Okuduğum ilk ders kitaplarından bir kesit hep aklımın ucunda; Kıbrıs adasının jeopolitik konumu. Aslında bu adada doğan her çocuk için politikayla ilişkisi, istemese de, o gün başlıyor. Sıradan görünen bir mesele bile politik bir anlam taşıyor: marketten aldığın ürünün menşei, kullandığın para birimi, taşıdığın pasaport… Pasaportunun hangisi olduğuna bağlı olarak değişen tatil lokasyonun, devlet dairesinden torpilin yoksa alamadığın hizmet, soyadın yüzünden münhali geçsen de giremediğin devlet dairesi, hatta içemediğin Starbucks kahvesi… İşte bunlar ve çok daha fazlası, hepsi politik, sevgili genç arkadaşım. Sen tüm bu hayal kırıklıklarının yükünü omuzlarında taşırken,
Öte yandan bir de günden güne semiren bir canavar var karşında: Yıllardır süre gelen bu yozlaşmış zihniyetin, güneş gibi parlayan turuncu meyveleri. Babası milletvekili diye özel kalem atanıp, sen asgari ücretle hayat pahalılığı altında boğulurken, senin 5 katın maaş alanlar… Turuncu bir tişörtle “abilerinin” yanında poz verdi diye devlet kurumlarına münhalsiz alınanlar… Bileğinin hakkıyla kazanıp giremediğin devlet dairelerinde sahte diplomasıyla mevkii ve barem artışı alanlar… Egemen partiye üye olup kurultayda oy verecek ve birilerinin kişisel ajandasına katkı sağlayacak diye öğretmen atananlar… Yine aynı sebeplerden devletin hali arazilerine konup ev inşaat edenler ve saymakla bitiremeyeceğim daha birçok imtiyaz… Hepsi politik.
Her geçen gün artan market fiyatları da politik, ömrünün sonuna kadar çalışsan da alamayacağın havuzlu villalar da… Yaşıtların müzik festivallerinde dünya yıldızlarını canlı seyrederken senin seçim sonucu takip etmen de…
Okullarda aldığın eğitimin kalitesinden müfredatına, yeteneğin olduğu halde sanatla ilgili bir alanda memleketimde iş bulamam kaygısıyla okuyamadığın üniversite bölümü de… Yine de o cesareti gösterip işsiz kaldığında göç etmek de…
Mesele şu ki, bu politik zincirler sadece birer pranga değil, aynı zamanda hepsi birer mücadele alanı, bir direniş sebebi. Bu kokuşmuş düzeni nasıl ki birileri yarattı, bizler de yıkacak olanlarız. “Hiçbir şey değişmez, boşuna uğraşma” diyenler de olacak, “Başka işin yok mu?” diyenler de… Yolumuza taş koymaya çalışanlar da olacak. Zaman zaman umutsuzluğa da kapılacağız belki, ama vazgeçmeyeceğiz.
Bu canavara karşı mücadele etmek de politik, bu canavara rağmen bu adada her gün umutla yaşamak da politik. Demem odur ki, canavar ne kadar semirirse semirsin, biz ve bizim gibi yurdunu seven, bu adada bir yaşam mücadelesi veren gençler hep olacak. Her gün umutla mücadelemizi büyüterek, bu canavardan memleketimizi hep birlikte kurtaracağız. Çünkü Kıbrıs’ta yaşamayı seçmek bile başlı başına politik bir duruştur. Hatta bu adayı sevmek de!