Bali ha? diye sorguluyor beni hayatımda kocaman yer kaplayan bir yürek. Seyahat planlarımı öğrenmiş besbelli. Hindistan’ı atladın sanki diyor ardından. Elizabeth Gilbert’in Ye, Dua et, Sev kitabına gönderme yaptığını algıyorum hemen. İlk okuduğum dönemlerde az ağzıma sakız yapmamıştım bu kitabı. Uzun zaman en sevdiklerim listesinde başı da çekti hatta. Öykü filme Julia Roberts ve Javier Bardem ile dönüşürken kitabın tadını hiç veremeyince bu etkileyici yaşam hikayesini kafamdaki kahramanlar ve sahneleri ile hatırlamayı tercih etmiş ve öylece kilitlemiştim hafızamın bir köşesine.
Henüz yola çıkmadan anımsıyorum ya hikayeyi, filmin Bali sahnelerinin çekildiği şehir olan Ubud’da da peşimi bırakmıyor pek. Julia Roberts’in ayak izlerini takip etmeye meraklı ne kadar çok insan varmış dünyada meğer. Sırf Roberts üzerinden dönen bir turizm sektörü oluşmuş Ubud sokaklarında. Restaurantlar, Hoteller açılmış, menülere kokteyller eklenmiş. Gilbert’in peşinden aşkı bulmaya gelmiş dahi olsanız Bali’ye, bu sahte romantizmi bayıcı bulmanız kaçınılmaz. Oysa hem öykü, hem de Ubud bundan çok daha fazlasını hak ediyor kanımca.
Bali Endonezya’nın 17,500 adasından sadece bir tanesi. Kendine has kültürü, dili ve gelenekleri ile batının en çok ilgisini çeken adası olmuş ülkenin. Hollywood’un da etkisi ile dünyanın dört bir yanından yılda 3 milyon turist ağırlıyor Balililer.
Hep soru soracak değilim ya, bazen de tek bir sorunun kişiye özel cevaplarını bulmaya çalışırım kafamda. Ubud’da kaldığım sürece bu ülkeye, bu minik adaya, bu şehre insanların niye böyle akın akın geldiği sorusu kurcaladı durdu aklımı. Julia Roberts hayranları dışındakilerin tabii...
Zırdeli arkadaşlarınız vardır örneğin. Bunlardan bir tanesi solundan kalktığı bir sabah Fransız bobo yaşam tarzını bırakıp, bohemliğin dibine Endonezya’da vurmaya karar verir. Dur, yapma, etme’yi boşver, hoşçakal demeye fırsat bulamazsınız, ilk bulduğu uçağa atıp kendini, gitmiştir bile Kuzeydoğu Asya’ya. Email, sosyal medya, telefon üzerinden tacizleri dur durak bilmez sonrasında. Orası tam da size göredir, gitmeli, görmelisinizdir mutlaka! der, durur. Kıramazsınız tabii, hani çok da göresiniz gelmiştir densizi, yokluğunun acıtmaya başladığı zamanlardır. Soluğu Bali’de alırsınız.
Bir süredir doğu mistisizmine sarmışsınızdır belki. Budizm, Hinduzim oldukça ilginizi çekmektedir. Felsefenin ötesinde yaşama nasıl yansıdığını görmek arzusundasınızdır da, Hindistan’a, Nepal’e gidecek cesareti henüz kendinizde bulamıyorsunuzdur. İkisinin hoş bir karışımından, Bali Hinduzminden başlamak daha caziptir.
Bu kış soğunda, güneşli, egzotik bir adaya gidesiniz gelmiştir de Bora Bora ile Bali arasındaki fark hakkında hiçbir fikriniz yoktur. Çok önemli de değildir zaten, Bahamalar da olabilirdi hatta, hepsi B ile başlıyor nasılsa, eski bir dostun dediğinden...
Hint okyanusuna dalasınız, rengarenk su altını keşfedesiniz vardır veya. Mantalar ile yüzmek, kayıp Nemo’yu bulmak arzusundasınızdır. Ya da sörf tutkusudur sizi buraya taşıyan, belki de Avustralya’lı bir sörfçü hayali. Her günü harika bir masajla bitirme lüksünü yaşamak istiyor da olabilirsiniz, taze sıkılmış tropikal meyve suyunuz eşliğinde. Seçenekler sonsuz...
Pirinç veya bambu ticareti yapmaktı belki niyetiniz. İş bağlamaya gelmiştiniz esasta. Sonra buradaki dünya sizi büyülemiş, işi, aşı unutmuş, tadına doyum olmaz gün batımlarını izlemek için, o tapınak senin, bu tapınak benim geziyorsunuzdur.
Bir evvelden hiç hoşlanmadığınız, dayanılmaz bulduğunuz bohur kokusuna bağışlık geliştirmenin zamanı gelmiş de olabilir. İki haftanın sonunda kendinizi balkonda bir buddha heykelciğinin yanına taze çiçek, mum ve bohur yerleştirirken bulduğunuzda hiç yadırgamazsınız bile bu değişimi. Bali öylesine girmiştir kanınıza.
Tabiatla barışık yaşamanın nasıl birşey olduğunu keşfetmek arzusu düşürmüştür sizi yollara belki de. İnsanların birbirleriyle, doğayla, hayvanlarla kurdukları barışçıl ilişki aklınızı çelmiştir. Binbir çeşit hayvanın, börtü böceğin olduğu enfes güzellikteki bir orman kıyısında geçirdiğiniz ikinci uyukusuz gecenin sonunda artık anlarsınız; ne dev örümceklerin, ne garip sesler çıkaran kertenkelelerin, ne de damda koşturan ne olduğunu anlayamadığınız yaratıkların size zarar verme niyeti yoktur. Tüm canlılar dosttur. Korkunun içinden yürüyüp geçmişsinizdir artık. Doğayla birlikte, doğanın parçası olarak var olmayı öğrenirsiniz. Ah, ne gururdur o, ah!
İlk kez Bali’de Gandhi’nin ‘basit yaşa ki, başkaları da varolabilsin’ cümlesini, sade bir insanın gözlerinde okumuşsunuzdur. İnsanların ne kadar az ile mutlu olduklarına tanık olur, kendi şımartılmış yaşantınızdan utanırsınız. Zen’in gerçek anlamını keşfetmişsinizdir. O an anlarsınız dönüp dönüp yeniden geleceğinizi bu topraklara.
Siz bir tane ile baş edemezken, yüzlerce tanrıya inanmak, günde iki kez büyük bir samimiyetle tanrılar için sunumlar hazırlamak oldukça ilginizi çekmektedir. Kültürlerini, dinlerini, doğrularını çocuklarına öğretmek için kullandıkları cümbüşleri, dansları ve bunların içtenliğini büyüleyici buluyorsunuzdur Balililerin.
Darwin’in evrim teorisini test etmeyi aklınıza koymuşsunuzdur da, hayvanları doğal ortamından kopartıp kafesleyen hayvanat bahçeleri protesto listenizde yer almaktadır. Çaresiz gidip maymun ormanına dalacak, onları kendi dünyalarında gözlemlemeye çalışırken, bu küçük hırsızlara çantanızı kaptırtmamak için binbir kılığa gireceksinizdir.
Belki bunların hepsi birden harekete geçirmiştir sizi veya başınıza geleceklerden habersiz sadece bir ‘beş’ insanının karakterine uygun davranıyor, hareket, değişiklik arıyorsunuzdur ve bulmuşsunuzdur mevlayı Bali’de, çok da iyi etmişsinizdir üstelik!
1 Aralık 2013
Ubud, Bali
1 Burjuva-Bohem: Genellikle şehir merkezlerinde yaşayan, üst düzey ancak bohem yaşam tarzını benimsemiş, sosyo-ekonomik sınıflar yerine sol görüş, pasifizim ve ekoloji olan ortak idealleri üzerinden sınıflandırılmayı savunan bireyler. Kaynak: Toupictionnaire, siyasi sözlük www.toupie.org/Dictionnaire/Bobo.htm