Gerçekten de, başka bir ülkedeki seçimin bu kadar ilgi gördüğü ikinci bir örnek yoktur dünya yüzünde.
Hele egemen ve eşitse o ‘devlet’, hiç!..
Her halimizle ‘bağımlı’ hale geldik Türkiye’ye. Ekonomik, politik, siyasi, askeri, sportif...
Ve düşünsel de...
Zihnen de entegre olduk, gündem bakımından da...
Pazar günü ve gecesi seçimlere bu kadar önem atfetmenin başka bir izahı olabilir mi?
Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılan seçimlere gösterilmeyen ilginin bin katı vardı.
‘Kim kazanacak?’
‘Bahar gelecek mi?’
‘Döviz daha da çakılır mı?’
‘Güzel günler gelmek üzere mi?’
‘Yoksa daha da mı kararacak dünyamız?’
**
Ankara’daki iktidar bu işin bir müsebbibidir.
Her türlü iç ve de dış, günlük ya da aylık, özel ya da tüzel işimize sürekli müdahale etme konusunda artık herhangi bir etik sınır tanınmadığı malum.
Lakin asıl müsebbib, onlara bu hoyratlığı tanıyan buradaki el-pençe-divan ekibidir.
Atanmış TC memuruna ‘mülki amir’ muamelesi yapan bizim ‘bakan’lar, ‘başa bakan’lar, ‘cumhurun baş’ları değil midir?
Ankara’dan ‘leb’ denilir denilmez beneklisiyle, tuzlusuyla, kavrulmuşu ve tansiyon yapmayan tuzsuz sarısıyla her türlü ‘leblebi’ çeşidini emre amade tutan bizim ‘atanmış takımı’nın eseridir bu gelinen hal.
Tamamen boş verilmiştir her türlü karar mekanizmasına ve tamamen teslim edilmiş haldedir toplumun iradesi.
Bundandır insanımızın Türkiye’de olup bitene bu kadar ilgisi...
Buradakilerden ‘umut’ kesilmiştir tamamıyla...
Belki orada bir değişim olur da ‘komşuda pişen bize de düşer’dir beklentinin özeti...
Oysa hakikaten, bize ne Türkiye’nin seçiminden, değil mi?
**
Öyle değil işte...
Şu an için en azından...
‘Kıbrıslı Türk toplumunun kendi ayakları üzerinde durabilmesi’nden söz edilir hep. ‘Amaç’ olarak konulur önümüze. Kulağa da hoş gelir.
Peki ama bu kadar ‘bağımlı’yken başka bir ülkeye, nasıl duracak toplum kendi kendine, nasıl yönetecek kendi kendini, nasıl geliştirecek kendi kişiliğini, ele güne karşı?
Eskiden ‘ana-yavru’ retoriği kullanılırdı, şimdilerde ‘bırakırsak davulcuya-zurnacıya kaçacak’ muamelesi yapılıyor!
‘Lefkoşa-Ankara ilişkileri’ vardı daha evvel, artık ‘emir-komuta zinciri’ geçti yerine!
‘Seçilmiş makamlara’, ‘kurumlara’ saygı gösterilirdi önceleri, şimdi yalnız ‘biatçılar’la hallediliyor işler!
Bu yüzden bekledi Türkiye’ye ‘baharların gelmesini’ Kıbrıslı Türkler, çaresizce...
Oysa ‘bahar’ı Kıbrıs’a getirmek daha kolay değil mi, hem de kendi ellerimizle?