Türkiye çok zor günlerden geçiyor. 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminden sonra her yerde alabildiğince bilgi kirliliği, bilgi eksikliği, kimsenin kimseye güvenemeyeceği bulanık ortamlar mevcut...
Sıradan halk için içe kapanma, belki de kendi öz değerlerini yeniden hatırlama ve öze dönme dönemi...
Atatürk ilkelerinin, cumhuriyetin, özgürlüklerin, demokrasinin değerini yeniden keşfetme zamanı...
Doğru tahsis edilmiş hukukun ve insan haklarının bir ülke vatandaşları için ne büyük zenginlik olduğunu yeniden hatırlama dönemi...
Tüm bu değerlerin; Türkiye kurum ve kuruluşlarının yeniden yapılanması ve çağdaş, özgür bir biçimde taşların doğru yerine oturması belli ki hiç kolay olmayacak.
Türkiye gerek sosyal anlamda, gerekse devlet yönetimi anlamında çok büyük yaralar aldı.
Atatürk’ün büyük bir kararlılıkla ve kesin kurallarla devlet yönetiminden uzaklaştırdığı tekkeler, zaviyeler ve dini örgütlenmeler görülüyor ki; devlet yönetimini tüm kurum ve kuruluşlarıyla bir ahtapotun kolları gibi her yerden sarmış, sarmalamış beyinleri kontrol altına almış.
Demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı olan hukuk sistemi ele geçirildi. NATO’nun ikinci büyük ve disiplinli kurumu olan Türk Silahlı Kuvvetleri işgal edildi, kurum çökertildi. İtibarı zedelendi.
Özellikle de eğitim kurumlarının toparlanması ve yeniden şekillenmesi belli ki hiç de kolay olmayacak.
Türkiye demokratik hukuk devleti olma yönünde böylesine büyük yaralar almışken, ciddi bir islamofobi içinde olan batı ülkeleri de elbette ki Türkiye Cumhuriyeti’ne mesafeli duracaklardır.
Peki ya biz; Akdeniz’in merkezindeki bu minicik adanın kuzey yarısındaki Kıbrıslıtürkler?..
Biz de henüz Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşananların şokunu ve üzüntüsünü üzerimizden atamadık.
Bugünlerde orada yaşananların ve bize uzanacak etkilerinin nasıl olacağını tartışıp durmaktayız.
Oysa ki, artık kendi yaşamlarımıza ve sorunlarımıza odaklanma zamanı...
İçimize dönüp sadece ve sadece üretmeye yönelme zamanı...
Kendi öz değerlerimize sahip çıkıp ölesiye tutunma zamanı...
Bırakalım kim nereye karışmış ve bulaşmışsa hesabını kendisi versin… Ama biz düz Kıbrıslı insancıklar, bizim anlayamayacağımız büyüklükte alavere -dalaverelerle dolu bu dünyada tek seçeneğimizin çok çalışmak, üretmek ve birbirimizi sevmek, sahip çıkmak olduğunu anlamak zorundayız.
Türkiye’ye kuyruğundan bağlı olabiliriz… Ve o kuyruk sallandığı anda burada 8 şiddetinde deprem olabilir ancak…
İyi ki, hâlâ okullarımızda çocuklarımızı kendi öz değerlerimizle yetiştirebilecek öğretmenlerimiz var...
İyi ki hastanelerimizde hastaları sonsuz bir şefkatle kucaklayacak ve tedavi edecek hekimlerimiz var...
İyi ki mahkemelerimiz ve kürsülerinde hukuku uygulayacak hakimlerimiz var...
Ve iyi ki eğer emek verir ve istersek baştan başa Kıbrıslı değerlerle donatabileceğimiz, sahip çıkabileceğimiz bir toprak parçamız var...
Sevgili dostlarım; inanın bana dünya üzerinde gerçek bir toplum olma yolunda verilecek mücadelede bu saydıklarım hiç de az şeyler değildir...
Şimdi bizim olanı keşfetme ve sahip çıkma zamanı...