Müzakere sürecinde en kritik safhaya girildi. Sadece BM’nin yaptığı açıklamalar değil, liderlerin yüz ifadeleri ve ses tonları da yeni safhanın ne kadar kritik olduğunu hissettiriyor. Ve tabii iki toplumun ret cephelerindeki panik havası da...
Espen Barth Eide bu süreçte başarısız olunursa bunun “tarihi bir başarısızlık” olacağını söylerken çok önemli bir noktanın altını çiziyor.
Evet, başarı kadar başarısızlık da tarihsel olacaktır. Yani, her iki durumda da ortaya çıkacak olan sonuçlar geleceği belirleyecektir. Tabii farklı yönlerde...
Başarısız olunması halinde Kıbrıs ülkesi temelli olarak parçalanmış ülkeler listesinde yerini alacak. Bunun ne gibi sonuçlar doğuracağını aklı başında her insan kestirebilir. Kıbrıslı Rumlar, Mustafa Akıncı’nın dediği gibi, Türkiye’ye “komşu” olacaklar ama demediği şudur ki, Kıbrıslı Türkler yok olacaklar.
Yani, adanın kuzeyine bütünüyle Türkiye hükmedecek ve Kıbrıslı Rumlar ezelden beri yaşadıkları toprakları temelli olarak kaybedecekler. Bununla da kalmayacak. Adanın güneyinde ne zaman egemenlik icra etmeye kalkışsalar, karşılarında Türkiye’yi bulacaklar. S 300 füzeleri mi satın almak isteyecekler, Türkiye “hayır” deyip kafalarında iki uçak dolaştıracak. Denizin altına inip doğal gaz mı aramaya kalkışacaklar, Türkiye savaş gemilerini denize sürerek “bir dakika beyler” diyecek.
Kısacası, bu “komşuluk” oldukça sorunlu bir komşuluk olacak. Bu koşullar altında yaşamak zorunda kalacak Kıbrıslı Rumlar Türk bayraklarıyla donatılmış Kıbrıs’ın kuzeyini her gün çıplak gözle seyredecek ve “unutmam” nutukları atarak hınç biriktirecekler. Ve hınç var oldukça geçmiş asla geçmiş olmayacak. Belki de gelecekte yaşanacak intikam çatışmalarına kaynaklık edecek.
Kıbrıslı Türklere gelince. Burada fazla söz gerek yok. “Kıbrıs Türk toplumu” olarak bilinen ve 1572 yılından beri adada varlığını sürdüren bu siyasi entite sona erecek. Mustafa Akıncı da büyük bir ihtimalle hiç kimsenin hatırlamadığı “Tayfur Sökmen” gibi biri olarak tarihe geçecek. Yani, hükmün bütünüyle Türkiye’nin eline geçmeden önce Kıbrıs Türk toplumuna liderlik yapan son kişi olarak anılacak.
Bir de başarı hanesine bakalım. İki liderin öncülüğünde iki toplumun federal bir devlet çatısı altında buluştuğunu tahayyül edelim. AB üyesi Federal Kıbrıs Cumhuriyetinin çatısı altında...
Bugüne kadar sadece Ankara’ya kadar uçan, bunu da ya yağ çekmek ya da fırça yemek için yapan Kıbrıslı Türk Dışişleri Bakanları Brüksel’de AB toplantılarına katılacak. AB üyesi Federal Kıbrıs’ın dönüşümlü olarak başkanlığını yapacak Kıbrıslı Türkler de, ki bu makamda oturan kişiler Dr. Küçük’ten miras kalan “Ankara bana şeyime şey sokayım derse, sokarım” çizgisinden öteye gidemediler, AB dönem başkanlığı sırası Kıbrıs’a geldiğinde AB’yi yönetecekler. Ayrıca, bütün platformlarda devlet başı olarak protokolde saygın yerlerini alacaklar.
Hiç kimse Kıbrıs Türk toplumuna “besleme” demeyecek. Sağlık bakanının AB standartlarında sağlık hizmeti vermesi için çırpınacağı bir ortam olacak. Eğitim bakanının da, Tarım bakanının da...
Hayatımıza “Dikili Taş” kriterleri değil, Brüksel kriterleri hükmedecek.
Ve dünyaya “Türklük” gözlüğünden bakmaya meraklı olanlar için birkaç söz söyleyelim: Kıbrıslı Türkler Türkiye dışında yaşayıp bir devletin kurucu ortağı olan tek Türk topluluğu olacak.
Kısacası, Kıbrıslı Türklerin tercihi “medeniyet” ile “yok oluş” arasındadır.
Gelelim Kıbrıs Rum toplumuna. Dün Kıbrıs Cumhuriyetinin “bağımsızlık” günü kutlandı. Hazin bir bağımsızlık... Nüfusun üçte biri doğup büyüdüğü yerleri görmeden ölüyor... Kurulduğunda yas tutan Kıbrıslı Rumlar şimdi yarısını ellerinde tutmaktan memnun görünseler de, tek-toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti kaygan bir fay hattı üzerinde oturuyor. Ve Kıbrıs Rum toplumu adada Kıbrıslı Türklerle, bölgede de Türkiye ile barışmadan huzura eremeyecek. Güven ve istikrardan söz edemeyecek.
1950’li yıllardan beri görülmüş ve anlaşılmıştır ki, Türkiye’yi ve Kıbrıslı Türkleri dikkate almayan hak iddiaları sadece gerginlik ve çatışmaya yol açar.
Kısacası, müzakere sürecinin başarılı olması Kıbrıslı Rumlar açısından yeni bir tarihsel sayfanın açılması demektir: Kıbrıslı Türklerle amaç uyuşmazlığı yüzünden içine girilen tarihsel çatışmaya son vererek Kıbrıs’ı iki toplumun ortak yurdu olarak kabul edip benimsemek ve Doğu Akdeniz’de her zaman üstün konumda olan Türkiye ile yakınlaşmak.
Kıbrıs Rum toplumunun güvenliği ve huzuru bunlardan geçer.
Görüleceği gibi, içinden geçtiğimiz müzakere süreci her iki toplum açısından da hayati öneme sahiptir ve iki lider de bunun farkındadır. Onlara düşen, yapılması gerekeni yapmaktır. Ve yapılması gereken, kırmızı çizgiler çekerek kendilerini dar alanlara hapsetmek değildir. Ne de toplumların korkularını ileri sürerek süreci zora sokmaktır. Unutulmamalıdır ki, bir toplumun korkusu öteki toplumun korkusundan daha meşru değildir. Ne de bir toplumun çıkarı öteki toplumun çıkarından daha önemlidir. Bu tarihsel dönemeçte liderlerden beklenen toplumların çıkarlarını bağdaştırmak ve korkularını giderici önlemler almaktır. Fakat asla korkuya yenilmek değildir...