Türkiye’de son yıllarda arka arkaya vizyona giren diziler, AKP iktidarının yaşam biçimini, muhafazakâr değerleri, suni İslam yaşam algısını ve erkek egemen kahramanlık motiflerini iktidarın ideal toplum modeli olarak kitlelere aktarmakta. Tüm bu dizilerde bellek ve tarih de yine bu sözünü ettiğimiz ideolojik süzgeçlerden geçirilerek yeniden kurgulanmakta, yazılmakta ve ‘hakki tarih’ olarak aktarılmaktadır.
Bir kültürel hegemonya mücadelesi!
Türkiye’deki bu dizi furyasının Kıbrıs’ın kuzeyindeki uzantısı ise “Bir Zamanlar Kıbrıs” ya da yenilenmiş ismiyle “Kıbrıs: Zafere Doğru” dizisi. Bu dizi benzerlerinden temel bir noktada farklılaşıyor. Bu farklılaşma da Türkiye devleti ile Kıbrıslı Türkler arasındaki asimetrik/tahakküm ilişki bağlamında gelişiyor.
Kıbrıslı Türklerin toplumsal hafızası, belleği ve yaşanılan tarihi; şu anki AKP iktidarının hassasiyet ve önceliklerine göre yeniden şekillendiriliyor, kuruluyor ve çoğaltılıyor. Yaşanılan tarih bir iktidar kurgusu olarak yeniden yapılandırılan tarih haline geliyor.
Bu tarihin yeniden yapılandırılmasında ise bariz bir şekilde Kıbrıslı Türk kimliği ya karikatürize ediliyor ya da yok sayılıyor. Bunun yerine de tek bir türk kimliği, resmi anlatının sunni islamcı ve turancı/fetihçi milliyetçiliği yerleştiriliyor.
Kıbrıs’ın kuzeyinde ise bu dizi bir çeşit hafıza asimilasyonu ve bellek yıkımı/yeniden kurumu olarak işlev görmekte. Kıbrıs tarihi, ‘Kıbrıssızlaştırılarak’ yeniden kurgulanmakta. Bu konu yeterince tartışıldığı için üzerinde durmayacağım.
***
Gelelim meselenin “bizim mahalle” bölümüne. “Kıbrıs: Zafere Doğru” dizisinin afişleri ve TV fragmanları birçok gazete ve televizyonda ‘reklam’ olarak yayınlandı. Bunların içinde ne yazık ki hem çalışanı hem de yazarı olduğum Yenidüzen gazetesi ile Kanal Sim de var. Kendi adıma yaşadığım duyguları sıralayacak olursak, ilkin şaşkınlık, ardından üzüntü, zamana yayılmış politik yalnızlık hissinin depreşmesi ve vicdani sorumluluğun acısını hissetmek oldu. Sanırım bu satırları da -bir nebze risk alarak- bu vicdani sorumluluğun hassasiyeti ile kaleme alıyorum.
Bu afişler ve fragman Yenidüzen/Kanal Sim’de yayınlanmalı mıydı? Bence kesinlikle hayır. Bunun cevabı ilk iki paragrafta ve United Medya’nın barış gazeteciliği ilke/değerlerinde bulunabilir.
Ne yazık ki bizim ülkede, barış gazeteciliği büyük bir çoğunluk tarafından sadece barışı savunmak veya Kıbrıs Sorunu’nda çözümden yana tavır alan gazetecilik olarak anlaşılıyor. Halbuki barış gazeteciliği tüm gazetecilik alanına yayılan etik ve politik bir sorumluluğun adıdır. Bu noktada Yenidüzen/Kanal Sim takipçilerinden gelen tepkiler ve şaşkınlık haklı ve anlaşılması gereken geri dönüşlerdir. Herhangi bir savunma mekanizması geliştirmeden bunu kabul etmek ise bizim, United Medya ailesinin olgunluğudur.
***
Savunduğunuz ve hayatta kök salması için çabaladığınız toplumsal/etik ve politik değerler ile ekonomik gereklilikler/çıkarlar arasında her zaman gıcık bir gerilim vardır. Serbest piyasa düzeninde medyanın ekonomi politiği çoğunlukla bu gıcıklığın, ekonomik çıkarlar ve ihtiyaçlar yönünde yoğunlaşmasından ibarettir. Reklam meselesi her zaman muhalif gazetecilerin başının büyük dertlerinden biridir. Hele bir kurumda birçok kişi çalışıyor ve sorumluluk da 1-2 kişinin üzerindeyse.
Yenidüzen gazetesi de birçok farklı kesimden reklam alan, değirmenin dönmesi için bu konuda esneklik gösteren bir yapıya sahip. Özellikle bunu buradan belirtmekte herhangi bir sakınca görmüyorum, Genel Yayın Yönetmenimiz Cenk Mutluyakalı, kurumun sadece habercilik açısından değil ekonomik olarak da iyi bir durumda olması için gece gündüz demeden çalışmaktadır. Bugün kurum iyi bir noktada ise bu kuşkusuz çalışanların emeğinin yanında iyi bir yönetimin de sonucundadır.
‘Reklam’ kararının da bu sorumluluk ve ekonomik durumun getirdiği zor bir tercih olduğunun da farkındayım ve bunu anlıyorum. Ne yazık ki medyanın ve gazeteciliğinin ekonomi politiği zaman zaman yöneticileri zor ve ‘baş ağrıtacak’ kararlar almak durumunda bırakıyor. Sorunun bir yanı, hatta geneli de zaten bireylerden çok medyanın içinde bulunduğu ekonomik yapı, serbest piyasa ilişkileriyle ilgilidir.
Fakat yine de burada sorulması gereken bir soru var, “Kıbrıs: Zafere Doğru” dizisinin ‘reklamı’ bizim gazete ve kanallarımızda yayınlanmasaydı, kurum kötüye mi gidecekti? Maaşlar ödenemeyecek miydi? Yönetim çalışan çıkartmak zorunda mı kalacaktı? Bazı değerlerin zarar görmesi uğruna böyle bir şey yapmaya değer miydi?
***
Reklam meselesi sıkıntılı mesele. Eğer bu bir reklam olsaydı, konu reklam alan-veren ilişkisi bağlamında tartışılabilirdi. Eğer bu bir reklam olsaydı o zaman “aldık ama yazarlarımız istediğini yazmakta özgürdür, kimse kimseye karışamaz” argümanının da haklı tarafı olurdu. Nitekim reklamlardan dolayı bu gazetenin yazarlarının kalemine hiçbir müdahale olmamıştır. (Mesela ARUCAD reklamları yayınlanırken yine aynı gazetede ARUCAD’ın “Asil Köylü” heykeli birçok kez eleştirtildi, bu sadece bir örnek.)
Burada artık şunun altını çizmek gerek. Bu bir reklam değildir. Dolayısıyla mesele “reklam aldık ama yazıyoruz işte” meselesi de değildir. Bir konuyu yanlış bağlamda doğru bir şekilde tartışamayız. Malum dizi, eğer bir toplum, bellek ve tarih mühendisliği işlevi görüyorsa, onun yan ürünleri de bu işlevin tamamlayıcı bir söylem üreticisidir. Bir afiş, aynı zamanda bir dil, bir kültür, bir ideoloji ve yaşam biçimidir. Bir propaganda aygıtı, örülmekte olan iktidar duvarlarının üzerine çimento atan bir alettir. Burada söz konusu olan ticari bir değerin çoğaltılması değil, geçmişi bugüne hakim olarak kontrol altına alıp yeniden yazan, hafızamızı asimile eden bir gücün iktidarının pekiştirilmesidir, bu değerlerin, kendi değerlerimize rağmen çoğaltılmasıdır.
Ortada Goebbelsci bir makine var. Bu sözün, anlamın ve tahakkümün çoğaltıcısı olduktan sonra, diziyi eleştirmişiz, eleştirmemişiz ne yazar…
***
Elçilik’teki veya Kıbrıs ile ilgilenen bir AKP’liyi düşünün… Bu afişler Yenidüzen/Kanal Sim’de çıktığında yaşadıkları hazzı ve o sömürgeci kibir ile takındıkları badem bıyıklı karanlık gülümseyişi gözlerinizin önüne getirin. Kendilerini nasıl da egemen ve güçlerini pekiştirmiş hissediyorlardır. Bir tahmin edin… Bu afişlerin neden bu kanallardan yayınlanmak istenmesini de bir düşünün… Hepsi işte bu güç istencinden başka bir şey değil!
***
Son bir söz de mesleki onur/suzluk yapıştırmasına… Özellikle Gazeddakıbrıs haber/yorum sitesi konuyu mesleki onuru sorunsal ederek işledi. Ne siyasetin ne de mesleki kararların onur/onursuzluk düzlemi içinde okunmasını onaylıyorum. Onur/onursuzluk gibi yapıştırmalar günün sonunda kendi içine kapanan farklı öznelerin rasyonaliteden uzaklaşarak absürt bir saldırgan/savunmacı hal almasını sağlıyor. Bir yerde biri ötekine onur/onursuzluk üzerinden söylem geliştiriyorsa veya bir başkası bir koşul veya eylem üzerinden ne kadar onurlu olduğunu bağıra çağıra söylüyorsa, orada konuşmaya değer tüm içerikler buharlaşmış demektir. Ne yazık ki bu siyasette de, gündelik yaşamda da, gazetecilikte de bu söz konusu.
***
United Medya bünyesinde bu afişlerin çıkmasından dolayı üzüntü duydum. Kendimi bu kurumun bir parçası olarak yapılan bu hatanın dışında konumlandırmıyorum fakat bunu sıradan bir reklam gibi de savunmuyorum. Meselenin vicdani yükünü herkes gibi taşıyorum ve hissediyorum. Okuyucularımız, takipçilerimiz bizi eleştirecek, alınan her kararı onaylamayacak ve tepki gösterecek ki, o vicdani sorumluluk da canlı kalabilsin.
Bir çalışan olarak bu yazıyı da böylesine bir vicdani sorumluluk ile kaleme aldım. Okuduklarınız ifade etmek kolay olmadı. Öte yandan kurumun ekonomik döngüsüne dair herhangi bir sorumluluğum olmadığı için de rahat ve konforlu bir alandan yazdığımın da farkındayım. Şu an bu yazıyı Yenidüzen’de okuyor olmanız, yönetimin bu yazıya göstermiş olduğu saygı, Yenidüzen’in yeni bir düzen arayışı ve çabasının hiç olmadığı kadar diri ve güncel olmasındandır.