1900’lerin başındayız.
Samuel Pierpont Langley ismindeki bir bilim adamı, Amerika Birleşik Devletleri Savaş Bakanlığı’nın sağladığı büyük bir bütçe ile proje üzerinde çalışıyor.
Hedef insanoğlunun artık uçabilmesi, yani uçakların icadı.
Langley, Harvard Üniversitesi heyetinde bulunuyor ve Smithsonian’da çalışıyordu. Ciddi derecede saygı görüyordu.
Dönemin en iyi akıllarını işe almıştı. Her attığı adım New York Times gazetesi tarafından takip ediliyor ve inanılmaz derecede ilgi görüyordu.
Fakat, sadece birkaç yüz kilometre ötede Wright kardeşler Langley’in yapamadığını başardılar. Ve insanoğlunun uçmasını sağlayan icadın mucidi oldular.
Wright kardeşlerin parası veya fonu yoktu. Bisiklet dükkanından kazandıkları ile deneylerini finanse ediyorlardı.
Eğitimleri yoktu, ekipleri yoktu ve kimse adlarını dahi bilmiyordu.
Uçuş denemesine gittiklerinde yanlarında 4 set tamir malzemesi götürüyorlardı, çünkü her denemede en az 4 kez düşmeleri bir gelenek haline gelmişti.
Ama onların bir vizyonları vardı. Bir hayaldi bu. Ve bu hayal için gece gündüz demeden, canla başla çalıştılar.
Sonuçta, büyük adam Langley yerine insanoğluna uçma buluşunu başaran kişiler Wright Kardeşler oldular.
Langley’in parası, saygınlığı, tanınırlığı ve geniş ekibi varken, vizyon eksikti.
Bu yüzden Wright Kardeşler uçmayı başardığı gün, Langley tüm araştırmasını olduğu gibi çöpe attı.
Bir daha da bu konu üzerine düşünmedi.
----
Bu keşiften 120 yıl sonra, eğer sokağa çıkıp insanlara “Siyasete güveniyor musunuz” diye soracak olsak, üzgünüm ki alacağımız cevap neredeyse her seferinde “Hayır” olacaktır.
Çünkü artık ülkemizde siyasete güven kalmamıştır.
Toplum siyasete güvenini o kadar bir kaybetmiştir ki, ülkede “Siyaset karışmasın!” demek gelenek haline gelmiştir.
Peki, toplum bu konuda haksız mıdır?
Siyaset, toplumun kendine inanmasını beklerken, toplum karşısına Wright Kardeşler koyma pratiğini uyguluyor mu?
Yoksa her seçim yaklaştığında toplumun karşısına Langley’ler mi sunulmaktadır?
Tutkulu, bir şeyleri başarmaya hevesli ve statükoyu kırmaya inanan insanları seçenek olarak sunmaktan geri duran siyasetimiz, toplumdan kendisine inanmasını nasıl bekleyebilir?
Eğer bunun böyle olmadığını düşünüyorsanız, geçmiş yıllarda şehirlerimizi yönetmek için parlatarak öne çıkarttığımız adaylarımızı gözünüzün önüne getirebilirsiniz.
Bir avuç değerli istisna dışında seçimin kaybedildiği gün tüm savunulan vizyonların çöpe atılması ve sonraki siyasi kariyer adımlarına odaklanılması size de Wright Kardeşler’in buluşu sonrası tüm çalışmalarından çöpe atan Langley’i hatırlatmıyor mu?
---
Tabi, siyaset içerisinde birçok iyi örneği de barındırıyor.
Bunlardan bir tanesi 2002 Lefkoşa Türk Belediyesi seçimleridir. Bu seçimin Lefkoşa’yı Avrupa’ya bağlayacak seçim olduğuna inanan Kutlay Erk ve ekibi bir yarışa başladı.
Yarışın başında bir kamuoyu yoklaması yapılmış ve dönemin belediye başkanı Şemi Bora bu yoklamada %75 civarlarında çıkarken, Kutlay Erk’in sadece %05 olarak çıkmıştır.
Bir grup inanan insan tüm güçleriyle çalışmaya başlarlar. İşte tam da bu inanç ve çalışma sayesinde aradaki %70’lik oranı kapatarak seçimi kazanılacak ve Annan Döneminde Lefkoşa büyük bir rol üstlenecektir.
---
Bugün artık siyaset bir karar vermek zorundadır.
Eğer toplumun siyasete olan inancını arttırmak istiyorsak, onlara artık Langley’ler değil Wrgiht Kardeşler sunmak zorundayız.
Çünkü “Vizyon, gelecekle ilgili içimizdeki tutkuyu canlandıran bir resimden ibadettir.” ve bu tutkuyu tüm benliğinizle yaşamadan vizyonları gerçekleştirmek mümkün değildir.