Tayyip Erdoğan’dan pek hazzetmiyoruz diye, AKP tarafından dün açıklanan
Demokratikleşme Paketi’ne tümden burun kıvırmak, çok doğru bir yaklaşım olmasa gerek.
Çok daha fazlası olması gerekirdi bu pakette.
Eksik, gedik çok.
Ama yine de dikkate değer açılımlar var.
Bir ucundan tutulmuş olması da önemli değil mi?
Sağduyu ile açılımların genişletilmesi pek âlâ mümkün.
***
Paket temelde üç farklı türde eleştiri aldı dün gün boyunca.
İlk grup, paketi çok yetersiz bulduğu gerekçesiyle eleştirdi.
Bu grubun düşüncesine göre yapılan açılımlar tamamen göstermelik, reel anlamda kimsenin hayatında bir iyileştirme sağlamayacak.
İkinci grup, paketi ağırlıkla Kürt konusunda yapılan açılımlar üzerinden değerlendirerek, Türklüğe yönelik ciddi bir saldırı olduğu konusunda görüş belirtti. Bu grubun düşüncesi en genel ve kibar tabiriyle paketin, ‘Türkiye’yi bir Türk Cumhuriyeti olmaktan çıkarıp birtakım azınlık gruplara peşkeş çekme çalışmalarının bir parçası olduğu’ şeklinde.
Ve gelelim üçüncü gruba.
Bu grup ise meseleye laiklik-dindarlık penceresinden bakarak, yorumlarını bu temelden hareketle yaptı. Bu grup paketi, ‘Demokratikleşme değil Müslümanlaştırma Paketi’ tarzı ifadelerle eleştirdi.
***
Kıbrıslı Türkler’in çoğunluğu da AKP tarafından hazırlanan Demokratikleşme Paketi’ne, yukarıda dikkat çektiğim üçüncü grup tarzı bir yaklaşımla eleştiri yöneltti.
Yani laiklik-dindarlık bağlamında!
Bu eleştirilerin altında hatırı sayılır oranda bir ‘İlahiyat Koleji’ rahatsızlığı var.
AKP’nin ‘yeterince dindar’ bulmadığı Kıbrıslı Türkleri ‘imana getirmek’ amacıyla Kuzey Kıbrıs’ta art arda gündeme getirdiği ilahiyat okulu, yeni camiler ve külliye ‘açılımları’ nedeniyle son derece öfkeli olan Kıbrıslı Türkler, paketin içerisinde yer alan bazı unsurları pek tabii bu hassasiyet üzerinden okudu.
Bu çok anlaşılır bir tepki.
Ama yazının başında da işaret ettiğim gibi, Erdoğan hükümetine olan kızgınlığımızın, bizi demokratik birtakım gereklilikler konusunda kör etmesine izin vermeyelim.
***
Mesela...
TSK ve yargı dışında, kamu kuruluşlarında var olan başörtüsü yasağı kaldırılıyor.
Bu demokratik bir açılımdır. Benim ya da senin başörtüsüne karşı olman, bunun demokratik bir hak olduğu gerçeğini değiştirmez.
Özel okullarda Kürtçe dahil farklı dil ve lehçelerde eğitim hakkı tanınıyor.
Umarım en kısa zamanda devlet okullarında da olur.
Siyasi haklar geliştiriliyor.
Seçim barajının düşürülmesi dahil olmak üzere seçim sistemi tartışmaya açılıyor.
Siyasi partilere yardım barajı düşürülüyor.
Siyasi partilere üye olmayı engelleyen yasa maddesi kaldırılıyor.
W, Q ve X gibi Türk alfabesinde bulunmayan harflerin kullanılmasını yasaklayıp cezaya hükmeden yasa maddesi kaldırılıyor.
Kişisel verilerin korunması hakkına yasal güvence getiriliyor.
Köy isimlerinin değiştirilmesi önündeki engel kalkıyor. Yani Kürtler, köylerinin Kürtçe ismine dönebilecekler.
***
Pakete yönelik en önemli eleştirilerden biri, Öğrenci Andı’nın tamamen kaldırılacağı açıklamasına geldi.
Oysa bu andın kaldırılacak olması bence paketin getirdiği önemli açılımlardan bir tanesi.
1933’te yürürlüğe giren ve geride kalan 80 yılda birkaç kez değişikliğe uğrayan ant,; ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ diye başlayıp, ‘ne mutlu Türk’üm diyene’ cümlesiyle bitiyor.
Peki Türkiye Cumhuriyeti’ndeki okullarda eğitim alan çocuklara Türk olmadıkları halde zorla ‘Ne mutlu Türküm diyene’ dedirten bir andın kaldırılacak olması bizi niye kızdırıyor?
Bu çocuklara zorla ait olmadıkları bir milleti övdürmenin neresi hangi insan hakkına sığıyor?
Ve bunun da ötesinde, doğruluğu ve çalışkanlığı Türklüğe ait bir meziyet olarak tanımlayan bu andın, dolaylı olarak diğer bütün milletleri kötülüyor olması bizi hiç rahatsız etmiyor mu?
Çocuklarımızın okullarda, ‘yabancı düşmanı’ olarak yetiştirilme riski, razı olduğumuz bir şey mi?
Bu ant umarım Türkiye ile eş zamanlı olarak Kuzey Kıbrıs’ta da müfredattan kaldırılır.
Umarım Kıbrıs konusunda bir çözüm hedefinde olan hükümet, çözüm için temel ihtiyaç olan toplumlar arası uzlaşı ve barış kültürünün yerleşmesi adına son derece olumlu bir tavır olacağına inandığım bu adımı cesaretle atar.