1775 yılında Lizbon’u yerle bir eden büyük bir deprem yaşandı. Felaketin ardından Avrupa’nın düşünürleri, din adamları depremin nedenleriyle ilgili yoğun bir tartışma başlattılar.
Din adamları depremi “günahkar insanlığın Tanrı tarafından cezalandırılması” olarak okuyorlardı.
Onlara göre deprem, “Tanrının şaşmaz yasalarının” bir sonucuydu.
Aydınlanmanın Kant ve Voltaire gibi seküler düşünürleri ise bu görüşlerin saçma ve temelsiz olduğunu ileri sürüyorlar, depremin Tanrının iradesiyle hiçbir ilgisinin olmadığını söylüyorlardı.
İşte böyle bir ortamda Voltaire, “Lizbon Felaketi Üzerine Şiir” adlı oldukça uzun bir manzumeyi kaleme aldı ve depremin “Tanrının yasalarının sonucu olduğunu” ileri sürenlere çarpıcı bir yanıt verdi:
“Haydi gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,
Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları,
Birbirinin üstüne yığılmış şu kadınları ve çocukları,
Parça parça mermerler arasındaki şu dağılmış uzuvları.
Görün parçalayıp yuttuğu şu yüzbinlerce zavallıyı yeryüzünün!
Kanlar içinde, parçalanmış ama hala da kalbi çarpan,
Çatıları altına gömülü ve teselli bulmadan göçüp gidenleri,
Korkunç acılar içinde tüketen içler acısı günlerini!
Nefesleri tükenirken o zar zor çıkan haykırışlarına,
Ve şu tüten küllerin korkunç görüntüsüne,
Diyebilir misiniz, gördüğünüzde yığınla onca kurbanı:
‘Bedelidir ölümleri suçlarının, Tanrı öcünü aldı?’
Bu çocuklar hangi suçu, hangi hatayı işlemiş....” (Çeviri, Metin Topuz, Ahmet Selim Tümkaya)
Türkiye’de geçen yıl yaşanan feci depremin ardından Avrupa Parlamentosu’nda yaptığım konuşmada Voltaire’in yukarıdaki mısralarına yer veren bir konuşma yaptım.
Lizbon depreminin üzerinden geçen üç yüz yılda depremin “Tanrını yasalarıyla” hiçbir ilgisi olmadığı seküler insanlığın bilincine kazındı.
Ayrıca, yol açtığı felaketin de her zaman doğa yasalarıyla izah edilemeyeceği de anlaşıldı.
Sözünü ettiğim konuşmamda, kötü yönetimden, kolay kar ve kazanç hırsından ve denetimsizlikten söz ettim.
Nitekim Türkiye’de yaşanan depremin korkunç sonuçlara yol açması tam da yukarıda saydığım nedenlerle bağlantılıdır.
İnsan haysiyetini ve yaşamını önemsemeyen ülkelerde maalesef durum budur. Tedbirsizlikten insanlar yaşamını kaybederken “fıtrattan” söz edilir...
Yani, fiziki tedbirler alınmaz ama metafizik laflar edilir...
İşte, bugünlerde duruşmasına geçilen İsias Otel Davasında tam da böyle bir tablo ile karşı karıyayız.
Teknik raporlar bir dizi fiziki-teknik noksandan söz ederken, hotel sahipleri duygu sömürüsü yapıyorlar...
Tanrıyı aradan çıkardıktan sonra, umarım doğanın arkasına saklanmak isteyenlere Hukuk gereken cezayı verir...