Böyle gelmiş, Böyle gider

Cenk Mutluyakalı

 

- Kılıçla dövüşen, kılıçla ölür.
Oysa 'kılıç kalkan' çağının çoktan bitmiş olması gerekirdi.
Bitmedi (!)

***

Bu ülkenin kurumlarına rol biçmek yerine, her iki senede bir 'kelle' biçiyoruz şimdilik.

***

Şimdi Kıbrıslı liderler birlikte sokakları gezdi, bir masada kahve içti diye içimiz içimize sığmıyor ya...
Şimdi duvarlar yıkılsın, barikatlar devrilsin, kapılar açılsın diye yürüyoruz ya...
Çok yakın geçmişte devletin televizyonunda 'deprem' olmuştu.
"Duvarımız" diye bir film yayınlandığı için (!)
Böyle gitmişti kurum müdürü Hüseyin Gürşan.
'Duvarımız'da hepsi hepsi ortak acıları anlatıyordu ve Kıbrıs'ta ortak bir geleceği!..

***

İki sene önce Özer Kanlı, Bakanlar Kurulu kararı ile alınmıştı BRT'nin başından, Yönetim Kurulu'nda "gitmeli" olmuştu oy çoğunluğu, siyaset gerilmiş, çalışan bölünmüştü.
Ve Mete Tümerkan gelmişti.
Öyle de gitti, geldiği gibi...
Belki öyküler farklı, belki kimi çok, kimi az haklı.
Ama 'yöntem' ve 'süreç' değişmedi...
Üstelik 'göreve' gelirken bu süreçleri reddetmeyen, yargılamayan, yadırgamayan hatta düzenle uyumlaşanlar, giderken isyan etti genelde!..

***

En acısı bırakınız kurum müdürlerini artık 'personel' içinde çoğalmaya başladı 'müşavir' kadroları.
Her kurumda kıyaktakiler var, küskünler ve kızaktakiler, 'bizimkiler' var ve 'ötekiler'...
İnsanların bilgileri, yetenekleri, üretimleri hiçleşiyor giderek...
Ve heyula gibi hep içimizde dururken köhnelik, gelenler ve gidenler arasında bir 'cinnet' hali yaşanıyor...

***

Bayrak Radyo Televizyon Kurumu'nun  kuruluşunda kan vardı, barut vardı, kin vardı, savaş vardı...
Hedefler ve beklentiler çok farklıydı.
Çok seneler geçti üzerinden, ne Kıbrıs o günlerin adası, ne de yayıncılık o dönemlerin anlayışı.
Hani 'sakız' misali çiğneyip durduğumuz ve şekeri kaçan 'kamusal yayıncılık' nedir artık, birisi vizyonunu çizse bu kurumun, 'kelle avcılıkları' yaşanmayacak yönetim işleyişini ele alsa, yasasını yenilese, üretim ve performansa yoğunlaşsa, yıkılmaz 'duvarımız' yıkılsa ve içeriğe baksak biraz diyorum.
Siyasilerin "iki dudağı"ndan ve "kişiler" üzerine odaklı çıkar hesapları ya da hezeyanlardan uzak, performansı hiç tartışmayan "maaş" veyahut "tahsisat" tartışmalarından ileri, dünyaya eş, kılıçsız, kalkansız, mehtersiz bir gelecek kurabilsek...
Kıyamet mi kopar yani?