Ağustos ayında 38 yaşına gireceğim. 24 yaşından beridir hayatımda hissettiğim en büyük eksikliklerden biri çocuktur.
Yıllar boyunca, özellikle de ODTÜ’yü bitirip ülkeme mimarlık yapmak için döndüğüm yıllarda ekonomik olarak kendimi çocuk büyütmeye hazır hissetmedim.
17 yıl içinde önce ofisimi kurdum, ardından da işlerimi yoluna koymayı başardım.
Son 5 yıl içinde ilk olarak 2018 ekonomik krizini yaşadık,
Ardından 2020 pandemi krizinde evlere kapandık ve tüm birikimimizi tükettik,
Ardından 2023’de deprem felaketi sonrası birçoğumuz evsiz kaldık, bu sefer de 3 yıl önce çıkamadığımız evimize giremez olduk.
Orman yangınlarını, ekonomik krizleri ve daha birçoğunu burada yerim olmadığı için saymıyorum bile.
Bu nesil hiç savaş yaşamasa da yıllar boyunca ülkesinden bu koşullar nedeni ile göç etti. Tekrar tekrar hem ekonomik, hem de sosyal darbeler ile hayatından bezdirildi.
Ama yalnızca ekonomik bir yük değildi benim için çocuk yapmayı erteleme durumu.
Pek çok yurt dışı görmüş Kıbrıslı Türk gibi ben de bu ülkenin kültürel, sanatsal ve entelektüel fırsatlarını hep eksik gördüm. Bizim çocuklarımız büyürken müzelerde tarihini, parklarında sosyal olmanın anlamını, sanat galerilerinde sanatın hayatımızda önemini, meydanlarında kitap okumayı ve ülkesinde ise belli bir standartlarda yaşamayı tatmalıydı.
O yüzden 2013 yılında daha kendi işini oturtmamış bir mimar olarak tüm büyüklerimin nasihatini dinlememeyi tercih ettim: O nasihat “Önce kendin paranı kazan, kendini kurtar, sonra siyasete atıl” idi.
Yaşamaktan tadı olmayan bir ülkede parası olan bir çocuk yetiştirmektense, yaşamın değerli olduğu bir ülkede parası kendine daha rahat yerecek bir çocuğu büyütmek çoğunuz gibi benim de hayalimdi. Daha cebimde 20-30 TL ile dolaşırken Lefkoşa Türk Belediyesi Meclisine girdim ve ofisimi geriye iterek tüm hayatımı buna adadım.
Yaşadığımız ülkeyi zengin yapmak için en önem verdiğimiz proje LEFKOŞA SURLARİÇİ YAYALAŞTIRMA PROJESİ idi.
2013 yılında başkentte yürüyebileceğiniz sokak varsaydı da oralarda Lefkoşalı çok ender yürürdü.
2013 sonunda Lefkoşa Surlariçi’ni yayalaştırdık ve yer yerinden oynadı.
Bir kesim henüz 28 yaşında genç bir mimar olan beni “SURLARİÇİNİ DENEME TAHTASI” yapmakla suçladı ve aktif karalamaya başladı.
Hiç unutmam bir haberde “ONUR OLGUNER PROJEYE HAKİM DEĞİLDİR” diye başlık atılmış ve Lefkoşa Surlariçi Yayalaştırma Projesi’nin hiçbir zaman başarılı olamayacağının altı çizilmişti. Bu haberi hala arşivlerimde bir madalya gibi saklarım.
Geceleri uyuyamazdım. Acaba bu proje başarısız olacak mı diye stres eder, gece yarısı arabama binerek Surlariçi’ne giderdim.
Seneler sonra söz verdiğimiz gibi Lefkoşa Surlariçi’nin insanların yürüyebileceği bir bölge olması bana hep mutluluk vermiştir.
Doğduğum, büyüdüğüm bu şehre ödevimi yaptığımı hissederim bu proje ile.
Tabi, bu yeterli değildir. Bu ülke hala çocuklarımıza layık değildir.
Ülkemizde yeni doğacak bir çocuğun, gelişmiş bir ülkeye göre eksikleri vardır. Özellikle de evine devletten yılda 13 adet 75,000 TL’ye varan para girmiyorsa veya aileden zengin değilse bu çocuk sadece parasal olarak değil pek çok bakımdan fakirdir.
- Mesela bu ülkede doğan bir çocuk sağlık açısından fakir doğar. Devlet hastanesinin hem bürokrasisi hayatımızı tehlikeye atar, hem de binası kelle koltuktadır. Düzgün sağlık hizmeti konusunda devlet sınıfta kalmış, çocuklarımızı sağlık açısından fakir bırakmıştır.
- Eğer ailesi kendini özel okula yazdıramazsa tüm gün eğitim almaz bu devlette çocuklarımız. Eğitim açısından fakirdirler.
- Adalet açısından fakirdir bu ülke. Devlet daireleri ve kurumları kişiye göre çalışır. Yasalar tanıdığa göre yorumlanır. Tanıdığı olmayan çocuklar bu ülkede adalet fakiridir.
- Ulaşım açısından fakirdir bu ülke. Lüks arabaların gittiği asfaltlar yamalıdır. Toplu taşıma ise ‘gelirliler’ tarafından “lüks” olarak nitelendirilir. ‘Gelirli’ aileye doğmayan çocuk ulaşım bakımından fakirdir bu ülkede.
- Engelliler bu ülkede sosyal adelet açısından fakirdir. Çoğumuz kafelerde zevkle oturabilirken engelliler bazen bir basamak yüzünden kapıdan döner. 2016 yılında geçen bir tüzük olmasına rağmen uygulanmaz ülkemizde. Engelli doğan bir çocuk sadece fakir değil, aynı zamanda yalnızlığa terk edilmiştir.
- İki asgari ücret ile ev almayı bırak kirada yaşamak bile imkânsızdır. Devlet ise sosyal konut yapmayı yıllar önce bırakmıştır. Babasından arazi veya ev bulamayan evsiz kalır bu ülkede. Bu ülkede barınma açısından fakirdir çocuklarımız.
- Kent parkı ender bir iki bölgede vardır bizde. Normal küçük parklar ise unutulmuştur genelde. Spor yapmak isteyen spor salonuna gider, aidatını ödeyemeyen ise bunun kendine lüks olduğunu bilir. Sağlık açısından yine fakirdir ‘geliri olmayan’ gençlerimiz.
Memur olamayan veya zengin aileye doğmayan gençlerimiz göç etmeye zorlanır bu ülkede, çünkü burası zenginlerin ülkesidir dostlar. Sosyal hizmetler fakiri olduğumuzdan, devletten ‘geliri’ olmayanlar gerçek anlamda fakirdir.
‘Gelirlilerin’ devletten alamadıkları hizmetleri aldıkları maaş ile sübvanse ettiği, fakirlerin ise hizmet alamadığı sistemdir bizim devletimiz.
Dağda bayrağımız ışıklarla dalgalansa ne yazar, bizim ülkemiz zengin doğmayan gençlerimizi kollamaz ve doğal olarak da onları hak etmez.
Fırsatını bulan gençler ise bu gemiyi terk eder. Bulamayanlar ise kaderine terk edilir.
Gerçek budur ve kral çıplaktır.
Tabi, isteyen kralın kıyafetini övmeye devam edebilir.
Onlar övmeye devam etsin,
bizler artık “kral çıplak” demekten geri durmayacağız!