Tam bir yıl önce ‘partiyi toparlamak’ için CTP’nin Genel Başkanlığı görevine gelmişti yeniden Talat…
2010 sonrasında bütün ısrarlara rağmen kendi ‘2. Cumhurbaşkanı’ ofisinde kalmayı yeğlemiş, aktif siyaseti tek başına yürütmüştü. Sonra “CTP’de durulmayan ‘iç kavgalar’ı bastırsa bastırsa Talat bastırır” görüşü hakim oldu ve Özkan Yorgancıoğlu, üstelik halen Başbakan iken, olağanüstü toplanan kurultayda değiştirildi.
Elbette Mehmet Ali Talat güçlü, karizmatik kişiliğiyle partideki ‘kavgalı’ taraflara söz geçirme potansiyeli olan bir liderdi. Elbette deneyimiyle, partideki özel konumuyla birçok avantajı vardı.
Ancak CTP’nin asıl sorunu ‘liderlik’ meselesi değildi. Dolayısıyla konulan ‘teşhis’, ‘tedavi’nin sonucunu belirledi.
Belki CTP içinde eskisi gibi ‘sokağa taşan’ kavgalar yoktu şimdilik, ama CTP’nin ‘toparlandığı’nı söylemek de iyimser bir yorum olur.
Dahası ve daha fenası, Talat’ın Genel Başkanlığı’nda kurulan CTP-UBP koalisyon hükümeti, kimi kesimlerin büyük umutlarına rağmen bir yılı bile tamamlayamadan bitti.
Geriye karşılıklı suçlamaların yanı sıra, bundan sonra da CTP’nin ayağına dolanacak kimi icraatlar, kararlar, tartışmalar kaldı.
Ve Mehmet Ali Talat da, bir yıl önce aldığı göreve bundan sonra talip olmayacağını açıklayacak noktaya geldi.
***
Mehmet Ali Talat’tan söz ediyoruz.
1994’te Eğitim Bakanı, 1996’da Genel Başkan, 1998’de milletvekili, 2004’te Başbakan, 2005’te Cumhurbaşkanı olmuş, siyasetin her kademesinde bulunmuşluğu bir tarafa, ‘toplum liderliği’ sıfatını meydanların gücüyle almış ve dünyayla Kıbrıs Türk Toplumu adına konuşmuş, müzakere etmiş bir isimden yani…
Peki ama bu kadar donanımlı, birikimli, karizmatik ve güçlü bir ‘lider’ nasıl oluyor da ‘kurtarıcı’ olarak geldiği makamı bir sene dolmadan bırakmak noktasına gelebiliyor?
Talat’ı örnek verdim, ama o kadar ‘başkan’, o kadar ‘genel sekreter’, o kadar ‘bakan’ vesaire harcıyoruz ki toplum olarak!..
Neden ama?
***
Kuşku yoktur ki Talat dahil, o kuşağın temsilcileri siyasette yıpranmıştır. Dile kolay: 1975’ten beri Talat aktif CTP’lidir. 40 küsur yıl uzun bir süredir siyasette ve yıpranmışlığı hesaba katmak lazımdır.
Ama mesele sadece yaş, süre gibi değişkenlere bağımlı değil.
Asıl konu, bu ülkede siyasetin sınırlarıyla ilgilidir.
Muhalefette kalıp her konuda ‘itirazcı’ pozisyonda durmak, olup bitenlere karşı ‘eylem’ yapmak, günde birkaç ‘bildiri’ yayımlamak kolaydır.
Lakin iş ‘idareciliğe’ gelince, ‘akıl’ ile ‘ayaklar’ farklı yöne gidiyor.
‘Teori’ ile ‘pratik’ uyumsuzlaşıyor.
Muhalif dönemlerde ‘söylenen’ ile muktedirlik zamanında yapılanlar ‘uyumsuz’laşıyor.
Partiler ve liderler ‘pasta yapmak’ vaadiyle seçimi kazanıyor ama ‘ekmek’ malzemesi bile bulamıyor.
Zira ‘pasta’ mı, ‘ekmek’ mi, yoksa ‘peksemet’ mi yapılacağına onlar değil, başkaları karar veriyor!
Siyasetçi, hele de sol siyasetçi ‘sözünün eri’ olmayınca, olamayınca gözden düşüyor, kendi tabanıyla ters düşüyor, erken zamanda bırakıp gitmek durumunda kalıyor. Ya da gönderiliyor.
Tüm bunları yaşadık, yaşıyoruz ve birçok değerli insana yazık ediyoruz.
Bu sisteme ne yazıktır ki, ‘lider’ de dayanmıyor.