Dariusz Kalan
Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı BIRN
*** Ayda’nın geçmişe yolculuğu, birbuçuk yıl kadar önce Bosna-Hersek kırsalına bir seyahate gittiğinde başlamıştı... Kalinovik adlı küçük kentte tutuklanmıştı dayısı, Temmuz 1992’de ve birkaç günlüğüne bir barut deposunda tutulmuştu – sonra da bir ahıra götürülerek 23 diğer adamla birlikte öldürülmüştü. Ayda’nın dayısının adı Abdurrahman Filipoviç ya da “Brako” idi – “Brako”nun manası “Küçük kardeş”ti, sevdikleri ona böyle diyordu... Ayda’nın hayatına da bu lakapla girmişti – fakat o öldürüldüğü zaman Ayda henüz üç yaşındaydı, o nedenle ona dair pek bir şey hatırlamıyor.
*** Ayda çocukluğundan itibaren çok ham duygular hatırlıyor, umuttan başalyıp çaresizliğe, acıya kadar – bunlar annesinin Brako’nun kalıntılarının bulunduğu haber verildiğinde yaşadığı duygulardı – fakat sonra bulunan kalıntıların ona ait olmadığı anlaşılmıştı. Brako, Bosna’da yaşanmış olan 1992-95 yılları arasındaki savaşta “kayıp” edilen fakat bugüne kadar kalıntıları bulunamayan 7,600 kişiden biriydi...
*** Ayda her zaman onun varlığının bilincindeydi ancak ne zaman ki Brako’nun “kayıp” edilmiş olduğu yaşa gelince, ailenin toplandığı masada anlatılan öykülerden siyah beyaz fotoğraflara kadar bir hayalet gibi olan o insan, işte o zaman gerçek bir insana dönüşmüştü... “Anladım ki” diyor Ayda Hacımuziç, “onu anlayabilirdim şimdi...” Yakında 34 yaşında olacak Ayda, El Cezire’nin Balkanlar TV kanalı için çalışan bir gazeteci o... “Benim yaşımda olacaktı ve ben de artık o küçük kız değilim... Perspektifim değişti” diyor. Böylece Kalinovik’e gitmeye karar vermiş çünkü orada insanlar dayısını tanıyormuş, onun hakkında nihayetinde bir film yapmak istiyormuş... “Onun öyküsünü canlı hale getirmek misyonuma dönüştü nihayetinde” diyor.
*** Pek çok yönden Ayda ender bir örnektir. Ekonomik olanakların az olduğu, zayıf bir yönetim, yolsuzluk, düşük hava kalitesi ve artan kiraları düşünen pek çok Boşnak genç için 30 sene önce sona ermiş savaşı tekrardan canlandırmak, çok fazla olabilir. Bir başka meydan okumayla başetmek yerine pek çoğu yurtdışına gitmeyi seçiyor: Birleşmiş Milletler’in 2021’de yaptırdığı bir araştırma, 18-29 yaş arası Boşnakların yüzde 47’sinin ister geçici, ister kalıcı olarak göç etmeyi düşündüğünü ortaya çıkardı.
*** Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nde (ICRC) iletişim yöneticisi olan 29 yaşındaki Marko Matoviç, “Kayıp yakınlarının oluşturduğu yerel örgütlerde sohbetlerimiz esnasında gençlerin bu konuyla sınırlı derecede ilgilendiklerini görüyoruz çoğu kez” diye konuşuyor. ICRC, kayıpların aranması sürecinin yanısıra kayıp yakınlarının desteklenmesi sürecinde de destekleyici bir taraf olarak rol oynuyor. Bosna-Hersek Kayıp Şahıslar Enstitüsü’ne göre savaşın sonucunda 32 bin kişi “kayıp” edilmişti... Bugüne kadar 24 bin kişiden geride kalanlar bulunmuş.
*** Bosna’da yaşamanın zorluklarının yanısıra, gençlerin tereddütlerinin bir diğer nedeni daha var – bazı ana-babalar, evlatlarını korumaya çalışıyorlar bu konuyla başetme konusunda... “Bir keresinde, bir kadınla konuştum, uzun yıllardır yurtdışında yaşıyordu. Kocası çatışmada kayıp edilmişti ve bir noktada kalıntıları bulunmuştu. Eşinin aranması sürecinde çocuklarını bunun dışında bırakmakta ısrarcı olmuştu çünkü ona göre bu süreç çok üzücüydü” diyor Matoviç.
*** Ayda’nın durumuna gelince, o, dayısı Brako’nun akibetini annesiyle açıkça konuşmuş... Ancak yine de daha uzaktaki ailenin bu konu çok üzücü olduğu için konuya değinmekte isteksiz olduğunu hissediyor. Kalinovik, Bosna-Hersek’te otonom bir oluşum olan “Republika Sprska” yani “Sırp Cumhuriyeti”nde küçük bir kent, Saraybosna’nın 70 kilometre kadar güneyinde bulunuyor. Bu Sırp ağırlıklı bölgede Abdurrahman Filipoviç, hekim olarak çalışmaktaydı, bir Müslüman’dı ancak bu o kadar da önemli değildi – ta ki savaş patlak verinceye kadar... Ancak bu iki faktör, kaderini belirleyecek iki şey olacaktı... Çünkü savaşın paramparça ettiği Kalinovik’te kalarak yurttaşlarına hizmet etmeye karar vermişti... Ve öldürülmüştü çünkü kendisini öldürenlerden farklı bir Tanrı’ya inanmaktı gerekçeleri...
*** Boşnak Müslümanlar’ın öldürülerek gömülmüş olduğu pek çok toplu mezar yeri ile bireysel mezarlar, işaretsiz biçimde öylece duruyor, bunların yerini belirten herhangi bir anı tableası yok. Ancak kent girişinde bir anıt var ki bu da Boşnak Sırp askeri eski yetkilisi Ratko Mladiç’i bir kahraman olarak gösteriyor... Ayda, “Ülkenin bu bölümünde büyük bir inkar sözkonusu” diyor... “Yerel bir şahısla röportaj yaparken bir araba geçiyordu ve sürücü borusuna bastı... Burada size istenmediğinizi gösterebiliyorlar” diyor.
*** Ağustos 2021 ve Nisan 2022’de Kalinovik’e yaptığı iki ziyaret acı verici olsa da, Ayda için bazı beklenmedik bulgular da ortaya çıkmış... Örneğin Brako’nun kadınlar arasında oldukça popüler olduğunu öğrenmiş Ayda... Bu da belki de en değerli keşfe yol açmış: Brako’nun kız arkadaşlarından birine vermiş olduğu altın bir yüzükmüş bu... Dayısı, kız arkadaşına bu yüzüğü verirken, “Eğer beni tutuklamaya gelirlerse, bu yüzüğü al ve kaçabileceğin kadar uzağa kaç” demiş. Bu kadınla tanışan Ayda’ya kadın, yüzüğü vermiş... Ayda bugün dayısının altın yüzüğünü parmağına takmış, sürekli takıyor bu yüzüğü...
*** Dayısına ilişkin gerçeği bulma çabalarının, bir yandan onun öyküsünü anlatmaya yönelik mesleki bir tutkuyla ateşlenmekle birlikte, bir de annesine birazcık huzur getirme gibi kişisel bir istekten kaynaklandığını aktarıyor. “O, bazan annemi geceleri ziyaret eder... Sanki onun kokusunu duyar gibi oluyor annem” diyor Ayda. “Annem uyanıyor ve rüya gördüğünü anlıyor... Onun bu kadar etkilendiğini görünce, ben de etkileniyorum bundan” diyor. “Ancak esasında inanıyorum ki bilmek istiyorum sadece... Anlamak istiyorum, bunca insan neden öldü... Srebrenitsa neden yaşandı... Kesinlikle anlamıyorum bunları” diyor...
*** Simeon Dzeletoviç ise savaşın hiç olmadığı günleri pek hatırlamıyor – lise yıllarından beridir dayısı Milenko’nun gömü yerini aramaya katılıyor. Arkadaşlarıyla ailesinin bu kanlı dönemini açıkça tartışmış ve doğruyu söylemek gerekirse, kim dinlemeye hazırsa, onunla tartışıyor açıkça Simeon... Bu görevi üstlenmeye karar vermiş: İnsanları bilgilendirmek, eğitmek ve bir daha böyle şeylerin olmayacağından emin olmak... Ona göre savaş, pek çok bakımdan gündelik zorluklardan biri gibi... Ve kendisinin 24 yaşında olması da pek farketmiyor. Ne savaşı hatırlıyor, ne de dayısını – ancak annesi yani Milenko’nun kızkardeşi ona geçmişe dair hikayeler anlatmış, geçmişe dair olup bitenleri Sırp kayıp yakınları örgütünün başkanından da dinlemiş... Ancak, ta başından yalnızca Sırplar’dan dinlememiş herşeyi, farklı etnik gruplardan insanlarla konuşmaya karar vermiş...
*** “Kayıpların olması, Bosna’daki tüm toplumların ortak acısıdır” diyor... Kendisi Bosna’nın güneyinde çok kültürlü, güzel bir kent olan Mostar’da doğup büyümüş... Milenko mühendislik lisesini bitirmiş fakat bir balıkçı olarak çalışmış. Uzun yıllar boyunca Simeon onun akibetine dair pek fazla detay bulamamış. “Onun hakkında pek sık konuşmayız çünkü bu her zaman duygu seline ve gözyaşlarına yol açar” diyor. Ancak annesinden Milenko’nun neşeli, sosyal ve kendine benzeyen bir karaktere sahip olduğunu öğrenince mutlu olmuş... “Yaşım ilerledikçe, onu daha çok düşünüyorum... Arkadaşlarımdan dayılarıyla nasıl sosyalleştiklerini, birlikte seyahatlere ya da yemeğe çıktıklarını dinliyorum... Eğer o hayatta olmuş olsaydı, hem benim, hem de annem için hayat daha kolay olurdu...” diyor.
*** Bosna’nın geçmişten çok geleceğe odaklanması gerektiğini iddia edenleri de anlamaya çalışıyor... “Elbette günümüzde o kadar çok sorunumuz var ki, yalnızca geçmişten söz edemeyiz” diyor... “Ancak geçmişin sorunlarını çözmezsek, ne şimdi, ne de gelecekte normal bir hayat yaşayamayız” diye konuşuyor.
*** Milenko Dzeletoviç 25 yaşındaymış ve Mostar’dan binlerce Sırp gibi, Haziran 1992’de savaşın başlangıcında Hırvat kuvvetlerin yaygın etnik temizleme kampanyası nedeniyle Mostar’dan kaçarak Neretva vadisine giderken bulmuş kendini... Mostar’daki mezarlıkta babası ve annesinin mezarlarının yanında boş bir mezar var, oraya Milenko’nun kalıntıları bulununca, onların yanına defnedilecek...
*** Ayda veya Simeon gibi bazı genç insanların, hiç tanımamış oldukları kendi kayıplarının akibetini araştırmak için neden zaman ayırdıklarını sorduğumuz Alma Bravo Mehmedbasiç, bir sigara yakıyor... Ve bir süre sonra bu soruyu yanıtlıyor: “Öncelikle onların yalnızca bir sayı olmadığını ortaya koymak için – bu kayıpların bir ismi vardır, kökleri vardır, bir kimlikleri vardır” diyor. Bravo-Mehmedbasiç bir psikiyatrist ve son 30 seneden bu yana savaş sonrası travmalar üzerinde çalışıyor. Savaş esnasında Saraybosna’daki meslektaşlarına yardım ediyormuş, o dönem dört sene boyunca Sırp kuvvetlerin kuşatması altında kalmışlar – bu da modern savaş döneminde herhangi bir başkentin en uzun kuşatması olarak tarihe geçmiş durumda.
*** “İkincisi” diyor, “akrabalarının başına gelenler nedeniyle hukuki ve ahlaki tazminat talep ediyorlar... Adalet istiyorlar” diyor Bravo-Mehmedbasiç, Saraybosna’nın merkezindeki ofisinde... Pek çok gence ana-babalarından kalan miras, acı verici bir bekleyiş sürecinin yanısıra adaletsizlik ve çaresizlik duygusunu güçlü biçimde hissetmek çünkü bu suçları işleyen pek çok fail yargılanmamış, mahkumiyet almamış ve savaşa dair konular pek çok toplumda hala bir sessizlik komplosuyla karşı karşıya... Bravo-Mehmedbasiç’e göre pek çok Boşnak ailede, yaşlı kuşağın acı verici hatıraları ya da çocuklarını bu acıdan koruma güdüsü nedeniyle, savaş konusu hala tabu bir konu ve gençlerin içgüdüsel olarak hissettiği rahatsızlık da onların sağlığında korkunç bir etki yapabiliyor.
*** Bu psikolojik fenomene “kuşaklar arası travma” deniyor ve travmatik deneyimleri, ondan sonraki kuşaklara aktarmayı ifade ediyor. Eğer bu düzgün biçimde ele alınmayacak olursa, o zaman kendinini değersiz görme duygusuna, kaygı ve deperesyona, stres bozukluklarına, şiddete, uyuşturucu kullanımına veya ciddi fiziksel şikayetlere neden olabilir. Ancak aynı zamanda aktivizme veya intikam arayışına da yol açabilir. Psikiyatrist Bravo-Mehmedbasiç, “Üçüncü olarak” diyor, “akrabalarına karşı bir yükümlülük hissediyorlar... Ve bir anma merkezi, bir mezar gibi anılarını koruyacak bir şey yapmak istiyorlar... Mezarları olmazsa, sanki de hiç var olmamış gibi olurlar çünkü...”
*** “Bu travmanın ne zaman sora ereceğini kestirmek zordur” diyor Bravo-Mehmedbasiç... “Bu, genç kuşakların bununla nasıl başedeceklerine bağlıdır. İster Boşnak Müslüman, ister Sırp, isterse Hırvat olsunlar, hangi toplumdan olurlarsa olsunlar, farklı toplumlardan insanların bu travmayla başetmelerinde hiçbir fark yoktur” diyor. Ancak Bosna’nın farklı toplumlarından bir aile bireylerini kayıp etmiş olanların bir kollektif travma tarafından birleştirilmesine pek olanak da yok. Savaşlardan arta kalmış olan henüz bitmemiş işlerin gelecek kuşakları etkilemeyeceği de söylenemez. Pek çok paralel ve çatışmalı tarihi anılar mevcut, yalnızca savaşta olup bitenlerle ilgili değil, savaş sonrasında da bu suçları işleyenlerin adaletten kaçmayı becermesi nedeniyle çok fazla incinmiş duygular var...
*** Goran Zadro, “Bu da bizim gerçekliğimiz” diyor, “gerçek olmadan elde hiçbir şey yoktur çünkü her bir yalan, başka bir yalanı doğurur... Burada her bir toplumun kendi gerçeği vardır...” İki oğlu var fakat savaşı tartışmak için yaşları henüz pek küçük, onlar büyür büyümez, Goran, yakınlarının başına gelenleri onlarla paylaşmaya istekli... Eylül 1993’te Hırvat sivillerin Graboviça köyünde vahçice katledilmesinden tek kurtulanlar Goran, kardeşi Zoran ve bir arkadaşları olmuş. Boşnak ordu kuvvetleri tarafınan 33 kişi öldürülmüş ve öldürülenler arasında babaları Mladen ve anneleri Lyubika, dedeleri İvan ve neneleri Matiya ve dört yaşındaki kızkardeşleri Mladenka da varmış... Katliamın yaşandığı günlerde Goran dokuz, Zoran ise 11 yaşındaymış...
*** Graboviça, Saraybosna ile Mostar arasında bir köy, Neretva nehri tarafından ikiye bölünüyor, bu nehir Hırvat sahilinden Adriatik denizine akıyor – köy, dağlarla ve orman manzaralarıyla çevrili... Bu ormanlarda Goran ve Zoran bir sığınak bulmuşlar, Boşnaklar köylerine girerken... Bütün gün boyunca saklanmışlar ve eve döndüklerinde, en yakınlarının ve komşularının katledilmiş naaşlarını bulmuşlar...
*** Graboviça’da bir kafede oturuyoruz, sonra da tepenin üstündeki mezarlığa tırmanıyoruz, burada babası ve dedesiyle nenesi gömülü... Annesi ve küçük kızkardeşinin kalıntıları hiçbir zaman bulunamamış... “Onları sık sık düşünürüm, bundan kaçınamazsınız. Bu sizin parçanızdır... Ve hatırladığınız sürece, sizin aracılığınızla yaşarlar... Ancak ben son derece normal bir hayat sürdürüyorum. Mutlu bir insanım... Üniversiteden mezun oldum, bir işim, bir ailem var... Hayatım gerçekten tamam” diye konuşuyor 40 yaşındaki Mostarlı bilgisayar mühendisi Goran... Graboviça’dan 30 dakika uzaklıkta yaşıyor...
*** Hayatta kaldığı için kendini şanslı hissedip hissetmediği sorusu karşısında tereddüt ediyor... “Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum” diyor. “Tek bildiğim şey, hayat bir armağandır. İnsanlar çoğunlukla hayata yeterince saygı göstermezler...” Nineleri, dedeleri ve halaları olmaksızın yaşam sürdürmek, bir şekilde kendi oğluları için normal birşeye dönüşmüş ancak Goran, Zadro aile mezarlığına iki kayıp yakınının kalıntılarını bulup getirip gömmek için çabalarını sürdürmekte kararlı. Ve bunun, Bosna’daki bölünmeleri derinleştireceğine inanmıyor... “Geçmişi nasıl ele aldığınıza bağlıdır herşey” diyor... Bunu zehirleyici biçimde ele alırsanız, öfke veya nefrete yol açabilir... “Ancak kendi ülkelerinde neler olduğu hakkında bilgiye ihtiyaçları vardır. Bilmek, haklarıdır. Ve bir daha bunun olmayacağından emin olmak da haklarıdır” diyor.
https://balkaninsight.com/2023/03/08/for-bosnias-youth-the-disappeared-remains-an-open-wound/
(BIRN’de Dariusz Kalan imzasıyla 8 Mart 2023’te yer alan yazıyı özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).