Umut Bozkurt
bozumut@gmail.com
Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliğiyle gelecekteki ilişkisini belirleyecek olan referandum ya da resmi adıyla “Birleşik Krallık Avrupa Birliği Üyeliği Referandumu, 2016”, 21. yüzyılın en önemli siyasi gelişmelerinden biri olmaya aday. 23 Haziran Perşembe günü gerçekleştirilen referandum, Britanya’da 1992 genel seçimlerinden beri en güçlü katılımla (71.8%) gerçekleştirildi ve 30 milyon seçmen oy verdi. Birleşik Krallık Avrupa Birliğinden çıksın diyen seçmen oyların %52sini alırken, Birleşik Krallık Avrupa Birliğinde kalmaya devam etsin diyen seçmenin oy oranı %48de kaldı. İngiltere ve Galler sırasıyla yüzde 53.4% ve 52.5% oy oranlarıyla AB’den çıkışa onay verirken, İskoçya (%62) ve Kuzey İrlanda (55.8%) AB üyeliğine destek verdi.
Referandum sonuçları Britanya siyasi sahnesinde tabiri caizse bir depreme yol açtı. İngiliz sterlinin değer kaybettiği, İskoç Ulusal Partisi lideri Nicola Sturgeon’un İskoçya’nın bağımsızlığı için yeni bir referandumun “hayli olası” olduğunu söylediği, İrlanda’da Sinn Fein’in İrlanda’nın birleşmesinden söz ettiği bu kritik eşikte, ülkedeki iki büyük parti; Muhafazakar Parti ve İşçi Partisinin ciddi bir çalkalanma sürecine girmesi şaşırtıcı değildi. Avrupa Birliğinde kalmayı savunan Muhafazakar Parti Başkanı ve başbakan David Cameron, referandumdan bir gün sonra, 24 Haziran Cuma günü istifa etti ve partisinin Ekim ayındaki parti kongresinde görevi bırakacağını açıkladı.
Öte yandan İşçi Partisi de referandum sonuçları ardından ciddi bir iç bölünme tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Partisinden birçok milletvekili, parti başkanı Jeremy Corbyn’i AB’de kalınması yönünde isteksiz bir kampanya yürütmekle eleştirdi ve Corbyn üzerinde istifa baskısı oluşturdu. 28 Haziran Salı günü parlamentodaki İşçi Partisi grubunda yapılan oylamada Corbyn, güven oylamasını 40’a karşı 172 oyla kaybetti. Corbyn, oylama sonrası yaptığı açıklamada, oylamanın sonucunun bağlayıcı olmadığı belirterek istifa etmeyeceğini söyledi. Tony Blair’e yakın Corbyn karşıtı kesimlerin kampanyası partinin solunda olan gruplarca Corbyn’e bir darbe olarak yorumlanırken, İşçi Partisinin tabanındaki işçi sınıfını AB’de kalmaya ikna edememesinin sorumluluğunun Corbyn’de değil, neoliberal ekonomi politikalar uygulayarak ülkedeki yoksulluk ve bölünmeyi derinleştiren Blair yönetiminin mirası olduğunun altı çizildi.
Kuşkusuz ki bu gelişmeler, seçmenin, “Britanya AB’de kalsın” pozisyonunu savunan iki büyük partiye ve siyasetçilerine başkaldırısını da açıkça gözler önüne seriyor. Seçmenin bu tepkisi nasıl açıklanabilir? Bu referandum sonuçlarının ardındaki dinamikler nelerdir? Britanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkmasına yol açacak bu sürece hangi kesimler hangi gerekçelerle onay verdi, hangileri karşı çıktı? Tartışılması gereken ana meselelerden birisi budur. Üzerine konuşulması gereken ikinci bir konu ise Britanya’nın AB’den ayrılmasının Avrupa Birliği üzerindeki muhtemel etkileridir.
Britanya’nın AB’yle ilişkilerini belirleyecek referandumla ilgili yapılan kamuoyu yoklamaları bize farklı toplumsal kesimlerin aldığı tavırla ilgili önemli ipuçları sunuyor. Öncelikle daha genç seçmenin AB’de kalmayı desteklerken, yaş ilerledikçe AB’den ayrılmaya desteğin arttığını görüyoruz. 18-24 yaş arası seçmenin %73ü AB’de kalmak için oy verirken, 25-34 yaş arası seçmenin sadece %62si AB’de kalmak için oy kullandı. 45 üstü olan seçmenin çoğunluğu, 65 ve 65 üstü olan seçmenin ise %60’ı, AB’den çıkmak için oy kullandı. Üniversite diplomasına sahip olanların %57si, yüksek lisans diplomasına sahip olanların %64ü AB’de kalmayı desteklerken, ortaokul ve öncesi diploması olanların büyük bir çoğunluğu AB’den ayrılmak için oy kullandı. Beyaz seçmenin %53ü AB’den ayrılmak, %47si ise AB üyesi olmaya devam etmek yönünde oy kullandı. Kendilerini Asyalı olarak tanıtanların %67si, siyah seçmenin ise %73ü ABde kalmak yönünde oy kullandı. Kendilerini Hristiyan diye tanımlayanların %58i AB’den ayrılmak yönünde oy kullanırken, on Müslümandan yedisi Britanya’nın AB’de kalmaya devam etmesi yönünde oy kullandı. Profesyoneller ve yöneticilerin oluşturduğu grubun %57si AB’de kalmak yönünde oy verdi. 2015 seçimlerinde Muhafazakar Partiyi destekleyenlerin %58i AB’den ayrılmak yönünde oy kullanırken, İşçi Partisi seçmeninin %63ü, İskoç Ulusal Partisi (SNP)nin %64ü AB’de kalmak yönünde oy verdi (http://lordashcroftpolls.com/2016/06/how-the-united-kingdom-voted-and-why/#more-14746).
Yine aynı araştırma, referandumda oy verenlerin gerekçelerine dair önemli bilgiler içeriyor. Britanya AB’den çıksın yönünde oy kullanan seçmenin %49u AB’den ayrılmanın en önemli tek nedeninin “Birleşik Krallıkla ilgili kararların Birleşik Krallık’ta alınması” olduğunu ifade etti. AB’ye hayır diyen seçmenin %33ü, AB’den ayrılmanın, Birleşik Krallığa sınırları ve göçmenlerle ilgili kontrolü yeniden ele geçirme fırsatını vereceğini belirtti. Reddedenlerin sadece %6sı, reddetmelerinin sebebinin Britanya’nın AB dışında olursa ticaret ve ekonomide daha fazla fayda sağlayacağı olduğunu düşündüğünü söyledi. Bir başka deyişle, Britanya’nın AB’den ayrılmasının daha iyi bir göçmen sistemi, gelişkin sınır kontrolleri, daha adil bir refah devleti sistemi, daha iyi bir hayat kalitesi ve Britanya’nın kendi yasalarını kontrol edebilme yetisi getireceği öngörülmüş.
Öte yandan, AB’de kalmak isteyenler için en temel sebep AB’den ayrılmanın ekonomi, iş olanakları ve fiyatları etkileme riski (%43). Seçmenin %31i Britanya’nın AB içinde kalmasının ülkenin hem AB ortak pazarına dahil olması hem de Schengen ve euroyu kullanmamasından ötürü avantajlı bir durum sağladığını söylemiş. Seçmenin yüzde 17si ise Britanya AB’den çıkarsa komşu ve arkadaşlarından izole olacağını söylerken, %9u ise Britanya’nın AB’ye güçlü bir bağı ve paylaşılan bir tarih, kültür ve geleneklerinin olduğunu söylemiş. (http://lordashcroftpolls.com/2016/06/how-the-united-kingdom-voted-and-why/#more-14746).
Bu araştırmadan ve medyada çıkan haberlerden çıkarılacak ana ders beyaz işçi sınıfının önemli bir kesiminin AB’den çıkmak yönünde oy kullanmış olduğudur. Bu kesimler en yoksul ve en yabancılaşmış kesimler. Solun içinde bazı örgütler AB’nin neoliberal bir proje olmasından yola çıkarak AB’den çıkılmasını savunsa da AB karşıtı sol kampanyanın (“Lexit” (Sol Çıkış) seçmen üzerinde çok etkili olmadığını söylemek mümkün. Daha ziyade AB’ye karşı çıkışın önemli sebebinin göçmen karşıtlığı olduğu ortaya çıkıyor. 1980li yıllarda Yeni Sağın yükselişi ve özellikle 2008 küresel krizinden sonra yoksulluk ve derinleşen eşitsizlikle mücadele eden milyonlarca işçi, kendi hayatlarının kontrolünü ele almanın ve kendi sorunlarını çözebilmenin göçmenliği sınırlamaktan geçtiği sonucuna vardı.Ancak sınıfsal kimliğin yanı sıra çokkültürlülük de referandum sonuçlarında etkili oldu.Göçmenlerin olmadığı Sunderland, Barking ve Havering gibi işçi sınıfının yaşadığı bölgelerde çoğunluk AB’den çıkışı savunurken, çokkültürlü ve çok etnili Haringey’de çoğunluk AB’de kalınması yönünde oy verdi (http://leftunity.org/fact-and-fiction-about-the-referendum).
Peki bu referandumun Britanya ve Avrupa Birliği üzerindeki etkileri ne olacaktır? Öncelikle bu kararın özellikle Britanya’yı hızlıca Lizbon Antlaşmasının 50. Maddesini yürürlüğe koymaya zorlayacağı üzerine tahmin yürütmek zor değil. 50. Madde’ye göre Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği arasındaki müzakerelerin içerik ve şeklini AB belirler ve iki yıllık müzakerelerin neticesinde Birleşik Krallık tamamıyla AB’nin dışında kalır. Bu da Birleşik Krallığın Brüksel tarafından dayatılan yönetmeliklere uymak zorunda kalacağını gösterir. Eğer Birleşik Krallıktaki siyasi erk, AB’den çıkışın en önemli sebeplerinden biri olarak görülen göçmenliğin kısıtlanmasında ısrar ederse, önemli bir bedel ödemek zorunda kalacak. Zira 29 Haziran’da Brüksel’de yapılan AB liderleri arasındaki toplantıda, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, dolaşım özgürlüğünü tanımadan ülkelerin ortak pazara giremeyeceği uyarısında bulundu. Dolayısıyla sınırların yeniden kontrol edilmesi ve dolaşım özgürlüğünün kısıtlanması ancak ortak pazardan vazgeçilerek mümkün olabilecek.
Peki bu sürecin AB üzerindeki etkileri nasıl olacak? Referandum sonuçlarının Birleşik Krallık için daha ciddi sonuçlar doğuracağı düşünülse de, uzun vadede sürecin AB’nin dağılmasının önünü açabileceği de ihtimal dahilindedir. Nitekim Fransa, Hollanda ve Danimarka’da da AB’den çıkmak için referandum çağrıları yükselmeye başladı.
Aslında bütün bu sürecin tekrardan açığa çıkardığı gerçeklik, AB’nin ciddi bir meşruiyet krizi yaşamakta olduğu gerçekliğidir. Birleşik Krallık’ta AB’den çıkma yönünde kullanılan oyun önemli bir sebebi de AB’nin gittikçe otoriter ve parlementer demokrasiyi hor gören yaklaşımlarına seçmenin artan bir tepki duymasıydı. AB’nin deneyimlediği meşruiyet krizi özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra AB’nin, demokratik yöntemlerle seçilmiş hükümetler üzerinde, demokratik yöntemlerle seçilmeyen kapalı gruplar aracılığıyla baskı yaparak kemer sıkma politikalarını uygulamaya zorlamasıdır. Sorunun kökeninde yine AB’nin, yoksulluğu ve toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren neoliberal politikaları uygulamaktaki ısrarı yatmaktadır. Avrupa Birliği küçük bir sermayedar grubunun istikrar kaygılarına yönelik ekonomi politikaları izlediği ve yüksek eşitsizlik ve yüksek işsizlik oranlarıyla belirlenen bir ekonomik modelde ısrarcı olduğu sürece, Birleşik Krallık’taki AB karşıtı tepkilerin başka ülkelerde de yükselmemesini beklemek güçtür. Dolayısıyla AB’nin geleceği biraz da uygulanan ekonomi politikalarının gözden geçirilmesi ve ciddi bir revizyondan geçirilip geçirilmeyeceği ile ilgilidir...