1976’dan bu yana, ‘hem kavgam, hem de sevdam’ dediği sendikal mücadelede Mehmet Seyis… Anıları, mücadelesi, sağlık sorunları ve sendikacılığı…
38 yıllık fiili sendikal yaşamı ve 10 yıllık DEV-İŞ Başkanlığı’nın ardından sağlık sorunların nedeniyle gelen 'emeklilik döneminin' ilk günlerinde DEV-İŞ Eski Başkanı Mehmet Seyis’le geçmişten bugüne sendikal mücadeleyi konuştuk…
Meltem SONAY- Mert ÖZDAĞ
1976 Şubat’ında Sanayi Holding’de işçi olarak çalışmaya başlayan Mehmet Seyis, 1976 Şubat’ında da henüz orada yetkili olmayan ve 76 Kasım’da kurulan DEV-İŞ’e de üye yazdırılmış…
O günden bugünlere de devam eden ve devam edecek sendikal mücadelesi de kavgasıyla, sevdasıyla başlamış oluyor Mehmet Seyis’in…
“DEV-İŞ’ten arkadaşlar geldi ve işe girdiğim gün beni orada üye yazdılar, Aydın Aydınlık Mağusa Profesyoneliydi o yıllarda… O gelmişti o gün… O gün bugündür, sendikal yaşamın içersindeyiz” diye sendikal mücadeleye ilk adımlarını aktaran Seyis, kısa bir süre sonra da ‘severdim bu mücadeleyi’ diyerek işçi temsilcisi olduğunu belirtiyor.
Çok genç yaşlarda, 23-24 yaşlarında sendikanın yönetim kuruluna alındığını da aktaran Mehmet Seyis, 1976’da kurulan DEV-İŞ’in 1985’te onaylandığına, o yıllarda büyük mücadelelerin henüz onaylanmamış federasyonla verildiğine işaret ediyor.
Sanayi Holding’den kamyonculuğa…
1985’te gelen paketle, Kıbrıslı Türklerin üretimden koparılma sürecinde Sanayi Holding’den atıldığını ifade eden Seyis, o günleri şöyle anlatıyor;
“Hani Kıbrıslı Türkler üretmez denir ya, o günlerde de üretimden koparma paketi gelmişti… Çünkü üreten insanlar haklı olduğunu bilir, örgütlenir ve hak arardı. O zaman da yönetenlere o fena gelmişti… ‘Herkesi memur yaparız, Kıbrıs’ı serbest liman yaparız, ne kadar var üretime’ demişti Özal ve çatır çatır fabrikaları kapatıyorlardı.
İşte o dönem bizi toplu olarak işten durdurdukları dönemdi, ondan sonra 38 fabrikanın 18’ini açtılar, çok az kapasite ile çalışır durumda, 300 civarında işçiyi geri çağırdılar.
O dönemde bizim gibi insanları çağırmaları mümkün değildi zaten… Durdurmamışlardı da, istifa ederseniz edin, etmezseniz tazminat da alamazsınız denmişti… Herkes istifa etmek zorunda kalmıştı…”
“Sanayi Holding’den atıldıktan sonra bir süre kamyonculuğum oldu” diyen Mehmet Seyis, kamyoncuyken de sendikadan kopmadığını, kamyoncu örgütlenmeleri, eylemleri olduğuna değindi.
Kamyonculuk yaptığı dönemde Genel –İŞ’in yönetiminin yanı sıra, federasyon yönetimine girdiğini de aktaran Seyis, bir süre sonra da kamyonculukta işinin iyi olmasına karşın sendikadan gelen teklifi değerlendirdiğini ve ‘görev’ için sendikada profesyonel olarak çalışmaya başladığını ifade etti.
“İşçi sınıfı kavgası bitmeyen bir kavgadır”
1994’ten itibaren DEV-İŞ’İn profesyonel çalışanı, GENEL-İŞ’in başkanı olarak devam ettiğini, 2005’te de DEV-İŞ Federasyonu Başkanlığı görevine geçtiğini aktaran Seyis, 38 yıl fiili sendikal mücadelesini anlattı:
“Yanlış yapmış olabiliriz… Belki bir zaman arkadaşlar ‘zamanında böyle yapmalıydı DEV-İŞ’ diyecek belki de… Yapmamız gereken çok iş olduğuna inanırım daha… Daha çok şey yapmak lazım ama bu işlerin de bir insanın ömrüyle sınırlı işler olmadığını da görüyoruz. Tarih boyunca öyle oldu… İşçi sınıfı kavgası bitmeyen bir kavgadır… Ezen ve ezilen olduğu sürece, emek var, sermaye var, hükümetler var… Bu olduğu sürece bu kavga da olacak… Onurlu, inanarak bir kavga verdiğimize inanıyorum… Bugün de halen yanlış sonuca da varsa, zaman zaman sapmalar da olsa o günün şartlarında verilen kavgaların doğru kavgalar olduğuna inanıyorum…”
“İyi gidiyor…”
Emekliliğinin rahatsızlığı nedeniyle büyük oranda eve kapalı geçtiğini ifade eden deneyimli sendikacı Mehmet Seyis, emeklilik günlerini şöyle anlatıyor:
“Makinem yanımda, oksijen eksiğimi düzenli onunla tamamlıyorum. Hava çok iyi olduğunda çıkar arabayla bir turcuk atar gelirim ama genelde evdeyim. Bahçeme biraz zaman ayırırım, sabah biraz çıkar, bir iki parçacık da olsa dokunurum”.
Oksijen depolayan hücrelerin mutasyona uğraması ve oksijen alıp, depolamamasına neden olan, Akciğerde IPF hastalığı denilen rahatsızlık nedeniyle tedavi gören Mehmet Seyis, rahatsızlığının ilerlememesi için tedavisinin devam ettiğini ifade ederken, ‘İyi gidiyor’ diyor.”
• YENİDÜZEN: DEV-İŞ’i bıraktınız… Nasıl oldu bu süreç?
• Mehmet Seyis: “DEV-İŞ’i bırakmak olmaz. DEV-İŞ bizim yaşamımız boyunca içerisinde olduğumuz yer… DEV-İŞ’in Emekli Bürosu üyesiyim artık. Sonuçta DEV-İŞ Üyesi olarak çalışma yaşamına girdim, şu anda da DEV-İŞ’in emekli bürosu üyesiyim.
Sonuç itibarıyla arkadaşların bana verecekleri görev olursa, ben de yapabileceğim görevden kaçınmam. Biraz kendimi toparlayayım, belki de evde çeşitli çalışmalarına, rapor hazırlamalarına katkım olacak.
DEV-İŞ çok önemli bizim için… Bir kavgadır DEV-İŞ, bir kavganın adıdır, aynı zamanda bir sevdanın da adıdır. Çünkü başka da mücadele alanımız olmadı. Hep DEV-İŞ’in içersinde ciddi mücadeleler verebildik ve öyle de devam etmesi lazım. İşçilerde bir umut olarak devam etmesi lazım. Kadrolar iyidir, şu andaki DEV-İŞ’in mevcut kadrolarına da, üye yapısına da güvenirim. Oldukça birikimli, aktif genç arkadaşlarımız var şu anda DEV-İŞ kadrolarında. Umutluyum DEV-İŞ’in geleceğinden de… Dediğim gibi biz de elimizden gelen yardımı yapacağız.”
• YENİDÜZEN: Geçmişe dönüp baktığınızda sendikal mücadele anlamında, bugünle geçmiş arasında ne görüyorsunuz?
• Mehmet Seyis: “Sendikal mücadele veya sınıf mücadelesi dünyadan ayrı ele alınamaz. Belli dönemler vardır ki dünyada sosyal anlayışların etkin kılındığı, dünyadaki genel işçi sınıfının mücadelesi ile beraber oturan ki, bizim çalışma yaşamımıza başladığımız dönem daha fazla sosyal devlet anlayışlarının hakim kılındığı dönemdi, daha iyi haklar alabilmek içindi verilen mücadele. O dönemlerde Kıbrıs Türk Emekçileri adına, oldukça da ciddi haklar alındığına inanıyorum. Gerek kamu sektöründe, gerekse de kitlerde…
Özel sektörde bizde sendikalı olma çok yüksek olmadı, çok düşük oldu, halen de çok düşük.
Bugüne dönüp baktığımızda, bugün artık bütün dünyada yeni liberal politikaların hâkim kılındığı, emek politikalarına saldırının yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu doğal olarak her yere yansır ve buraya da yansır. Şimdi bile bir mücadele yükseltmek gerekir. Mesela Yunanistan’da bugün ciddi bir mücadele veriliyor. Umarım ki Syriza ve Tsipras yalnız kalmaz bu kavgalarında, çünkü bana göre girdikleri kavga bütün dünyayı etkileyecek bir kavgadır.
Kıbrıs’ta bugün artık tamamen yeni liberal politikalar hakim konumda. Bu yeni liberal politikalar çalışanın lehine politikalar değil, bunu yeniden anlatmaya gerek yok.
1990’da doğu bloğunun dağılmasıyla birlikte, kapitalistler, sermayedarlar vermek zorunda kaldılar, yani insanlar sosyalizme geçmesin diye ‘verelim de gitmesinler’ demek zorunda kaldıkları hakları şimdi artık sosyalizmin dağılmasıyla birlikte geri almadır yaptıkları. Saldırının yoğunluğu bundandır…
Yöntemlerle yapıyorlar bunları, üretim şekilleri de değişti artık yani kol gücünden fazla artık farklı üretim biçimleri ortaya çıktı.
Hani biz deriz ya ‘bütün dünya işçileri birleşin’, bütün dünyanın sermayesi birleşti, dünyayı kendileri için küçük bir Pazar haline getirdiler. Bütün dünyada işçi akımını, kendi istedikleri şekilde sevk ediyorlar. ‘Ucuz iş gücü’ adı altında işçileri bir ülkeden diğer ülkeye taşıyorlar ve diğer ülkenin de iş gücünü kırıyorlar. Emek kesimleri buna çözüm bulmak zorundadır ama tekrar ederim mutlaka Kıbrıs’taki emek kesimleri de bir gayret sarf etmeli ve bunun en büyük gayreti şudur, dünyadaki diğer emek örgütleri ile düzenli temasta, dayanışma içinde olmaktır. Dünyadaki değişimi yapacak olan mutlaka ki dünyadaki büyük ülkelerdeki, büyük örgütlülüklerdir ama biz de bunun bir parçası olabilmeliyiz”.
“Halk tarafından seçilmiş insanların da gerektiğinde ayak direyebilmesi gerekir”
• YENİDÜZEN: Bizde bir de bu konuların muhatabı olan Türkiye var… Ekonomik Paketler var. Türkiye açısından baktığımızda olaya nasıl bir mücadele gerekir? Şu ana kadar baktığımızda bazı yasalar üzerinden kampanyalar yürütüldü, ancak sonuç alınamadı. Nasıl sonuç alacağız?
• Mehmet Seyis: Önce şunun altını çizeyim, bizde Türkiye’deki hükümetlerin oynadığı rol, Türkiye’de ve diğer ülkelerde de Dünya Bankası’nın, IMF’nin, Troyka’nın oynadığı rolün aynısı aslında…
Benzer dayatmaları diğer ülkelere de IMF, Dünya Bankası, şimdi Troyka yapıyor. Bizim IMF’miz de Türkiye… Çünkü biz bağımız olan tek yer de bizim IMF’miz rolünü üstlendi. Türkiye ile Kuzey Kıbrıs’ın özellikle ilişkileri, çalışma yaşamı dışındaki ilişkileri diğer yerlere göre çok farklı. Öyle ki, Kıbrıs’taki ortak stratejik çıkarlar, geçmişten bugüne Kıbrıs’taki 1960 anlaşmalarına dayalı Türkiye’nin garantörlük ve ittifak anlaşmalarından doğan bazı hakları… Bunları hep birlikte bugüne getirdi Kıbrıs Türkü ile Türkiye… Hatta sevmediğim, belki şovence gelecek bazı ifadeler var ama kullanıldığında yerine oturur, Kıbrıslı Türkler Türkiye’nin bekçiliğini yapıtı yıllarca bu ülkede…
Aslında isteselerdi, belki daha farklı bir süreçte Türkiye’yi pas ederek bugün de AB’de sorunsuz bir toplum olarak bulundular. Kıbrıslı Türklere IMF tarzı dayatma yapan Türkiye’ye karşı, Kıbrıslı Türklerin koyacağı mücadele şekilleri farklı olabilir ama burada esas olan hükümetlerin de çok önemli rolü olmasıdır.
Halk tarafından seçilmiş insanların da gerektiğinde ayak direyebilmesi gerekir. Bizde olmayan bu…
• YENİDÜZEN: Hiç olmadı mı?
• Mehmet Seyis: Hiç olmadı değil de, Kıbrıs sorunuyla ilgili zaman zaman oldu. Lokmacı Kapısı’nın açılmasında Sayın Talat’ın duruşu bana göre doğru bir duruştu, bir sonuç da getirdi.
Emek politikalarında benzer duruşlar sergilenirse, burada da ciddi sonuçlar alınabileceğine inanırım ve şunun altını da çizmek isterim, hep şu söylenir… ‘Türkiye vermezse parayı, memuru nasıl ödeyeceğiz’ ama şunu da sorgulayan yok, Türkiye’den gelen insanları tenzih ederim, insanlar ve emekçiler bizim için birdir ve zaten bütün dünyada da birlikte olmalıdır ama bu noktayı da sırf söylemeyeceğiz diye geçersek olmaz, peki ama Türkiye’den buraya aktarılan nüfusa Türkiye’nin gönderdiği para yeter mi… Bir kere bunu sorguluyor mu gelen hükümetler…
Irkçılığa vardırıp ‘alsın o zaman nüfusunu’dan yana değilim. Burada bir devlet hatası vardır. Buraya aktarılan nüfusun insan hakları da vardır. Bu insanlar da bir zaman buraya geldi, bırakın burada doğanları, burada doğanların da çocukları oldu ve böyle bir karmaşa içerisindeyiz. Bunu yaratan aslında Türkiye’yi yönetenler ve günübirlik farklılaşan politikalarıdır. Türkiye’de bir hükümet gelir, bugün ekonomide sosyal devlet uygulayacağım der, bir başka hükümet gelir ben liberal politikaları uygulayacağım der, bir başka hükümet gelir bundan böyle nüfus politikamda böyle bir şey uygulayacağım der, kısıtlama olur, biri gelir der ki bırakın serbest bölgeli Kıbrıs, tak biz de öyle…
Şimdi bu noktada dirayetli durması gereken siyasetçilerdir… Mutlaka sivil toplum örgütleri ve sendikalara da büyük rol düşer ama parti öncüsü olmayan sendika ve sivil toplum örgütleri çok fazla yol kesemez. Dolayısıyla böyle bir çıkmaz içindeyiz şu anda diye düşünüyorum.
Siyasi parti boşluğu yaşıyor bu ülke…
“Yalnızca ‘bu olmadı karşıyız, derhal fes edin’ demek, eskinin aynen kalmasını istemektir, bu da doğru değildir”
• YENİDÜZEN: Yeni dillendirilen bir kavram var… ‘Yerel Paket’… Bunu nasıl yorumlamak lazım?
• Mehmet Seyis: Bu içselleştirmeye çalışmaktan öte değil… Yani ‘kabullenin arkadaşlar, tedbire ihtiyacımız var dolayısıyla biz tedbir alıyoruz’u insanlara, ‘biz yapıyoruz’ diyerek yapmaktır ama öyle olmadığını her şey bilir aslında.
Bu biraz da günü kurtarmaktan öteye gitmez, ‘biz yaptık, napalım, çaremiz yoktu’ demeye getiriyor siyasiler… Başında sorduğum sorular gelir o zamanda, peki ama bu hale biz mi soktuk? Bu hale sokanlara karşı senin duruşun nerede? Bundan sonra ne tedbir alıyorsun? Bunların cevabı yok. Böyle olduğu zaman da inandırıcı olmaktan çıkar.
Bir gerçek var bu ülkede artık, nedeni o, şu, bu ciddi bir gelir dağılımı adaletsizliği var. Çalışma yaşamında ciddi bir dengesizlik var, iyi yaşayanlar veya daha iyi ücret alıp, daha iyi yaşayanların koşullarının kötüleşmesini hedef gösteriyor ağırlıklı yönetenler, halbuki diğerlerinin daha iyileştirilmesi gerekir. Bunla birlikte tabii bölünecek bir şey de varsa, yani örneğin biz şunu destekledik, destekleyeceğiz de, ‘maaş farkları çok açıldı altlarla üstler arasında, bir süre en azından eşit dağıtılmalı’… Eşit mi dağıtıldı? Bana göre eşit dağıtılmadı son düzenlemede de… Asgari ücrete ne verdik biz orada? Peki özel sektör çalışanlarına ne verdik? Peki kamudakiler arasında eşitlik sağladık mı, yukarıdakilere daha az, alttakilere ciddi anlamda daha çok verdik mi? Tam aksine iki tablo vardı, tablonun birinde en alttakine de, en üsttekine de eşit bir rakam verirken, tablonun diğerinde de eşit verdik… onu bile ikiye ayırarak farklı bir tablo yarattık.
Asgari ücretle ilgili halen daha da ses soluk yok. Eşitlikten kastımız, daha adil gelir dağılımından kastımız, gerçekten bu ülkede dağıtılacak kaynakların insanlara belki bir piramit sistemi ile altta daha çok, üstte sıfıra varan bir süreç, ondan sonra eşit… Bir kere hayat pahalılığı sistemine karşı çıkan yok. Hayat pahalılığı sistemi doğru ve bilimsek bir sistemdir ama bu kadar skalanın açıldığı yerde de bunu kapatmanın şart olduğu da açıktı.
Burada bir duruş emek kesimlerinden de beklenir. Öyle bir duruş sergilemeli ki emek kesimleri, fazla alanlar özellikle, ‘doğrudur, aynı iş yerinde çalışan insanlar arasında bu kadar fark varken nasıl düzelecek bu’yu onlarda düşünmemelidir ve karşı çıkmamalıdırlar. Sanki karşı duruş gibi bir durum var bazı örgütlerde…
Hatta katkı koyup yardımcı olmak lazım, nasıl yapılacağına ilişkin görüş koymak lazım. Yalnızca ‘bu olmadı karşıyız, derhal fes edin’ demek, eskinin aynen kalmasını istemektir, bu da doğru değildir.
• YENİDÜZEN: Peki Sivil Toplum Örgütleri ve Sendikalar bu anlamda üzerlerine düşen görevi yapıyorlar mı, katkı koyular mı?
• Mehmet Seyis: Tüm örgütleri aynı kefeye koymak doğru değil onu söyleyeyim… Bazı örgütler ciddi çalışmalar yapıyor, bazıları ise statükonun devamı için yalnızca karşı çıkış noktasındalar.
Çalışma yapan örgütlerse hükümet tarafından ciddiye alınmıyor. Herhangi bir örgüt, alternatifli, ciddi bir öneri ortaya koyduğunda bunu ciddiye alan bir hükümet olsa oturup görüşülecek belki… Ama bunu alıp ‘bize de destek veren var’ deyip kendi bildiğini yapma noktasına sarılıyor hükümetler… Dolayısıyla tek tarafta aramamak lazım gibi geliyor bana…
Herkes artık şapkayı masanın üzerine koymalı ve gerçekten ‘nasıl çıkacağız, nasıl adaletli bir gelir dağılımına varacağız’ı, hükümetler başta olmak üzere oturup diğer örgütler de düşünmek zorundayız artık.
• YENİDÜZEN: Çalışma yaşamı adına sağlanması gereken adaletli gelir dağılımı dışında nedir ilk etapta akla gelenler?
• Mehmet Seyis: Tabii adaletli gelir dağılımı, çalışma yaşamının en önemli parçalarından biri.
Bir de çalışma koşulları tabi ki… Özel sektörde çalışma koşulları, istisnalar tabi ki var ama genel anlamda bakıldığında yasalara uyan yok. Bırakınız insanların yasalardan daha ileri bir hak almasını, yasalara uyan yok. Bugün asgari ücret belirlendiğinde, kaç tane işveren haftada 40 saatin karşılığı olarak asgari ücreti öder? Bir kere o asgari ücreti öderken, haftada 60 saat çalıştırır, dolayısıyla asgari ücretin de çok altında bir ücrete çalıştırır demektir. Peki hastalarda var olan hastalık, yıllık izinler… Özel sektörde kaç tane işveren insanlara bunları kullandırır… Yoktur. Çalışan hasta olur doktora gider, maaşından kesilir, yıllık izin hak getire… Sendika falan dedi mi insanlar zaten örgütlenmenin önündeki en büyük engel yabancı işçi konmuş… Dolayısıyla sendika, hak diyeni de kapının önüne koyuyorlar. İşte bu noktada hükümetlere büyük görevler düşer, hükümetler de ne yazık ki burada gerekli tavrı koymuyorlar.
Sendikalaşmaya yönelik yapılan bir etkinlikten dolayı çalışanların işine son veren bir iş insanına ciddi yaptırımlar uygulanmalı. Ciddi mercek altına alınmalı…
Çalışan değil mi korunmaya muhtaç olan, fakir olan, daha ihtiyaçlı olan… çalışan. Niye biz işvereni değil de çalışanı cezalandırır konumdayız?
Kaçak işçi yakalandı haberleri zaman zaman haberlerde çıkar. Kaçak işçinin adı çıkar, bir gece de hapis yattı ve gitti denir, kaçak işçi çalıştıran işverenin adı bile çıkmaz. Beyefendinin adı zedelenir… Hükümet anlayışları bu olunca, bu işlerinden de üstesinden gelmek mümkün değil. Cezalandırılması gereken işverenlerken, çalışanlar cezalandırılıyor.
“Bizim örgütlendiğimiz özel sektör yerlerinde gidip işverenle de konuşabilirler, insanlar sendikalı olmaktan memnundur”
• YENİDÜZEN: Bir dönem büyük bir şirkette işten durdurmalar olduğu zaman, DEV-İŞ’in de bir girişimi olmuştu… Orada da hükümet sendikal mücadelenin yanında yer almamıştı… Dönüp geçmişe baktığınızda hep problem bu mudur?
• Mehmet Seyis: Problemin büyüğü bu bence… Çünkü özel sektörde patronların kendilerince ileri sürdüğü, belli mazeretleri vardır. ‘Kamuyu görüyoruz ama batarız biz’ derler ama bir kere kamu sendikaları özel sektörde örgütlenmez, bunu unutsunlar…
Özel sektörde örgütlenecek olan işçi sendikalarıdır… Bizim örgütlendiğimiz özel sektör yerlerinde gidip işverenle de konuşabilirler, insanlar sendikalı olmaktan memnundur. Çünkü biz biliyoruz, orada kim olursa olsun da bilecek, ‘Burayı korumazsak, devamlılığını sürdürmezsek üyelerimiz işsiz, aç kalacak’… Dolayısıyla işverenlerin yersiz bir şikayetidir. İşverenlerin bir şeyi başlarına gelmeden ‘öcü’ gösterme, olanı da görmemesidir. Dediğim gibi DEV-İŞ’in özel sektörde 4-5 yerde örgütlülüğü vardır, hepsinde de gayet rahat, kamudan da daha rahat bir işleyiş tarzında gidiyor. Politikalarından dolayı batma noktasına gelindiğinde de birlikte özveri yaptığımızı da herkes bilir… Boğaz Endüstri Madencilik örneğinde olduğu gibi. İnsanlarımız 4 yıl haftada 4 gün çalıştı ve haftalığının 4 günlüğünü aldı kimse işsiz kalmasın diye… 4 yıl sonra da işveren geldi, ‘arkadaşlar zarardan çıktık 5 güne dönüyoruz’ dedi.
Dolayısıyla işverenler boşuna mazeret uydurmasın. Oynamayacak gelinin yeri dar gelir derler, bunlar oynamak istemez…
• YENİDÜZEN: Bunca yıllık sendikal mücadelenizde aklınızda kalan, yapmak istediğiniz ancak yapamadığınız ne var?
• Mehmet Seyis: Sosyal Sigortalar’la ilgili benzer bir örnek var… Sendikal yaşamım boyunca hep içimde acı kaldı bu… Ciddi ciddi hep içimde acıdır, bir türlü çözemedik, çözülemeyeceğe de benziyor bu anlayıştan dolayı… ‘Patronları koruma’ anlayışıdır gelmiş geçmiş hükümetlerdeki…
Çalışanın sosyal sigortasını yatırmıyor patron ama maaşından kesiyor. İhtiyat Sandığı’nı da aynı şekilde… İşverene bir şey yapma yerine çalışanın hastaneye gidişi, ilaç alışı engelleniyor. ‘Neden ama patronum benden kesti, siz ondan alacaksınız bunu, niye bana hesabını soruyorsunuz’…