Fatoş Giritli
Adela Peeva, Balkan ülkelerinden gelen bir grup arkadaşıyla birlikte, İstanbul’da bir meyhanede buluşur.
Yunan, Makedon, Türk, Sırp, Bulgar dostlar hep birlikte içki içip sohbet ederlerken, solist kız bir şarkı söylemeye başlar.
Bulgar olan Adela; “Bakın bu şarkı bizim” der. Makedon arkadaşı itiraz eder, “Hayır bu bizim şarkımız…”
Daha sözünü bitirmeden, masadaki ötekiler, “Yok bu bizim şarkımız” diyerek, hem de kendi dillerinde şarkıya eşlik ederler.
BELGESEL YAPMALIYIM
Bu geceden sonra Adela, bu konuya kafa yormaya başlar ve yaşadığı bu deneyime ilişkin bir belgesel yapmaya karar verir. Ekibiyle birlikte yola çıkan yönetmen Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Bosna Hersek, Makedonya ve Sırbistan’a giderek şarkının izlerini araştırmaya başlar. Gittiği ülkelerde şarkının kime ait olduğunu bulmaya çalışan Adela’nın, konuştuğu insanlar farklı ülkelerden olmasına rağmen yoğunlukla “bu şarkı bizim” cevabını alır.
“TÜRKÜ YİNE O TÜRKÜ”
Neyzen Tevfik’in sözleri gibi manzara vardır, “Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti / Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!”
Beste hemen hemen aynı kalmıştır. Müzikte küçük nüanslar, tempo, ritm ve benzeri unsurlarda farklılıklar olsa da; şarkıyı duyduğunuzda hemen tanımak mümkündür.
Sözlere gelince, her bir ülkenin dilinde sözler değişmiş. Yunanca versiyonunda; Atina’dan Pire’ye giderken, içinde yüz altın olan cüzdanın kaybolduğundan bahsediyor şarkı. Arnavutça versiyonunda ise; “bahçede öten kuş…” diye başlayarak devam ediyor. Makedonca versiyonu “Ah sevgili Drenovtsi Patsa” diye devam ederken; Sırp versiyonunda; “çok güzel vahşi saçların var farkında mısın?” diye soruyor. Boşnaklar parçayı kahramanlık şarkısı olarak kullanmışlar. Onlar da “kesinlikle bizim” diyorlar diğerleri gibi. Bulgarca versiyonunda ise Balkan ormanlarının üzerinde, gökyüzünde beliren temiz ay anlatılıyor. Ve Türkçe versiyonuna gelince, hepimizin iyi bildiği “Üsküdar’a gider iken…” diye başlayan “Katibim” adlı şarkı!
MASADAN KOVULUYOR!
Belgeselde, bu şarkının kimin olduğuna dair tartışmalar, zaman zaman güldürüyor, zaman zaman kızdırıyor insanı. Filmin sonunda, Sırpların Adela için kurduğu yemek masası, Adela’nın “bu şarkıyı biliyor musunuz?” diye sorduktan sonra Boşnak versiyonunu dinletmesi ile dağılıyor.
Keyifle kurulan masada, birden ortam buz gibi!
Boşnaklar şarkıyı savaş zamanında Sırplara karşı kahramanlık türküsü olarak da söylemişler. Bu Sırpları son derece sinirlendiriyor ve masadakiler sert tepki vermekle kalmayarak, küfür ve sinirle Adela’yı oradan kovuyorlar. Böylelikle yönetmen çekimlere son veriyor.
Kim bilir devam etse daha kaç ülkede aynı şarkının izlerine rastlayacak. Uluslararası Film Festivalleri’ne birçok kez konuk olan bu belgeselin ardından, farklı ülkelerden insanlar, Adela’yı arayıp “bu şarkı bizim ülkemizin şarkısı” demeye devam ediyorlar diye okumuştum bir yerde... Bir arkadaşım da, filmin galasında yönetmenin çıkıp İran’dan da insanların arayarak “bu şarkı bizim” dediğini izleyicilerle paylaştığını söylemişti.
Belgeselde; köyde, şehirde, kıyı kasabasında, dağda, sıradan, günlük hayatı yaşarken, bu şarkıyı yıllar yılı söylemiş, dinlemiş, benimsemiş olan insanlar, aynı şarkının başka bir coğrafyada da olduğunu duyunca, “bizden almışlardır”, “çalmışlardır” “olamaz, bu bizim” diyerek tepki gösteriyorlar.
FOLKLORİK DEĞERLERİN OLUŞUM SÜRECİ
Folklorik değerlerin oluşum sürecini bu belgeselde konu edilen şarkı üzerinden örneklemeye çalışırsak, süreç çok daha iyi anlaşılabilir belki. Geçmiş bir zamanda, bir coğrafyada, ortaya çıkan bir beste, bir ezgi var. Bu şarkı insanların dilinde, sazında, yıllarca dolaşmış. Beğenilmiş, çalınmış söylenmiş. Ve önce doğduğu coğrafyaya yayılmıştır muhtemelen. Daha sonra da komşu coğrafyalara….
Bu yayılımın, yani mekanda yaygınlık diye ifade edilen kriterin gerçekleşme süreci için, uzunca bir zamana ihtiyaç vardır. Bu zaman derinliğinde de besteyi yapanın adı sanı unutulurken, şarkı veya folklorik değer anonim olur.
Diğer bir taraftan şarkı farklı coğrafyalara dağılırken varyantları da ortaya çıkar. Ve söz konusu dağılım, farklı dillerin konuşulduğu ülkeler olunca, doğal olarak sözler, en çok değişen unsur olarak karşımıza çıkıyor. Ezginin trafiği genelde aynı kalırken, ufak tefek ağırlaşma, hızlanma veya ritmik yapı farklılıkları da coğrafyaların dokusu ile ilişkili olarak parçaya yerleşiyor. Bu farklılıklar, sürecin doğasında yer alan varyantları ortaya çıkarıyor.
Bir zincir gibi bir birine bağlı olarak ve birkaç koldan işleyen bir yapıyla çalışan bu mekanizma, kendiliğinden oluşur ve müdahale kaldırmaz.
Belgeselde olduğu gibi, bazı insanlar kabullenmekte güçlük çekseler de, bir coğrafyadaki dağılım diğer coğrafyaya ulaşımı sağlamıştır aslında… Birinden biri eksilseydi bu coğrafyalar zincirinde, muhtemelen bir diğerine de ulaşamayabilirdi bu ezgi.
Geçen yazıda bahsetmiş olduğum gibi, folklorik unsurların yolculuğu bazen dar alanda; tek bir bölge, tek bir coğrafyada kalabilirken, bazen de uçsuz bucaksız coğrafyalara yayılabiliyor. Bir unsur ne kadar çok insana ve ne kadar farklı coğrafyaya yayılırsa o kadar çok folklorik değeri artar.
İşte bu değerler, paylaşıldıkça çoğalan, insanların ortak duygusu, ortak değeri, ortak tadı, ortak sesi, ortak belleği olan değerlerdir ve tam da bu nedenle eşsizdirler…
Peki, bu şarkı kimin?
Bu şarkı; beğenerek dinleyen, dinleten, toplumların tümünün ortak şarkısıdır artık. Esasen değerli olan da budur.
Bulgar yönetmen Adela Peeva’nın çektiği, orijinal adı “WHOSE IS THIS SONG ?” (Bu Şarkı Kimin?) olan ve birçok uluslararası film festivalinde ödül almış bir belgesel. Folklorik açıdan son derece değerli. Alana ilgi duyan herkesin izlemesini tavsiye ederim.