Sanat/sever | Cenk Mutluyakalı
Feryal Sükan’ın 14’üncü Kişisel Resim Sergisi’nde bir ressamın özgürleşme sürecine tanıklık ettim. O’nun resim serüveni ile gazeteciliğe başlangıcım aynı yıllara denk düşer. Atölyeler sevdiğim yerlerdi. O nedenle Feryal Sükan’ın resim yolculuğunu yakından bilenlerdenim. Kıbrıslı usta ressam Aşık Mene’nin atölyesinde tanımıştım, Feryal Sükan’ı… 1990’larda tam bir “Aşık Mene etkisi” vardı renklerinde, desenlerinde… ‘Nü’ tabloları öne çıkmıştı önceleri… Daha sonra o meşhur “Feryal Sükan Portreleri” ve kadınlar, kadınlar, kadınlar…
Evet, Feryal Sükan’ın kadınları meşhurdur, kendine has kadın portreleri, o kadınların ifadeleri, jestleri, kıvrımları, öfkeleri… Kadın gibi başlayan giderek erkeksi forumlara dönüşen çizgileri… Kadınları erkektir de Feryal Sükan’ın…
Hüzün var tablolarda… “Evet, çünkü hüzün ortak paydamızdır” diyor ve ekliyor: “Benim mekânlarım da hüzünlüdür; çünkü ülkemin mekânlarında hüzün vardır.”
“Çünkü hüzün ortak paydamızdır”
“Sanatseverden de biraz daha derin yolculuklar beklerim... Nasıl ki sanatçının kendini geliştirme derdi vardır, sanatseverin de böyle bir derdi olmalıdır.”
4-5 yıllık bir suskunluğu olmuştu, Yakın Doğu’daki sergisini izleyemedim, geçtiğimiz hafta İsmet Vehit Güney Sanat Galerisi’ne gittim ve tablolardan gözümü alamadım.
Öğretmenlik mesleğinden emekliye ayrıldıktan sonra öyle anlaşılıyor ki iyice atölyeye kapandı, çok daha resimle bütünleşti, özgürleşti…
“Kıyıdan, köşeden içimde biriken ne kadar parçacık varsa tuvale yerleştiler” diyor.
Sanatçının kendi derdi vardır, kendi gailesi… Toplumun derdi de sanatçının derdidir... Yine sarı tonlar ağırlıklı olarak karşımıza çıkıyor ve hüzün!
“Evet, çünkü hüzün ortak paydamızdır” diyor ve ekliyor: “Benim mekânlarım da hüzünlüdür; çünkü ülkemin mekânlarında hüzün vardır.”
“Toplumsal azalma…”
“Kıbrıs’ın değerlerini sahiplenmek istedim kendi dilimle... Bizi biz yapan ne varsa dokunmak istedim. Yıkılan dökülenleri toplamak istedim. Buna hüznümü kattım. Toplumsal azalmanın bende yarattığı yarayı tuvalimle yansıttım.”
Feryal Sükan’ın tablolarında hüzün var, demiştim. Bir de dayanışma var bu kez, insanın insana yaslanması var, sığınması var.
Pek çok imge gizlenmiş insanın, mekânın, hüznün arasına… Dikenli teller, hurmalar, sepetler gibi…
Hem Feryal Sükan’la sohbet ediyor, hem de açılışın ertesi gününde yeninden sergiyi geziyorum:
“İnsanım, vicdanım var, kendi melankolim elbette vardır ancak bu tablolardaki hüzün, herkesin fide hüznüdür. Gidip sınır kapılarına bakarım, hüzünlenirim. İmgesel bir dil benimki; barikatlar boyamak yerine, dikenli teller ağ gibi sarıp sarmalar insanları… Ya da bir haç vardır, gizlidir. Bunu görmesini isterim insanların… Sanatseverden de biraz daha derin yolculuklar beklerim... Nasıl ki sanatçının kendini geliştirme derdi vardır, sanatseverin de böyle bir derdi olmalıdır.”
Kırık tekerlekler, kırık sandalyeler, cumba altları…
Tümünü seçiyoruz birer birer…
O eksilmenin, o yozlaşmanın, o hüznün orta yerinde; belki surlar içinde bir yerde, belki ara bölgede, ayrışmış kentin o daracık sokaklarında…
“Boyalar emeğime ve ruhuma karışıyor”
“Tarihimizle de ilgili problemlerimiz olduğunu gördüm” diyor Feryal Sükan.
O nedenle toplumsal gaileler çok daha fazla yansıyor resmine…
“Ispatulayla renklerimi oluşturuyorum önce ve sonra kompozisyonumu; sonra fırçalar akıyor, boyalar, emeğime ve ruhuma karışıyor.”
O boyalar sokağa taşıyor aslında…
Bir kadının yüreğinden taşıyor, bir başka kadının yüreğine… Bir çocuğun gözlerinden akıyor derken…
“Kendi hikâyenden de kopamazsın, geçmişin vardır” diye anlatıyor hislerini…
Tenhalıklara yürüyoruz ardından… Hurmalı bahçelere yürüyoruz… Göçmenler, çalgıcılar, mahallenin delisi hepsi orada…
Hepimiz, birer birer, eksilerek…
Bir kadının yüreğinden taşıyor, bir başka kadının yüreğine… Bir çocuğun gözlerinden akıyor derken…
“Kendi hikâyenden de kopamazsın, geçmişin vardır” diye anlatıyor hislerini…