Tartışmalı Hala Sultan İlahiyat Koleji, geçtiğimiz gün imzalanan protokol ve törende yapılan konuşmaların ardından yeniden gündeme oturdu.
Ani bir kararla çok yeni kurulmuş ve tam olarak ne olduğu, finansmanını nasıl sağladığı belli olmayan KISAV adlı bir vakfa, ilahiyat koleji için arazi tahsis edildi.
Her zaman olduğu gibi hiçbir yetkili kurumdan onay alınmasa da kolej hızla faaliyete geçti.
Şimdi TOBB ile birlikte, Kuzey Kıbrıs ile bir protokol imzalandı.
İmza töreninde yapılan konuşmalara geçmeden, buraya kadar yaşananlara ilişkin soruları sıralayalım;
Mesela, zaten her şey tamamlanmışken şimdi Eğitim Bakanıyla atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra neden protokol imzalanır?
Daha da önemlisi, Türkiye’de iş ve siyaset dünyasına yön veren en önemli ekonomi örgütlerinden olan TOBB’un, Kuzey Kıbrıs’ın dini eğitimiyle ilgili neden bir hassasiyeti oluşur?
Törende özellikle Beşir Atalay’ın Kuzey Kıbrıs’ta dini eğitime ihtiyaç duyulduğuna vurgu yapması ve bundan sonra hayırlı nesiller yetişeceğini söylemesi ilk değil.
Hisarcıklıoğlu’nun, Kıbrıs’ın tarihte İslamlaşan ilk ülkelerden olduğunu ve Hala Sultan’ın yaptığı gibi burada da İslamiyeti yayan nesiller yetiştirmenin görevleri olduğunu anlatması da artık Kıbrıslı Türklere çok yabancı gelmeyen hedefler.
Kuzey Kıbrıs’ın din temelli bir yönlendirme ve İslam dininin daha görünür bir yer olması hedefi, Türkiye siyasetine açıklıkla yerleştirildi.
Bu çeşitli defalar en üst düzeyde dile getirildi.
O yüzden dini eğitim konusunda İlahiyat Koleji, İlahiyat Fakültesi, adanın en büyük camisi projeleri tesadüf değil. Belirlenmiş bir siyasetin ürünleri.
Acı olan ise, bir taraflardan belirlenen bu siyasetlerin karşısında bizim edilgen durumumuz.
Siyaset üretmekte ve bunu ortaya koymakta yaşadığımız ürkek tavır bizi bugünlere getirdi.
Mali bağımlılık bu edilgenliği daha da artırdı.
Geçtiğimiz gün Türkiye Başbakanı Erdoğan, meclis konuşmasında, IMF ile olan ilişkileri anlatırken şu ifadeleri kullanıyordu;
“Bize hükmetmeye çalıştılar. Şu değişikliği yapın dediler. Biz Onlara biz istersek yaparız bu sizi ilgilendirmez dedik ve işlerimize karıştırmadık. Aldığımız kararlardan rahatsız oldular. Ama biz yolumuzda ilerledik. Sizinle artık stand by anlaşması da yapmayacağız dedik ve yapmadık. Borcumuzu düşürdük, kısmetse Şubat ayında bunu sıfırlayacağız. Artık onlara biz para verir duruma geldik.”
İşte bu konuşma, aslında Kuzey Kıbrıs ile Türkiye ilişkilerindeki temel sorunsalın da cevabını oluşturuyor.
Şimdi biz sizden cari harcamalar için para istemiyoruz, bunu sıfırlayacağız diyebilecek ve bunu gerçekten yapabilecek bir siyaset yaratabilir miyiz?
Kararlarımızı biz alırız deyip, kendi yönetimimizi oluşturacak dirayetli bir irade koyabilir miyiz?
Gerektiği yerde bedel ödemeye de hazır olarak bu konuda birlikte hareket edebilir miyiz?
Sanırım bu soruların cevabı, kendi başımıza söylenip rahatsızlık duyduğumuz her şeyin çözümünü oluşturuyor.
Siyasetçiler, bu siyasetleri üretebilecekler mi, toplum bu siyasetleri talep edip, yanında durabilecek mi?
Ülkenin geleceğini belirleyecek temel cevaplar bunlar.
Bu sorulara cevap verin, fotoğraf netleşsin.