CTP-BG Milletvekili Doğuş Derya, Kıbrıs’ta yaşayan Anadolu kökenlilere, Kıbrıslı Rumlara, Maronitlere, Ermenilere Kıbrıs’ta yer olduğunu söyledi ve dışlamadan, ötekileştirmeden paylaşabilmenin önemini vurguladı
Ödül AŞIK ÜLKER
CTP-BG Milletvekili Doğuş Derya, Kıbrıs’ta yaşayan Anadolu kökenlilere, Kıbrıslı Rumlara, Maronitlere, Ermenilere Kıbrıs’ta yer olduğunu belirterek, “Bu ülke hepimize yeter. Bu ülkede yaşayan Anadolu kökenlilerin de, Kıbrıslı Rumların da, Maronitlerin de, Ermenilerin de hepsine ülkede yer vardır, yeter ki biz bu evi birbirimizi dışlamadan, ötekileştirmeden paylaşabilmeyi becerelim” dedi.
Bütçe görüşmeleri sırasında Kıbrıs’ta kaybedenin sadece Kıbrıslı Türkler olmadığına dair yaptığı konuşma üzerine yaşanan gelişmeleri değerlendiren Derya, “Aslında üretilen bilimsel bilgilere, tarihsel hakikatlere, belgelere bakarak bunların bir daha yaşanmaması için konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Bilimsel gerçeklerden korkanlar, kendi inançları ve ideolojik ezberleri doğrultusunda konuşurlar. O ezbere dokunduğunuz zaman da agresifleşirler” diye konuştu.
Kıbrıslı Türk toplumunda barış isteyen, federal çözüm için yıllardır uğraşan insanlara, kadınlara, toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları için çalışan herkese hakaret edildiğini söyleyen Derya, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu hakareti yapabilme cesaretini bulmaları da aslında bu insanların bu ülkedeki kurumlara, hukuka hiçbir saygı duymadıklarını gösteriyor. Bu ülkedeki kurumlara saygı duysalar veya onları ciddiye alsalar bunu yapmazlardı. Demek ki, ne bu meclisi tanıyorlar, ne bu meclisin seçilmiş milletvekillerini tanıyorlar, polis teşkilatının veya yargının bu konuda herhangi bir sonuç üreteceğini düşünmüyorlar. Demek ki bu insanlar bu ülkeyi tanımadan, bu ülkenin kurumlarına saygı duymadan istediklerini yapabileceklerine kanaat getirmişler. Bu aynı zamanda bu ülkenin kurumlarının vereceği bir sınavdır”.
Doğuş Derya, AK Parti Milletvekili, Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Ömer Faruk Öz’ün kendisini “tepeden bakan bir üslupla” özür dilemeye çağırmasını da “haddini aşan bir tavır” olarak nitelendirdi. Derya, “Sayın Öz’ün, tehditkâr ve azarlayıcı açıklaması sadece bana değil, KKTC meclisine, meclisin kürsüsüne ama en çok da Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanların iradesine ve onuruna karşı bir saygısızlıktır. Bu saygısızlığı yaptığı için esas özür dilemesi gereken Sayın Ömer Faruk Öz’ün kendisidir” diye konuştu.
“Kıbrıslı Rum, Kıbrıslı Türk pek çok kadın tecavüzden mağdur oldu”
• Soru: Dönem dönem hedef gösterilip, cinsiyetçi bir yaklaşımla size saldırılıyor... Meclis dışından gelen saldırılar da var. Bu konuyu bir kadın, bir milletvekili olmaktan öte sosyoloji masteri yapmış biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Derya: Sadece sosyoloji biliminde değil, sosyal bilimlerin birçok alanında milliyetçilik, militarizm ve cinsiyetçilik arasındaki ilişkiyi ortaya koyan çok geniş bir literatür vardır. Bu literatür ulus-devletlerin kurulduğu 18. yüzyıldan itibaren milletlerin tahayyül edilmesinde ve milliyetçiliklerin icadında militarist ve cinsiyetçi metafor ve pratiklerin nasıl kullanıldığını analiz eder. Bütün milliyetçiliklerde ulusun erkekleri “asker”, “ vatan savunucusu” olarak kurgulanırken, kadınları da ulusun “namusunu” temsil eden bir noktada konumlandırılır. Milliyetçi tarih yazımı ve pratiklerde “bizim ulusun kadınları” korunması gereken “namus” olarak temsil edilirken, “düşman ulusun kadınları” da aynen düşman toprakları gibi fethedilmesi gereken unsurlar olarak ortaya koyulur. Bu yüzdendir ki milliyetçiliğin çatışma ürettiği ve savaşla sonuçlandığı yerlerde tecavüz bir savaş stratejisi olarak sıklıkla kullanılır. Bu maalesef milliyetçilikler tarihi boyunca ve dünyanın hemen her yerinde böyle olmuştur. Militarist şiddetin bir parçası olarak tecavüz, tahakküm politikasının bir parçasıdır. Afganistan, Irak, Bosna-Hersek, Ruanda yani dünyanın neresine bakarsanız bakın tecavüzün bir savaş suçu olarak işlendiğini görürsünüz. Kıbrıs’ın geçmişinde de bu var. Kıbrıslı Rum, Kıbrıslı Türk pek çok kadın da tecavüzden mağdur oldu. Fakat milliyetçi görüş için bunlar bir “savaş suçu”ndan ziyade “namus meselesi” olarak görüldüğü hukuki bir yerden değil, ahlaki bir yerden yorumlanır. Tecavüz suçunun yargılanması, ortaya çıkarılması, müsebbiblerinin yakalanması yerine konunun örtbas edilmesi tercih edilir. O yüzden de bunu çıkıp konuşan biri aslında onun bir yerlerde saklamaya çalıştığı, örtmeye çalıştığı şeyin kapağını kaldırıp, “hayır, burada bir şiddet var, burada bir savaş suçu var” diye gösterdiğinde tepki oraya yönlendirilir.
“Geçmişle yüzleşebilmek gerekir”
Milliyetçilik teorilerinden de yola çıkarak baktığınızda fethetme algısı üzerinden gittiği gerçek. Mesela ülke toprağı hep bir kadın bedeni gibi tasfir edilir. Bu kadın bedeni sizin kendi ülkenizse “ana” olarak ifade edilir, eğer düşman toprağıysa fethedilmesi gereken çok güzel bir kadın bedeni olduğu anlatılır. Türk milliyetçiliği içinde, özellikle 1950li yıllarda, Kıbrıs fethedilmesi gereken bir afrodit olarak anlatılırdı. Dolayısıyla tecavüzün bir savaş stratejisi olarak kullanılması oradaki düşman toplumu fethetmenin bir yolu, zürriyetin devamını sekteye uğratmanın bir yolu olarak görülmesindendir. Erkek egemenliği, milliyetçilik ve militarizm kolkola yürüyen ideolojilerdir. Bunların bir barış politikasına tercüme edilebilmesi için savaş suçlarıyla, militarizmle, milliyetçiliğin yarattığı korkunç geçmişle de yüzleşebilmek gerekir. Benim de esas derdim budur.
“Belgelere bakarak konuşmamız gerekiyor”
Resmi tarih her zaman yönetenlerin ve erki ellerinde bulunduranların yazdığı tarihtir. Bu tarihin içerisinde tabandan gelen insanların, acılar yaşamış insanların, azınlıkların, kadınların veya savaş mağdurlarının tarihi çok fazla yoktur. Varsa da bu kesimlerin hikayeleri kahramanlık edebiyatını tarif etmenin nesnesi olarak kullanılır. O yüzden de bu resmi tarihi inşa edenler bir sürü şeyi sessizleştirerek inşa etmişlerdir. Konuşmamda da söylediğim gibi kurulan ganimet düzenini üleşenler, Kıbrıslı Rumları ve aslında bu adada yaşayan diğer toplumları ötekileştirip düşmanlaştırmanın meşrulaştırıcı yolu olarak bunu kullandıkları için ve buradaki sistemin devamlılığı da bu düşmanlık edebiyatına bağlı olduğu için, bunun ortaya çıkmasından rahatsız olurlar. Tecavüz denilen şeyi uzun süredir saklamaya çalışıyorlar, bunu yaşayan insanlar da aslında bu sessizleştirme politikalarından dolayı konuşamadılar. Küçük bir toplum olduğumuz için bir kısım failler de zaman zaman utançlarından, zaman zamansa belki de o geçmişi bir daha hatırlamak istemeyişlerinden bunu konuşmadılar, konuşturtmadılar. Bunların şimdi konuşulmaya başlanması elbette ki geçmişle yüzleşmeyi çağıracağı için mevcut düzenin meşruiyetini de sekteye uğratabilir, ondan rahatsız oluyorlar diye düşünüyorum. Bu sadece kuzey için geçerli değil, güneydeki milliyetçi, aşırı şöven çevreler de bunların konuşulmasını istemediler. Belli dönemlerde Sevgül Uludağ’ın yaptığı çalışmalar ve Güney’de toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili uğraşan akademisyenlerin yaptığı çalışmalar sonucunda bir takım tecavüzler ve şiddet olayları yazılı hale geldi. Bunun siyasetini yapıp, gerçek bir barış çağrısına, geçmişle hesaplaşma talebine dönüştürecek, bunun politikasını üretecek siyasetçiler ve gruplar çok fazla çıkmadı. Dolayısıyla aslında üretilen bilimsel bilgilere, tarihsel hakikatlere, belgelere bakarak bunların bir daha yaşanmaması için konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Bilimsel gerçeklerden korkanlar, kendi inançları ve ideolojik ezberleri doğrultusunda konuşurlar. O ezbere dokunduğunuz zaman da agresifleşirler. Dolayısıyla yaşadığımın bu olduğunu düşünüyorum. Bana karşı yapılan, hakikatin ortaya çıkmasına duyulan tepki, öfke ve bunu konuşma cesareti gösteren birinin ötekileştirilmesi, marjinalleştirilmesi, küçük düşürülmesi üzerinden giden bir faşizan durumdur.
“Bu kurumların da vereceği bir sınavdır”
• Soru: Bu konuda bir suç duyurusunda bulundunuz. Daha önce de benzer saldırılarla ilgili suç duyurusunda bulunmuştunuz ama bir sonuç elde edilememişti. Ne düşünüyorsunuz?
• Derya: Aynı kişiler, Bertan Zaroğlu, Kenan Akın ve benzeri birçok insan Nisan ayında hem cinsel içerikli, hem de ölüm tehdidi içeren bir takım statüler yayınlamışlardı. O dönemde bunu kamusal bir mesele haline getirmeden, bir insan olarak can güvenliğimin de olmadığını düşünerek polise şikayette bulunmuştum. Polis bu süreci ileriye götürmedi. Biz de konunun büyütülüp, uzatılmaması için çok da üzerine düşmedik. Lakin bu sefer öyle olmasını istemiyorum. Aslında burada benim nezdimde Kıbrıslı Türk toplumunda barış isteyen, federal çözüm için yıllardır uğraşan insanlara, kadınlara, toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları için çalışan herkese bir hakaret olduğunu düşünüyorum. Bu hakareti yapabilme cesaretini bulmaları da aslında bu insanların bu ülkedeki kurumlara, hukuka hiçbir saygı duymadıklarını gösteriyor. Bu ülkedeki kurumlara saygı duysalar veya onları ciddiye alsalar bunu yapmazlardı. Demek ki, ne bu meclisi tanıyorlar, ne bu meclisin seçilmiş milletvekillerini tanıyorlar, polis teşkilatının veya yargının bu konuda herhangi bir sonuç üreteceğini düşünmüyorlar. Demek ki bu insanlar bu ülkeyi tanımadan, bu ülkenin kurumlarına saygı duymadan istediklerini yapabileceklerine kanaat getirmişler. Bu aynı zamanda bu ülkenin kurumlarının vereceği bir sınavdır.
“Özür dilemesi gereken Öz’ün kendisidir”
• Soru: TBMM İdare Amiri ve Başkanlık Divanı Üyesi, AK Parti Milletvekili, Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Ömer Faruk Öz sizi Türk askerinden, TSK’dan ve Türk devletinden özür dilemeye çağırdı, özür dilenmezse yasal girişimler başlatacaklarını söyledi. Tepkiniz?
• Derya: Sayın Ömer Faruk Öz böyle bir açıklama yaptığına göre ortada üç ihtimal vardır. Bir, ne söylediğimi hiçbir şekilde dinlememiş ve Zorlu Bey’in provokasyonu ile başlayan çarpıtma haberleri doğru kabul ederek konuşmuştur. İkincisi, ne söylediğimi dinlemiş ve anlamamıştır.
Üçüncüsü ise ne söylediğimi dinlemiş, anlamış ama buna rağmen bilinçli bir şekilde beni hedef göstermek için böyle bir açıklama yapmıştır. Benim özür dilememi gerektirecek hiçbir durum söz konusu değildir. Kendisinin açıklamasını okuduğum zaman “Ne münasebet?” dedim. Barış, empati, dostluk çağrısı yapan, birbirimizin acılarını görmeye ve savaşın yarattığı derin yaralarla yüzleşmeye davet eden bir milletvekilinin bir başka devletin milletvekili tarafından “özür dilemeye” çağrılması nerede görülmüştür? Üstelik de bunu tepeden bakan bir üslupla, “yasal işlem başlatacağım” tehdidi ile yapmış olması haddini aşan bir tavırdır. Sayın Öz’ün, tehditkâr ve azarlayıcı açıklaması sadece bana değil, KKTC meclisine, meclisin kürsüsüne ama en çok da Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanların iradesine ve onuruna karşı bir saygısızlıktır. Bu saygısızlığı yaptığı için esas özür dilemesi gereken Sayın Ömer Faruk Öz’ün kendisidir.
“Uzlaşıcı bir tutumla diyalog kurmamız önemli”
• Soru: Türkiye’den, adanın her iki tarafından sizi destekleyenler, size karşı yapılan Saldırıları kınayanlar, bu konuda eylem yapanlar da var. Onlara ne söylemek istersiniz?
• Derya: Bu süreç içerisinde dayanışma gösteren ve destek beyan eden tüm kişi ve kurumlara müteşekkirim. Bu olay toplumumuzun demokrasiye, adalete ve barışa dair hassasiyetinin bir kez daha ortaya çıkmasına ve dile gelmesine vesile oldu. Benim için bundan sonraki süreçte önemli olan şey, toplumumuz içinde yaşayan farklı kesimler arasında gerilim yaratmayan, şiddet ve çatışmayı körüklemeyecek ve meseleleri sağduyulu bir şekilde ele alacak tavırların devam etmesidir. Toplumsal huzur, birbirimizi reddeden değil, anlamaya yönelik tutumlar ile sağlanır. Kıbrıslı Rum toplumu ile barışçıl bir uzlaşı yakalamak kadar, birbirimizle de çatışmacı değil, uzlaşıcı bir tutumla diyalog kurmamız önemlidir. Tarihsel gerçeklerle yüzleşmek, geçmişte yaşanan acıların bir daha yaşanmaması için çaba göstermek hepimizin sorumluluğudur. Doğum yeri, etnik kökeni, dili, dini fark etmeksizin, bu ülke hepimizindir. Ve son günlerde Kıbrıslı Rum toplumundan da savaşın acılarına bakmaya davet eden özeleştirel açıklamalar gelmesi umut verici ve sevindiricidir. Bu sürecin kıymetini bilmeli ve yürütülen tartışmaları sağlıklı bir zeminde ele alarak geleceğimizi hep birlikte kurma iradesi göstermeliyiz.
“Bu adayı yurt bilen herkesin Kıbrıslı olduğunu düşünüyorum”
• Soru: Federal Kıbrıs İnisiyatifi kuruldu, siz de orada aktifsiniz. Ortak yurt duygusuna sık sık vurgu yapıyorsunuz, inisiyatifin mevcut ortamda etkili olma şansını nasıl görüyorsunuz?
• Derya: Ortak yurt duygusunun geliştirilmesi, geleceğimizi birlikte tahayyül etmenin yolunun açılması önemlidir. Bugüne kadar hem müzakere süreci, hem de birbirimizi algılayışımız etnik, dinsel ve dilsel farklılıklarımız üzerinden oldu. Oysa bizi birleştiren şeyler de vardır.
Ortak noktalarımıza yoğunlaşarak ortak yurt, ortak gelecek tahayyül edebiliriz. Aynı coğrafyada yaşıyoruz. Kıbrıs’ı yurt bilen insanların, Türkiyeli, Maronit, Ermeni ayrımı bir duygu ve düşünce üzerinden tanımlanması gerekir.
“Ne kahramanım, ne mağdurum”
Ben inisiyatifin başarılı olacağına inanıyorum. Kıbrıslı Rumlar’ın bizim 2003 öncesi yaşadığımız atmosferi yaşadığını düşünüyorum. Annan Planı sürecine gelirken barışın ne kadar elzem olduğunu, hem ekonomik, hem sosyal, hem de siyasi anlamda derinden hissetmeye başlamıştık. O dönemde sunulan çözüm planına da sıkı sıkı sarılmıştık. Şimdi Kıbrıslı Rumlar da hem yaşadıkları ekonomik kriz, hem de Annan Planı’na “hayır” demiş olmanın getirdiği siyasi ve ekonomik sonuçları görmüş oldukları için adanın birleşmesi yönünde ciddi bir istenç görüyorum, hareketlenme var. Biz Kıbrıslı Türkler olarak Rumların “ohi”sinden sonra sanki küstük veya eskisi kadar oraya bakmıyoruz, iç politika sıkıntılarına odaklanmış durumdayız. Ama özellikle 14 Aralık’ta Federal Kıbrıs İnisiyatifi kendini ilan ederken, Kuzey’den bir sürü insanın “böyle birşey lazım” dediğini gördüm ve hareketlenmenin oluşacağına inanıyorum. Bence Şubat gibi müzakere süreci yeniden başlayacak, akabinde cumhurbaşkanlığı seçimi de tamamlandıktan sonra müzakere süreci hızlanacak ve 2016’ya kadar Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunacak. Bu konuda umutluyum. Her ne kadar müzakere masası çökmüş gibi göründüğü için karamsar olsak da, Annan planı döneminde de böyle olmuştu, barış momentinin yeniden yakalanmasının bir an meselesi olduğunu ve tekrardan bir mobilizasyonun başlayacağını düşünüyorum. Bence bundan ürken çevreler de bunun farkında oldukları için zaman zaman saldırganlaşacaklar. Sağduyuyu hiçbir şekilde kaybetmememiz lazım, çatışmacı dile öyle bir dille karşılık vermememiz lazım. Bizi bölmeye, ötekileştirmeye çalışan insanlara karşı sevgiyle, olgunlukla cevap vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Ben bana yöneltilen hakaretleri o yüzden hukuk yoluyla çözümlemek gerektiğini düşünüyorum. Ben ne kahramanım, ne mağdurum. Ben sadece bu ülkenin hakikatlerini dile getirme cesareti gösteren bir insanım ve sözlerimin de sonuna kadar arkasındayım. Bu sadece benimleilgili bir mesele değil. Bu, bu ülkenin tarihiyle yüzleşebilmenin yolunu açabilmektir. Bu ülke hepimize yeter. Bu ülkede yaşayan Anadolu kökenlilerin de, Kıbrıslı Rumların da, Maronitlerin de, Ermenilerin de hepsine ülkede yer vardır, yeter ki biz bu evi birbirimizi dışlamadan, ötekileştirmeden paylaşabilmeyi becerelim.
“Hakikat komisyonları kurulmalı”
• Soru: Bu adada bu acıları yaşamış insanlara ne söylemek istersiniz?
• Derya: Acıları yaşayan insanların barışı en çok isteyenler olduğunu düşünüyorum çünkü savaşın travmatik deneyimlerini teninde hisseden, en çok derinden hisseden bu insanlardır. Ailesinde şehitler olan, tecavüze uğrayan, malından, mülkünden, yerinden göç etmek zorunda kalmış insanlardır. Dolayısıyla bu savaşa dair duydukları öfkeyi iyileştirici bir yüzleşmeye ve bunların bir daha olmaması için ses çıkarmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Suskun kalınmaması, yaşanan acılardan dolayı bu savaşın müsebbiplerinin de özür dilemesini talep etmelerinin iyileşme süreçlerine hizmet edecek şekilde ortaya çıkması, Federal Kıbrıs’ın kurulması için adım adım hakikat komisyonlarının kurulmasını konuşmalıyız.