Çağrı Yalkın
yalkin.c@gmail.com
Malum, Kıbrıs’ta doğduğumuz günden beri ister istemez kendimizi içinde bulduğumuz bir çukur var: Kıbrıs sorunu. 3 yaşındaki beyinlerimize Perez de Cuellar gibi isimleri kazıyan koskocaman bir fil. Herkesten farklı farklı (ve çoğu zaman histerik) görüşler duyduğumuz için tam olarak düşman mı dost mu olduğunu anlayamadığımız bir “Rum tarafı”, yine herkesten farklı farklı (ve çoğu zaman histerik) görüşler duyduğumuz için tam olarak düşman mı dost mu olduğunu anlayamadığımız bir “Türkiye” (veya anavatan, yersen), tanklar tüfekler toplar, resmi geçitler, dağlarda beyaz boyalı bayraklar, şükran sana anavatanlar, zorunlu barbarlık ve müzeleri ziyaretleri derken zaten 1974 sonrası 2004 öncesi doğmuş insanlar olarak 8 yaşına gelene kadar beynimiz komposto formatına geliyor. Diyorum ki, elbette bize hayat zor. Hem Türkiye vatandaşına açıklamak zorunda kalıyorsun varlığını, hem çoğu Kıbrıslırum’a. Gökten zembille inmişsin gibi, ne biri ne diğeri tam emin değil “bu da bizden” diye. (Bu konuda en sorun çıkarmayan taraf Yunan vatandaşları. Daha benimle tanışıp Kıbrıslıtürk olduğumu duyunca gülümsemeyen, dost canlısı yaklaşmayan bir Yunan görmedim).
Maalesef aynılarını Kıbrıslırum kardeşlerim ve Tükriyeli kardeşlerim için söyleyemeyeceğim.
Neyse, hayat bize zor da, biz meseleye bakışımızda tutarlı mıyız? Prensipli miyiz?
Son kertede seçilmiş Reis-i Cumhur Tayyip beyfendinin seçilmiş cumhurbaşkanımız sayın Mustafa Akıncı’ya höykürmesi ve höykürme mevzunun “anavatan” jargon olması, yine bende bi düşünceler bi düşünceler tetikledi. Kıbrıs sorunu, insanların yorum ve tepki çeşitliliği çerçevesinde tekrar düşünülmesi gereken sorun. Sorunlar yumağı hatta.Eğer zorla annemiz olacaksa anavatan, bu annenin modeli maalesef kendine bakamayıp çocuğuna kötü davranan, hanisi başka medeniyetlerde olsa çocuğu elinden alınıp çocuk esirgeme kurumunda korunacak cinsten bir anne bu. Bu “anne” tutarsızlıkta da bir marka gerçekten. Ergen demek isterdim ama ergenlere haksızlık olur, o yüzden, bu anne büyüyememiş diyeceğim. Neyse, Türkiye'de karşıma çıkan tüm tepkileri de bir kefeye koymuyorum, ama bazı çeşitlerini vereyim, ve bunları Kıbrıslıtürk tepkileri ile karşılaştırarak kanımca kanayan bir
yara olan şu tutarsızlığı ortaya çıkarayım:
Kıbrıslıtürkler bilindiği üzere Kıbrıs'ta hep azınlık olmuş, sayıları hiçbir zaman fazla olmamış falan filan. Şimdi gözleri Anadolu topraklarına ceviriyoruz, Kürtler de bu topraklarda belli zamandır etnik azınlık diye bilinmiş (kitap dağ Türkü demişse de herkes içten içe bilmiş tabii bu insanlarin Kürt oldugunu).Tamam. Peki vatansever yurtsever “keserim döverim kırarım biz oralarda Kıbrıslarda çok kan döktük”çü söylem sahibi insanlara sorum şu olacak: Kürtler kendilerine Türk desinTürkiye'de deniliyor, alt kimlik üst kimlik bir laflar dönüyor, otursunlar oturduklari yerde deniyor. Peki tamam. Sonra ayni söylem sahibi insanlar bakışlarını Kıbrıs sorununa çeviriyor ve önerilen çözüm şu çoğu zaman: iki taraflı olun, KKTC diye bir yer vardır ve dünya tanımak zorundadır, Kıbrıslıtürkler kendilerine Kıbrıslı demek zorunda bırakılmamalıdır, vs. oldu mu şimdi? Olmadı. Tutarlı mı? Değil. Kıbrıslıtürk bağımsızlığını ilan edecek avuçiçi kadar yerde, kendi dilini konuşacak, kendi kanalını izleyecek, kendi okuluna gidecek (ki bunlar zaten Kıbrıs Cumhuriyetinde olan
şeylerdi), ama Kürt susacakTürkiye'de. Şimdi bir anlaşma olsa, Kıbrıslıtürkler kendilerine Kıbrıslı ya da Rum demek zorunda diye bir de dayatması olsa, ne düşünülecek? (“Kıbrıslı” kelimesiyle bir derdimiz olmadığını tekrarlamama gerek yoktur herhalde).
Paradoksun Kıbrıslıtürk versiyonu da şurada: “Kıbrıslıtürk diye birşey yoktur, Kıbrıslı diye birsey vardır” gibi bir söylem var, önceleri tercih edilirdi tarafimdan da ama birtakım sol (yersen) partiler içini oyunca bu da nostaljik bir istek olarak raflarda yerini aldi. Yani neymis, “biz Kıbrıslıtürk kimliğimizi Rumlar da Kıbrıslırum kimliklerini eritsin bir potada, Kıbrıslı olalim”isteğiymis.Şimdi öoğu Kıbrıslıtürk'ün Kürt olayına bakışına odaklanalım: Kürtler kendi dillerini konuşsun, kendilerine Kürt diyebilsinler, kendi okullari olabilsin, ortak bir potada erimeye ne gerek var, vs. Gördük mu paradoksu? Gördük. Buyrun simdi bu paradoksu dış politikaya uyarlayalım ve neden kısır döngü içinde olunduğunu bir daha sorgulayalım.