Böyle başa böyle tıraş…

Tayfun Çağra

Polisin dün yaptığı açıklamada “dün yani Cumartesi günü sabahtan Pazar sabaha kadar 27 kişinin sokağa çıkma yasağını ihlal ettiği” belirtildi.

Bu 27 kişinin nasıl ihlal yaptığını merak ettim.

Yasağın ihlalinin hangi 27 kişinin başına patladığını da merak ettim çünkü Cumartesi sabahtan Pazar sabaha veya Pazar sabahtan bu sabaha 27’yi binlerle çarpmak gerekir yasağı ihlal edenleri bulmak için…

Marketlerin doluluğunu mu istersiniz, yollarda trafiğin neredeyse kilitlenmesini mi istersiniz, yine yollarda yürüyüş yapan kalabalıkları mı istersiniz…

Normal bir günmüş gibi her yer…

Cuma akşamdan Pazartesi sabaha sokağa çıkma yasağının olduğunu kimse anlamamış gibi… Belki de öyledir… Veya anlaşılmıştır ama anlamamazlıktan gelinmiştir… “Böyle başa böyle tıraş” derler…

Birini yolda gören diğeri de yola çıkar… Yürüyüş yapan birini gören bir başkası da yürüyüşe katılır… Yolların arabadan geçilmediğini gören yasak olduğunu önceden bilse bile “belki de yasak kalkmıştır!” diyerek arabasına atlar…

Denetim yok çünkü…

“Girne ve Lefkoşa’da vaka çok olduğundan diğer ilçelere giriş çıkışlarda yetki ilçe emniyet kurullarının denetimindedir deniyor” ama bir kontrol olduğu görülmüyor.

Daha önce Girne ve Lefkoşa giriş-çıkışlarında polis kontrolü varken, iki ilçe giriş-çıkışları kontrol edilirken geçen haftaki kararlardan sonra bu kontrol noktaları da kaldırıldı.

Cumartesi günkü son kararlarla da “Lefkoşa ile Girne arasındaki seyahatlerde denetim olmayacak” diye de madde eklendi.

Yani, “zaten iki ilçede de vaka çok, onun için de birbirlerine bulaştırmaları sorun olmaz!” düşüncesiyle mi kontroller kaldırıldı?

***

Geçtiğimiz akşam bakanlar kurulu yeniden toplandı ve bu kez restoranlar ve kültür-sanat faaliyetleri dışında neredeyse her yer açıldı.

Tamam, iyi güzel, vakaların restoranlarda daha da artış olanağı bulduğunu düşünüyor olabilirsiniz belki ama o açılmayan yerlerin masrafına ve çalışanlarının alamadığı maaşlarına bir nebzecik de olsa katkı sağlanma uğraşı içine girseniz keşke…

Okulları henüz açamadınız… 1 Nisan’da ders başı yapacağınızı söylüyorsunuz ama öğretmenlerin aşılanması için ortada bir takvim yok çünkü aşının gelip gelemeyeceğini de bilmiyorsunuz…

Aşı olmak isteyenler kendi başlarının çaresine bakmaya başladılar… Olanak buldukları yerde veya grupta aşı yaptırmak, kendilerini korumak derdine düştüler çünkü devletlerine! güvenmiyorlar.

***

Dereyi geçmeye çalışırken özellikle sağlık bakanını değiştirmek gibi bir uygulamaya giden üçlü atama hükümeti halkın güvenini daha da sarstı.

Ali Pilli’nin çok iyi bir siyasetçi ya da çok iyi bir sağlık bakanı olmasından değil ama en azından sağlık üst kuruluyla daha bir uyum içinde hareket etmeye çalışmasından dolayı görevden alındığı herkesin tahmin edebileceği bir durumdur. Şimdilerde artık sağlık üst kurulu toplanır mı, toplanırsa aldığı kararlar dikkate alınır mı çok da öyle bir sonuç beklemiyorum.

***

Kararlar artık Türkiye ile uyum içinde, benzer kararlar olarak gündeme gelecek demektir. Orada da hafta sonu yasak var, bizde de oldu. “Türkiye’de ne varsa burada da olacak” dendi ya… Yapılmaya çalışıyor… Ancak orada da yasaklar varken herkes dışarıda, güneşleniyor, yürüyüşe çıkıyor, ziyaretlere gidiyor… Bizde de aynısı var.

Neden ayrı düşelim ki! Aşı da yollarsa aşılanırız, yollamazsa da canı sağolsun… Anada varsa yavrusuna da verir. Yoksa ne yapsın gariban ana!...

Biz ‘egemen iki eşit devlet’ demeye devam edelim… Nasıl bir çözümse, nasıl bir gelecek oluşturuyorsa bu formül…

Anlayan beri gelsin.

Cumartesi öğle saatleri… Sokağa çıkma yasağı var… Lapta yürüyüş yolunda yürüyenler… Normal bir günmüş gibi…

 


 

Hubris Sendromu...

Son günlerde bazı çok bilenler, akil insanlar! türedi… İşini yapana ders vermeye, işini öğretmeye kalkıyorlar…

Seviyesiz üsluplarla sözde eleştiri yapmaya çalışıyorlar ama gülünç oluyorlar…

Padişah ve sultan havalarında konuşmalar ve tavırlarla son zamanların yükselen trendi! her yerin, her şeyin sahibi havalarında ahkâm kesiyorlar.

Bir yandan atanmışlara yalakalık, öte yandan atanmışlığın verdiği gereksiz özgüven… Bu gereksiz özgüven aslında sonradan, aniden elde edilen gücün verdiği bir aldatmaca ruh hali…

“Ben şuyum, ben buyum, ben yaparım, ben ederim” yanılsaması…

Örnekleri var bu durumun;

Okulda, lisede pısırık bir öğrenciyken sonradan örneğin polis olan bir kişi üzerine üniformayı geçirdiğinde, hele beline de bir tabanca takıldığında dünyanın hakimi görür kendini… Önceki pısırıklığını polis kimliği altında vatandaşın üzerinde yok etmeye çalışır. Eline düşen veya düşürdüğü kişiyi suçlu suçsuz canından bezdirir. Karşısındakine kendisi ‘tanrıymış’ gibi davranır.

İşte bu örnek de beklemediği bir gücü elinde bulunduran ve bu güçle ne yapacağını şaşıranların o ruh haline benzer.

O gücü ellerinden alın, okuldaki pısırıklığını arar durur artık!..

Bu ruh halini araştırdım, Hubris Sendromu çıktı karşıma… Hubris kavramı Antik Yunan’da “kibir” anlamına geliyormuş. Tanrısal ego olarak da bilinen bu rahatsızlık (Bergman, 1986) güç zehirlenmesi ya da kibir sendromu olarak adlandırılıyor. Hubris sendromunun ortaya çıkmasında elde edilen güç ve başarı oldukça etkilidir. Kendisini herkesten üstün gören, her alanda kendisini en iyi zanneden bu kişiler elde ettiği güç ve başarının baş döndürücülüğüyle hubris sendromuna yakalanıyormuş…

Benzettiniz mi?