Bu iklim değişir…

Asım Akansoy

“İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse” 
Kemal Burkay

Crans Montana ruhu ne yazık ki Kıbrıs sorunu ile ilgili tüm aktörleri sarmış durumda. Dönemin etkisinden kendimizi arındıramıyoruz. Kandırıldık, güvenimiz kırıldı, moralimiz bozuldu. Anlaşılır bir psikoloji ancak mazeret değil.

Kıbrıslı Türk tarafı, büyük bir iddia ile sorunun çözümüne asılırken, Crans Montana’da sonuç elde etmek üzere konsantre oldu. Bu yönde gerek uluslararası camia gerekse Türkiye ile de güçlü angajmanlar yaptı: çözmek için gidiyoruz, denildi. Bu irade ve kararlılık, tüm taraflarca kabul gördü. Yüksek bir motivasyonla masaya oturduklarında, karşılarında güven vermeyen, korkusunun esiri olmuş, endişeleri olan bir Anastasiades buldular. Anastasiades’in ekibi ile olan çelişkileri, ekibinin şahin duruşu çok iyi biliniyor, hamle yapma  kararlılığını olumsuz etkilediği ortadaydı. Türkiye’nin Crans Montana’daki etkili girişimleri ve halkla ilişkilerdeki başarısı ile yarattığı pozitif algı, Anastasiades’i, Papadopoulos sendromuna mu sokmuştu?  Hani şu Kıbrıs Rum milliyetçi aklının “devlet aldım toplum vermem” hastalığı ? Yoksa seçimleri beklemek gerektiği üzerinden hareketle bir manevra mıydı yaptığı ?   Çok net değil.

Aradan 8 ay geçti. 

Bu süre zarfında “ev temizliği” ve “zihniyet değişikliği” üzerinden yığınla yorum yapıldı. Yaptık. 

Ancak toplumu federal çözümden koparmamak ve yeniden başlamak üzerine düşünmek gerektiği üzerine BM Genel Sekreteri Guterres’in Raporunda önerdiklerini yapmadık. 

Muhtarlar ve STÖ’lerle görüştük, içe dönme körlüğü ile kendi kendimizi daha da izole etmenin girdabına girdik. Hani, Sn.Guterres, her iki Lideri de karşısına alsa ve ödevinizi yaptınız mı bu sürede diye sorsa, ne derler acaba ? 

  • Sn.Anastasiades: benim seçimim vardı, çalışamadım. 
  • Sn.Akıncı da: ben de Sn.Anastasiades’in zihniyetini değiştirmesini bekledim… mi derlerdi?   Suçu birbiri üzerine yıkmaya çalışan haylaz çocuklar gibiyiz.

***

Yeni pompalanan bir,  “biz” hülyası var ki, biz çözüm güçlerini bizden alıp kimliksizleştiriyor. Biz bunca yıl müzakere ettik, gelinen noktada Kıbrıslı Rumlar bizi hep reddetti. Açık yazayım ne Denktaş ne de Eroğlu dönemi, bizim “biz”imiz değildi. Çünkü Federasyonu savunan, buna inanan, toplumların bu model üzerinden gelişeceğini düşünen, buna kafa yoran siyasi aktör değillerdi. Ortak bir Kıbrıs, ortak bir vatan düşlemediler. Bu ortaklığın, Kıbrıslı Türkleri ne denli yücelteceği düşünce dünyalarının dışındaydı. Sürekli Türk milliyetçiliğinden beslendiler. Denktaş’ın Kıbrıslı Türk kimliğini nasıl aşağıladığını, reddettiğini unuttuk mu? Dolayısıyla bizim bizimiz değildiler. 

Sadece onlar mı, Makarios’tan, Kipriyanu’ya tüm milliyetçi Kıbrıslı Rum liderlerini de elimin tersiyle itiyorum. Kıbrıslı Türkleri azınlık gören, kendine eşit bir toplum olarak değerlendirmeyen, eşit muameleden kaçan, bunu uygulamaları ile ispatlayan tümünü… Böyle bir hakkımız var. 

Sn.Anastasiades daha mı farklı, evet kısmen. Çünkü federasyon üzerinde duruyor ve başka bir alternatif yok diyor. Kefil miyim, hayır. 

Yani kimse bize kalkıp da yıllardır görüştük, hepimiz denedik, n’apalım olmadı, hikayesi anlatmasın. 

Bu söylem nedir biliyor musunuz?  Kripto milliyetçilerin, önümüze bakalım içimizi temizleyelim görüşlerinin süslenmiş halidir. Yani “dadlı dadlı ayrılık”..

***

Şimdi eğer çözüm olmazsa ne yapacağımızı konuşalım diyor kimileri. Aynı çevreler. Tüm dertleri “Kıbrıslı Rumlar, bizi istemez yahu nedir da zorlarsınız…aha istemezler yahu…” muhabbetini yaygınlaştırmak. 

Önce, eşitliğimizi kabul etmezler dediler…Sonra dönüşümlü Başkanlığı kabul etmezler dediler…Oysa kararlara etkin katılımı da, dönüşümlü Başkanlığı da kabul etmekle birlikte, bizim müzakere kağıtlarındaki hassasiyetlerimize karşı (ne yazık ki) bir pazarlık unsuru olarak yanlarında tuttular. Ne yazık ki. 

Kimin için olursa olsun, eşitliği müzakere etmek, varlığını müzakere etmektir. Dolayısıyla aslında tartışma dışı kalması gerekirdi…Olamadı.

Şimdi “the day after”i konuşmak istiyoruz. Biz evet, Kıbrıslı Rumlar hayır derse, ne olacak halimiz diye soruyoruz, kaygılanıyoruz. 

E peki, referandumda biz hayır, onlar evet derse…O zaman ne olur bizim halimiz, demez mi karşı taraf…

***

Zaman daralıyor, siyasi iklim değişiyor, bu yıl içerisinde mutlaka müzakerelerin başlaması gerekiyor. Ancak kimseden, hiçbir dış güçten bir beklenti içine girmeden yol almak gerekir. 

Bir telefona bakar bu iş…

Kim ne derse desin. Kim ne tür sancılar içerisinde olursa olsun. Kıbrıslı Türk toplumunun yegane kurtuluşu, bugünün şartlarında değişmemiş, tam tersi daha da ivedi hal almıştır. O da evet, çözüm ve AB üyeliğidir. Toplumsal değerlendirmeden vazgeçildiyse, her koyun kendi bacağından asılıyorsa, kişisel ikballer, gizli ajandalarla hayat planlamaları yapıyorsak…yani kendimize oynuyorsak, böyle bir durumda bırakınız toplum olmayı, birey dahi olamayız. Biraz asalak oluruz, nerede olursak olalım.

Siyasi sorumluluğu çözüm olanların, bir adım geri atmak, şartları zorlaştırmak, çatışma dili ile var olan ilişkileri zehirlemek gibi bir hakkı olamaz. Eğer çözüme inanmayan varsa bu yolda, onu dinlendirmeyi iyi bilir bu toplum. 

Bu yoldan bir adım sapmadan, kararlılıkla çalışmamız gerekir. Bir adım sapmadan. 

O gün bu iklim değişir…hatta iklim değişir, Akdeniz olur,  :)   .