Bu oyunu değiştirmek

Cenk Mutluyakalı

"Üşüdüysen söyle sevgilim
Seni bir ‘kat’ daha seveyim."

Cemal Süreya
( Dünyanın En Güzel Kokusu, filminden)

 

Bu oyunu değiştirmek

‘AŞK’ın günü dediler ya!..
Eskiden romantik yazılar yazardım.
Yani bu ‘paracı’ düzen, bizi de bir yerden sarmış, etkilemiş, kazanına kepçe yapmış, kandırmıştı.
Aşklarımızı satılığa çıkardılar, ekmek gibi, su gibi, özgürlük gibi.
Bir pazar kurulmuş devasa, siz tükettikçe tüketiyor, ‘aşk’ yerinde duruyor, kalbinizden cebinize döşenen yolda birileri avuçlarını ovuşturuyor sadece...

***

Ne kaldı ki kirlenmeyen, hangi duygu?

***

İyisi mi aşık olunuz bugün.
Yeniden aşık olunuz.
Yeni aşklar bulunuz.
Hayaller kurunuz.

***

Saffet Tura’yı okuyorum.
“Çoğu zaman önceden dağıtılmış rolleri oynamaktan başka bir şey yapmıyoruz. Sınırları, milletleri, dinleri, aileyi, kapitalizmi biz kurmadık. Doğduğumuzda hazır bulduğumuz rolleri üstlenerek oyunu sürdürmeye devam ediyoruz.”


***

“Bu oyunu değiştirmekten söz ediyor” yazar!..
Evet, kartları yeniden açmalıyız galiba...
Ve eğer yatmıyorsa kafamıza, reddetmeliyiz, her birimiz, bizim için biçilen rolü!..

***

Yine de “laf”ta kalıyor işte...
Size bunu öneriyorum ya...
Az sonra klavyenin başından kalkacak, günün ezberine hapsolacak, geleneksel koşuma geri döneceğim.
Her ne “kaçırabilirsem” aradan da, gülümseyeceğim, “nefes” diyerek.

***

Biliyor musunuz, kimi suratlar var, tüküreyim geliyor.
Öylece, orta yerde!
Kimi suratlar var öpmek istiyorum, saatlerce...
Öylece, orta yerde.
İkisini de yapmıyorum!

***

Kim bilir, şu anda kaçınız aynı düşlerdesiniz...
Kim bilir, ne çok insan için benim suratım  da listenin ilk sıralarında...
Belki sizinki, benim için...
Öpmeye mi?
Tükürmeye mi?

Merak burada!

***

‘Aşk’ın gününde bunlar söylenir mi?
Siz yine de kanmayınız!.
Çünkü ‘aşk’ın günü kalbinizde kelebeklerin uçtuğu, içinizin içinize sığmadığı, dünyaya meydan okudunuz gündür...
“Canım benim, her gündür” derlerse de, yine inanmayınız!..

***

Önce bir ‘hayat’ edinelim kendimize...
Bilelim ki değiştirebilme gücü, yüreğimizde...
Çok da aldırış etmeden ele güne, maskelerimizi indirerek, yüzümüzdeki perdeyi açıp bakabilmeliyiz gökyüzüne.

***

Düşlerimizdeki gezegenin kenarına oturmuş, her sabah olta atıyoruz hayatın tam ortasına...
Bekliyoruz ki “düşler” tutacağız.
Oysa denize atlamalıyız!

----------------------------------------------

‘Sevgiliniz’ için karar veriniz!

"The Lady or The Tiger'i okudun mu?" diye soruyor dizi kahramanı, karşısındaki psikiyatri uzmanına...
Ve anlatıyor...
<<... Bir prenses var. Gardiyana aşık oluyor ve tabii ki bu durum çok uygunsuz. Kral olan babası durumu öğrenince gardiyanı arenaya atıyor.
Kapılardan birinin ardında onu parçalayacak bir kaplan var arenada... Diğerinde de bir başka kadın... Ya kaplanla dövüşecek gardiyan, ya da kadınla kaçacak, prensesi bir daha görmeyecek.
Prensesi zorla tribüne oturtuyor ve aşık olduğu adamın kaderini seçmesini istiyorlar..>>

***

Şimdi sevgilisini düşlesin bu köşenin kadın okuru...

Sevgiliniz bir arenada... Ve karar sizin!..
Ya bir kaplanla dövüşecek...
Ya da bir başka kadınla hayatına dönecek.
Evet, karar sizin ?

***

Sizin tercihiniz aşka bakışınızdır aslında...
Ya sevginizdir, ya bencilliğiniz...
“Ne kadar özgürdür aşk ve ne kadar tutsak” sorusuna yanıtınız...
Ve siz kimi seviyorsunuz, “aşkım” dediğinizin “size ait olma hali”ni mi, yoksa mutluluğunu mu onun, özgürlüğünü mü, tüm benliğini mi?

***

Çok da zorlamayınız kendinizi...
Hepsi bir masal sonuçta...
Hepsi... Hepsi bir masal...

------------------------------------------------------------
 

Marifet gibi!

Bu ülkeyi biz böyle bulduk.
Ne değiştirebildik ki?
Bu soruya bir yanıtınız yoksa, nedir yani marifetiniz, gördüğümüz ve yaşadığımız onca rezilliği yeniden söylemek mi?
Söylenmek ha!
Ne büyük bir iş?
Kim bilir "devrimcisiniz" böylece.
Devrilesiye bir hayat yaşadınız, diye.

***

Bu yaşadığımız hayatın ortasından bir yerinden çıkmak istiyorum!
Bir odadan çıkmak, başka bir odaya girmek bir süre.
Tüm rollerimi değiştirmek...
Epeyce bir zaman da başka yerlerde nefeslenmek...
Sonra yeniden dönmek isteği de var tabii...
Mesele de bu ya, tümden terk edemiyorum.
Terk edemiyoruz tümüyle...
Ve söyleniyoruz...
Bildik dertleri, sıkıntıları, yalanları, riyakarlıkları ha bire tekrar edip duruyoruz.
Hepimiz, bir ötekinin ayıbını vurmayı yüzüne, ortaya sermeyi bir başkasının yanlışını “ne büyük iş” diye avunuyoruz.
Birbirimize neyi anlatıyoruz sahi!..
Eğer değiştirememişsek...
‘Sorun’un parçasıysak sürekli, ‘çözüm’ün yerine...
Neyi anlatıyoruz...
Neyi...

-------------------------------------------------------

haftanın notcukları

• Bir üniversitenin reklamı bu!. “Sende imzala” diyor... Aslında “sen de” demek istiyor! En azından üniversitelerimiz yapmasın bu hatayı!

"Bu memleket uzun laftan battı" derdi, mesleğe başladığımız günlerde birinci sayfada yayınlanan ve en çok okunan kısa fıkraların üç ünlü yazarından biri Şinasi Nahit.. (Hıncal'ın köşesinden)
Bizim memleket de hocam... Bizimki de...


• 'GEZİCİ' bir anket yapmış, “Türkiye kime güveniyor”. İlk 30 isimde ne Orhan Pamuk var, ne de en son Nobel Kimya Ödülü sahibi Aziz Sancar! Bilim insanı da yok, düşünür de pek.
Fatih Terim var, Acun Ilıcalı var, Cem Yılmaz var. Hülya Avşar da var Sibel Can da... Türkiye de var işte, bu halde.


• NEŞE YAŞIN’ın yaş gününde fark ettim ki, şairler kolay kolay yaşlanmıyor!..


• Yazmıştım, gene yazayım, belki ezberleriz...
‘Yeni bir düzen’ reçetesi:

1. Meritocracy:
İşi ehline vermek

2. Pragmatism: Uygulamada cesaret ve gerçekçilik

3. Honesty:
Dürüstlük ve hakkaniyet