Türk Ajansı Kıbrıs fazlaca gündemde...
Doğrusu yaşadığımız yüzyılda “devlet ajansı” şart mı, bilmiyorum.
Hani diyorlar ya, “devlet patates mi satar, plastik leğen mi, ne gereği var...”
Öyle de “devlet” haber mi satmalı ?!
Hoş onu da “satamadığı” için “bedava” veriyor zaten...
***
Anladık, hiçbir meslektaşımız, bu ajansta asıl bulunma sebeplerinin “gazetecilik"ten öte “maaşı, mesaisi, garantisi, emekliliği” olduğunu itiraf edemiyor kolay kolay...
Hangimiz, bu ‘rezil’ gazetecilik çağında gerçeklerimizi itiraf edebiliyor ki...
Yine de bir “vergi mükellefi” olarak cebimden çıkan parayla "başbakan-cumhurbaşkanı-derin devlet-daha derin siyaset” kavgalarına tahammül etmek zorunda mıyım yani?
Kamu kaynaklarıyla “toplum” yerine “dar görüşlü siyasetçilere” hizmet edilmesini savunacak halim yok, hele de “tuvalet kağıdı alımını da barter anlaşması ile reklam karşılığı bağlasak tasarruf sağlar mıyız” pratikleri içerisinde yaşam kavgasıyla boğuşurken...
***
Gündemi altüst eden hangi haberi devlet ajansının yayma şansı var ki; Dışişleri Bakanı'nın sildirdiği trafik cezalarını mı, yoksa “sahte yurttaşlıkları” mı !? Başbakan'ın taklit edilen imzasını mı yoksa belediyede iç edilen 10 milyon sterlini mi?
Keşke “özerk” bir yapıya kavuşsa hem TAK, hem BRT... Üstelik hem idari özerklik olsa bu özerklik, hem de mali...
Ama kolay kolay kimse istemez bunu.
Yoksa bu haliyle medyayı tembelleştirmenin, kitleleri de “resmi ağız”a kilitlemenin ötesinde, “hayati” bir ihtiyaca yanıt verme şansı olamaz.
Baksanıza “devlet güvenceli iş”e rağmen gazeteci arkadaşlarımız, “sordum yanıtladım” röportajları dahi elinin tersiyle itemiyor.
O zaman neye yarıyor basın iş yasası?
“Editoryal bağımsızlık” kavgası olmayacaksa, mesai düzenlemeye mi?
Bu arada siz bakmayınız “o olmasa gazeteler yayınlanmaz” şehir efsanesine, ajans bülteninin gazete kağıdına basılı hali olarak standa girenler 100 bilemedin 150 okur bulamıyor satacak, kamuya “mecburi” alımlar dışında...
Yayınlanan haberlerin her biri artık kaynağından “mail box”a düşüyor da, “nasılsa hazırı var” diye uzatmıyor kimseler elini...
“Parti bülteni” dönemi ne kadar geçmişse, o kadar da geçmiştir bu haliyle “devlet bülteni” dönemi...
İlkinin en azından ‘tutkal’ı var, kitleleri birbirine yapıştıran...
Ve nihayetinde, birbirlerine kişisel öfkelerinden dolayı “papatya falı” gibi sendika değiştirilen ideolojik silikliğin ve sevgisizliğin gölgesinde, fikir mücadelesi falan da olmadığına göre ortada...
Boşuna çene yoruyor, birbirimizi yiyoruz kanımca...