gibi görünen ve kendilerinden başka herkesi hain ilan etmekle yollarını bulan bu çağdışı gurtçuklar, ne acıdır ki her dönem bir yerlerde oturacak yer bulabiliyor…
-*-*-
Hani ekonomik örgütler var ya; hani güya birleşip de elektrik konusunda pek anlamamış olsak da bir görüş belirttiler; bu ekonomik örgütler gerçekten birlik olsa; gerçekten yaşadıkları ve yaşayacakları kötü günlerin hesabını yapıp da örgütlenebilse; durum farklı olurdu!
Ama en büyük zayıflık buradadır…
Bu ekonomik örgütlerin bir çok temsilcisi, bu ülkeyi sömüren siyasi güruhtan yani şu andaki Türkiye yönetiminden ve buradaki temsilcilerinden korkmaktadır…
-*-*-
Ya bu korkuyu atıp, birlik olup kenetlenecekler; Kıbrıs’ı federal bir çözümün kurtarabileceği gerçeğini görecekler; ya da evet biz yok olacağız – tükeneceğiz ama onlara da henüz gelmemişse; mutlaka sıra gelecektir…
Eylemler durmalı mıydı durmamalı mıydı?
Elektrik meselesinde alıcıya göre dizayn edilmiş yasa tartışması, “sözleşme” tartışmasına geçiş yaptı…
Eylemler durmalı mıydı?
“Durmasaydı, El Sen gücünü kaybederdi” diyen de var, “durmamalıydı” diyen de!
-*-*-
Şahsen, “Eylemler durduğu için Başbakan Ünal Üstel çok rahatladı” diye düşünüyorum!
-*-*-
Neden böyle düşünüyorum?
İsrail’e bakalım…
İsrail'de geniş çaplı protestolara neden olan tartışmalı yargı reformunu savunan ırkçı ve faşist Başbakan Binyamin Netanyahu, bir "mola vererek" karşıt görüşler arasında denge kurmaya çalıştığını açıkladı…
-*-*-
Bir mola verecek!
Yani, AKSA ile sözleşmeyi hemen imzalamayacak gibi bir şey!
Düşünecek!
Kendi deyişiyle “karşıt görüşler arasında bir denge kurmaya çalışacak!”…
-*-*-
İsrail’in güçlü bir demokrasisi var…
Ve yargı reformu konusunda ülke bölünmüş durumda…
Netanyahu’yu “mola vermeye” zorlayan da bu güçlü demokrasidir…
-*-*-
Elektrik konusunda bizde de ikiye bölünmüş bir görüntü söz konusu…
Ama “demokrasimiz”, İsrail’le kıyasladığınızda “yok” bile sayılabilir!
Örneğin “KKTC demokrasisi, Tayyip Erdoğan’ın alt ve üst dudak aralığı kadardır” dersem, yanlış bir saptama yapmış olmam diye düşünmekteyim!
-*-*-
Kısacası, son bir yorum yapmak istiyorum; “… eylemler devam etseydi; Ünal Üstel, Netanyahu’dan daha güçlü bir pozisyonda olmazdı… Şu anda çok rahattır, sözleşmeyi de imzalar ve biz de bakarız…”
Cumhurbaşkanı Nicos Hristodulidis, Paskalya mesajında, bana göre üç önemli noktaya vurgu yaptı… Birincisi, Avrupa Birliği'nin, yalnızca mevcut çıkmazı ortadan kaldırmak için değil, aynı zamanda bir çözüm bulmak için daha aktif bir katılım ve öncü bir rol ile Birleşmiş Milletler'in çabalarına yardımcı olması gerektiği görüşünü yineledi… Başkan’ın bu konuda resmi teklifi var zaten… İkincisi, BM kararlarında, 1977 ve 1979 anlaşmaları başta olmak üzere, tüm üst düzey anlaşmalarda, şimdiye kadar kaydedilen yakınlaşmalarda, Avrupa müktesebatında ve AB ilke ve değerlerinde tanımlandığı gibi, Kıbrıs sorununa siyasi eşitlikle iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon temelinde genel çözüm önerisini yineledi… Üçüncüsü ise masaya, kalındığı yerden dönmeye hazır olduğunu bir kez daha yineledi… Keşke dördüncüsü de olsaydı; “… Kıbrıslı Türk kardeşlerimize özgür bölgelerde iş bulmaları konusunda yardımcı olacağız, kolaylık göstereceğiz” deseydi… Da görürdüm sizi be faşist çözüm düşmanları! Bir Kıbrıslı Türk kalmaz Kuzey’de!