BM Genel Sekreterinin Kıbrıs özel temsilcisi Cuellar yeniden Kıbrıs’ta; liderlerle görüştü, siyasi partilerle görüştü, sivil toplum örgütleri ile de görüşmeler yapıyor. Birinci turunda liderleri dinlemişti; bir görüşme süreci başlatma öncesinde onların Kıbrıs sorununa çözüm konusundaki duruşlarını öğrenmişti. Misyonu, çözüm için görüşme sürecini başlatacak zemin aramak, yaratmak; yani liderlerin mevcut pozisyonlarından çıkıp birbirlerine yaklaşmak, yakınlaşmak için hareket etmelerini sağlamak…
Kıbrıslı mevcut liderler kendi halklarının faşist unsurlarının ideolojik tezi olan ve basitçe Enosis-Taksim diyebileceğimiz duruşlarda… Daha açılım yapacak olursak, Rum lider aslında Kıbrıslı Türklerin azınlık olacağı bir üniter devlet siyaseti güdüp faşist Enosis ülküsüne doğru yola çıkmak stratejisinde… Kıbrıslı Türk lider de eşit egemenlik ve eşit uluslararası statü tezi ile ifade ettiği bir siyaset güdüp Kıbrıs’ın kuzeyini Türkiye’ye bağlayacak faşist Taksim ülküsüne doğru yola çıkmak stratejisinde… İki lider de aslında uzun erimli bir siyaset olarak “anavatan” dedikleri ülkelere Kıbrıs’ı hediye etmek isteyen ideolojilerin sahnedeki unsurları…
“Anavatanlar”?... Yunanistan 1974 yazında bu stratejinin kara yazgısı ile tanışmış; şimdilerde öyle bir havası yok; Kıbrıslı Rum faşist unsurlara da AB üyeliği ile zaten dolaylı da olsa birbirlerine bağlandıklarını telkin ediyor. Türkiye de 1974 sonrasında uluslararası siyasette ve konumlarda yaşadığı zorlukların yazgısı ile federal çözümü öneren taraf olmuş, cayma çabalarının da sonuç vermediğini deneyimlemiş. Türkiye, halen yaşadığı ekonomik sorunlardan çıkış için, AB ile daha entegre olabilmek için, bölgenin özellikle hidrokarbon kaynaklarını toplayan ve dağıtan merkezi olmak vizyonu için ve dolayısıyla da bölgenin önemli bir siyasi ve ekonomik etkinliğe sahip ülkesi olmak için Kıbrıs sorununda çözümü Taksim’de değil de BM Ölçütlerinde olmasının zorunluluğuna kanaat getirmiştir.
“Anavatanların” çözüm süreci öncesinde ve sırasında çıtayı yüksek tutmak çabaları da doğal bir stratejidir. Ancak, Kıbrıslı tarafların faşist unsurlarının ideolojik hedeflerine yönelik çabaya kapılmanın, statükoyu devam ettirmek ve kendileri için daha önemli ve değerli olan vizyonlarına ulaşmayı tehdit altına sokmak gibi de bir girişimleri olmayacaktır. 2004 Annan planı referandumunda Yunanistan Kıbrıs Rum tarafı ile ters düşmüş, Türkiye ise on binlerce Kıbrıslı Türkün sokaklarda yaptığı demokratik mitingleri kendi vizyonlarını pratiğe geçirebilme şansı olarak değerlendirmiştir.
Dolayısıyla, bugünlere geldiğimizde, Cuellar ilk turunda görüşüp dinlediği liderlere ikinci turunda görüştüğü sivil toplum örgütlerinin Kıbrıs sorunu çözümüne dair görüşlerini ve hasletlerini anlatacaktır. Kıbrıs Rum tarafının lideri, Kıbrıs Türk tarafının BM Ölçütlerini reddederek 2-Devletli Çözüm Tezini ileri sürmüş olmasını bir nimet gibi görüp kullanmak istemesi nedeniyle, kendini ideolojik çözüm modeli ile değil de BM Ölçütleri ile bağıtlamış durumdadır. Kıbrıslı Rum liderin gerisindeki siyasi ve sivil toplum örgütleri de “acı bir taviz” olarak niteledikleri federal çözümü talep etmeyi, samimiyetleri sorgulanabilse dahi, resmen öne sürmektedir. Cuellar bu durumu görmüştür, öğrenmiştir, fark etmiştir ve bunu Kıbrıslı Rum lidere ifade de edecektir. Ve ona bir de “bilgi” verecektir: “BM inisiyatifleri olan Annan Referandumu ve Crans-Montana Konferansı olumsuz sonuçlarının müsebbibi olarak üçüncü defa bir olumsuz sonuç yaratma şansınız yoktur, denerseniz Kıbrıs Türk tarafının tezlerinin önü açılacaktır”. Cuellar’ın bu yaklaşımı Yunanistan’ı rahatsız etmeyecektir.
Cuellar, Kıbrıslı Türk liderin de bir türlü altını dolduramadığı ve slogan olarak sürekli telaffuz ettiği “eşit egemenlik ve eşit uluslararası statü” tezinin geniş halk yığınları ve onların temsilcileri olan siyasi partiler ve örgütler tarafından desteklenmediğini görmüştür, öğrenmiştir, fark etmiştir ve bunu Kıbrıslı Türk lidere ifade de edecektir. Ve ona “bilgi” verecektir: “Asıl teziniz olan 2-Devletli Çözüm olası değil, halk da ne bu tezinizi ne de mevcut statükoyu kabullenmediğine göre BM Ölçütlerinde çözümü gerçekleştirecek bir Kıbrıslı Türk lider halk tarafından öne çıkarılacaktır”.
Türkiye ne yapacak, ne yapar?! TC Cumhurbaşkanı Erdoğan demişti ya “Annan Planında yaptığımızı gene yapar, elimizi taşın altına koyarız” diye; bu ayın sonunda yapılacak olan yerel seçimlerden sonra elini yavaş yavaş taşın altına sokar. Aslında taşın altına elini koyacak olan Erdoğan’ın avcunda Tatar’ın dili olacak… Ve bunun böyle olacağı da Cuellar’ın ilk turu kapsamında TC Dış İşleri Bakanı Fidan ile yaptığı görüşmeden sonraki sessizlik anlatmaktadır.
Kıbrıs’taki ikinci turunda yaptığı çeşitli temaslar ve görüşmeler ile Cuellar Kıbrıslı liderleri etkisi altına alacak bir strateji geliştirmişti. Demesi o ki “Sadece sizinle konuşmayacağım çözüm sürecini, sonucun asıl muhatabı olan halkın örgütleri ile de konuşup tartışacağım, onları masaya yansıtacağım; halkınızın hasletlerini ret ve inkâr eden tavır içinde olursanız hesabını onlara vereceksiniz”. Bu stratejiye Yunanistan’ın bir tepkisi olmayacaktır; Türkiye ise 2004’te Denktaş’a dediği gibi Tatar’a da “Git de halkını ikna et” diyerek BM Ölçütlerinde çözüm görüşmelerinin başlamasına cevaz verecektir.
Bundan sonra ne mi olacak?! Türkiye’nin yerel seçimlerinden sonra Cuellar, Kıbrıs sorunu ile doğrudan ve dolaylı ilgili tüm taraflarla mekik diplomasisi yaparak, BM Ölçütlerinde çözüm görüşmeleri sürecini tetikleyecek, liderlerin BM gözetiminde ve BM Genel Sekreteri’nin ifade ettiği gibi sonuç alıcı ve zaman tahditli görüşmeler yapmak üzere masaya oturmasını sağlamaya çalışacak…
Cuellar’ın operasyonu başarılı gidiyor; görünüşe göre bu bahar tam bir bahar olacak; yaz da serinletecek…
Bn. Cuellar’a da bir bilgi notumuz olsun: Kıbrıs Rum siyaseti önceki tüm görüşmeler süresince genellikle BM Kıbrıs (UNFICYP) Misyon şefleri ile BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs özel temsilcilerini hep çarmıha gerdiler; şimdilerde Colin Stewart ile işe başladılar…