Bölgemiz dünyanın en hareketli bölgelerinden biridir. Maalesef bu hareketlilik her zaman gelişme olarak gerçekleşmez. Çoğu zaman bu hareketlilik şimdilerde olduğu gibi savaş demektir.
Son on yıllarda Orta Doğu’da sıcak çatışmalar hiç eksik olmadı. Özellikle bir numaralı enerji kaynağı petrolun en çok bu bölgede bulunması ve en kolay bu bölgeden çıkarılması bölgenin önemini kat kat artırıyor.
Petrol bir yandan doğal zenginlik, öte yandan da huzursuzluk, kan ve gözyaşı demektir.
Şimdilerde hiç dinmeyen İsrail-Filistin çatışması, Suriye’de süren acımasız iç savaş, Irak’ta dinmeyen sıcak çatışma, Mısır’daki darbe, İran’da uzun yıllardır süren baskıcı rejim, IŞİD çapulcularının Irak ve Suriye halklarına, özellikle de Ezidilere ve Kürtlere karşı acımasız saldırıları hep bu bölgede yaşanıyor.
İşte böyle bir bölgenin yanıbaşında Doğu Akdeniz’in ortasında bütün bu bölgeye komşu Kıbrıs adasının etrafında da doğal gaz yatakları bulunduğu ve milyarlarca dolarlık bu kaynaklardan günümüz teknolojisi sayesinde artık yararlanılabileceği gerçeği ortaya çıktı.
Tam da iki toplumdaki milliyetçiliğin körüklediği ve yarım yüzyıldır devam eden toplumlararası çatışmaların çözümü için görüşmeler sürerken doğalgaz kaynaklarının varlığı ortaya çıktı.
Ne olduysa da bu kaynakların mevcudiyeti ortaya çıktıktan sonra oldu. Rum tarafı tanınmış devlet olmanın avantajlarını kullanarak Türkiye dışındaki bölge ülkeleriyle MEB anlaşmaları yaptı. Hemen ertesinde de uluslararası petrol şirketleriyle anlaşarak sondaj çalışmaları başlattı.
Türkiye de buna karşı hem kendi dışındaki bu MEB anlaşmalarını tanımadığını, hem de dünyada tanınmayan ama sadece kendisinin tanıdığı KKTC ile yaptığı ikili anlaşmalara dayanarak bölgede sismik araştırma yapmaya ve sismik araştırma gemisi barbaros’u korumak için savaş gemilerini bölgeye gönderdi.
Rum tarafı bu gelişmeyi toplumlararası görüşmeleri kesme nedeni olarak gördü. Böylece çözüm yine ertelendi.
İşte bu gelişmeler yaşandığı sırada Rusya devlet başkanı Vladimir Putin Türkiye’ye geldi. Aslında uzun zaman önceden planlanan bu görüşme Türkiye ile Rusya'nın ilişkilerini güçlendirmek amacıyla 2010 yılında kurulan “Üst Düzey İşbirliği Konseyi”nin (ÜDİK) beşinci toplantısına denk getirildi.
Bu ziyaret birçok nedenle çok önemlidir. Ama en önemlisi "Ukrayna krizi" nedeniyle Batı tarafından izole edilen, yaptırımlarla cezalandırılan Rusya, siyasi ve ekonomik anlamda yalnız kalmamak için Çin ve bazı bağımsız devletler dışında etkili devletlerle işbirliğini artırmak için önemliydi.
Son dönemde AB üyelik müzakereleri iyi gitmediği ve hala üyelik perpektifi netleşmeyen, bütün komşularıyla sıf ır sorun diyerek hepsi ile sorun yaşayan bu nedenle bölgede yalnızlaşan Türkiye için de bu ziyaret çok önemliydi.
Putin Rusya’ya AB ve ABD tarafından uygulanan yaptırımlar ve petrol fiyatlarının düşürülmesi sonucu gaz fiyatlarının da düşmesi ile ciddi bir ekonomik krizin öncesindedir. Bu nedenle Putin çıkış yolu olarak Rusya’nın ihracat haritasını Türkiye ile birlikte şekillendirmekte görüyor.
Rusya bu gelişmeler üzerine Güney Avrupa doğal gaz boru hattını iptal etti. Bu karar Ukrayna üzerinden güney Avrupa’ya ulaştırılacak hattın iptali yani Ukrayna’nın by pass edilmesi demektir. Bunun yerine Rusya doğal gazı Türkiye üzerinden güney Avrupa’ya ulaştırma kararı verdi.
Başka ekonomik anlaşmaların da karşılıklı gündeme getirildiği ziyarette en önemli gelişme Rusya ile Türkiye arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerin yeni bir aşamaya yükseltilmiş olmasıdır.
Bu gelişmenin hemen ertesinde Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu Yunanistan’ın başkenti Atina’ya gitti. Buradaki görüşmeler de iki ülke ilişkilerinin yeni bir aşamaya yükseleceğinin habercisi oldu.
Ekonomik sıkıntıda olan Yunanistan Rusya’nın yeni gaz boru hattının Türkiye üzerinden geçtikten sonra Yunanistan üzerinden güney Avrupa’ya ulaştırılacak olmasından fazlasıyla mutlu oldu.
Bu çerçevede doğu Akdeniz’deki İsrail ve Kıbrıs gazının da yine Türkiye üzerinden Yunanistan’a, oradan da Avrupa’ya ulaştırılması her iki ülkede de memnuniyet yarattı. Ancak bunun gerçekleşmesi için öncelikle Kıbrıs sorununun bir an önce çözülmesi gerekir. Bu nedenle Atina’daki görüşmede Kıbrıs sorunu da çok önemli bir yer aldı.
İki ülkenin Başbakanı Kıbrıs’ta görüşmelerin yeniden başlatılması için çağrı yaparak sorumluluk üstlenme kararı aldılar. Rum tarafında memnuniyetsizlik yaratsa da bu karar çözüm yönünde çok önemli gelişmelerin arifesinde olduğumuzu gösteriyor.
Bu arada İngiltere Başbakanı’ın geçtiğimiz günlerde Ankara’ya ziyareti de bu bağlamda değerlendirildiğinde bölgemizde yeni ilişkilerin, yeni açılımlar yaratacağını söylemek için kahin olmak gerekmez.