Bu utanç sizin!

Cenk Mutluyakalı

Bir tiyatro oyunu üzerinden “güç” ve “otorite” gösterisi yapıyor, buradaki yönetim…
İzin alacaklar” diyorlar!
Niçin?
Tiyatro oynamak için!

Gericilik değil sadece zavallılık hali…

Neyi ispatlıyorsunuz böylece?
Kuzeyde bir otorite olduğunu mu?
O otoriteyi gördük, kurultayda, seçimde, el pençe durulan onca talimat karşısında, ihalesiz talanlarda, utandıran yalanlarda…

***
Kıbrıs’ın güneyinden bir tiyatro oyununa karşı sergilenen bu tavır, ayrıştırma ve nefret siyasetidir aynı zamanda…
Üstelik, başrolde oynayan sanatçı birkaç hafta önce Türkiye’de “Barış Ödülü” almış…

Siyasi Şube” üzerinden baskı kuruyorlar, Antilogos Tiyatrosu’nun Girne’de sahnelenecek “Annesi” oyununa…
Oyunun duyuruları yapılmış, afişleri paylaşılmış, iptal ediliyor son dakika…
Ne büyük bir utanç

***
Güneyde defalarca perde açtı, kuzeyden giden tiyatrolar…
Böyle bir ayıp yaşanmadı.
Bu utanç sizindir, bu ülkeyi yönettiğini zanneden, irade yoksunu, gerici, dünyadan uzak yönetimin…
Kıbrıslı Türklerin değil

Tiyatro yasaklayan baskıcı, yobaz, faşist bir yönetim olarak tarihe geçeceksiniz!
Diplomalarınız değil kalpleriniz sahte…
Daha ne kadar utandıracaksınız hepimizi?


***
Casinoya gelenlere de “izin” mi istiyorsunuz sahi?
Yalnızca ilkesiz değil riyakarsınız da…

***
Oyun iptal edilmeseydi ne yapacaklardı, merak ediyorum.
Tiyatrocuları mı tutuklayacaklardı acaba?
Çevik kuvvet sahneye çıkacak, oyuna el mi koyacaktı?


***
Antilogos Tiyatrosu’nun 1974’te yaşanmış gerçek hikayelerden oluşan Annesi isimli oyununu Lefkoşa’nın güneyinde izlemiştim.

İki oğlunu bir yıl arayla toprağa veren bir annenin acısını anlatıyor. Biri Temmuz 1973’te EOKA B’ci faşistler tarafından öldürülmüştü, diğeri 20 Temmuz 1974 savaşında…

Şimdi bir de siz öldürdünüz, insanlığı…

***
1933’lerin faşist Almanya’sından hatırlanan bir zihniyet var. Hitler’in “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” ve aynı zamanda Devlet Kültür Odası” başkanı Joseph Goebbels’le tarihe kazındı bu zihniyet. “Kültür lafını duyunca, silahımın emniyetini açarım” diyen faşist…

O zihniyet yaşıyormuş hâlâ…


 

Öğrencilerle 3 saat

Çevreyi ve gazeteciliği konuştuk, çocuklarla… Türk Maarif Koleji salonunda, “Yeşil Okullar, Doğanın Savunucuları” projesinde buluştuk.
GİKAD’a, Turkcell’e, Final Üniversitesine ve Eğitim Bakanlığı’na teşekkürler…

 

Doğru ve objektif habercilik nedir” sorusu düşmüştü panelde payıma… Çevreyi de kapsayarak anlatmaya çalıştım.

Bir gazeteci için hakikati nasıl ve nereden okuduğudur mesele… O hakikatın yanına insan haklarını, demokrasiyi, haysiyeti de koyarak...

Nergis satan bir çocuğun görüntüsüyle “koruma altındaki bir bitkinin doğal ortamından kopartılarak ticari bir meta haline getirilmesini” gündeme getirebilirsiniz.
Doğrudur!
Ama “tek bir doğru” yok.
O çocuğun “yoksulluğu” ne olacak?

***
Biz öğrenciyken okulların sınırlarını ağaçlar çizerdi.
Şimdi duvarlar!
Yükseldikçe yükseliyor o duvarlar…
Bu ülke neden daha güvensiz” diye sorgulamazsak gazeteciliğimiz hangi amaca hizmet edecek?

***
Deniz suyunun temiz ya da kirli olmasını konuşurken, kıyıların talanını ve plajların herkesin olduğuna da bakmak gerekiyor.
Bunu anlattım örneğin!
İstedim ki bu yaz plaja giderken kapıda bilet kesen görevliye denizler halkındır” diyebilsin çocuklar…

***
Panelin paydaşlarından biri de Eğitim Bakanlığı’ydı…
Ne güzel…
Ama aynı Eğitim Bakanlığı, öğrencilerin ve öğretmenlerin, Avrupa değişim programı “Imagine”a katılmasını yasakladı!
Çocuklar için çevreyi tanımak, modern ülkelerdeki uygulamaları görmek, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı anlamak için bundan iyi bir imkan mı olurdu?

***
Size gösterilmek istenenler dışında da bir gerçeklik var” diye anlattım öğrencilere…

Yeni nesil bunun farkında aslında…
Dünya avuçlarında şimdi…
Umarım, ada yarısında hepimize dayatılan dünyasızlığı yıkarlar; çok daha fazla okuyarak, öğrenerek, sorgulayarak…
Bir başka ülke yaratırlar, bir başka gelecek, onca kirin ve köhneliğin üzerine…


 

Yine ‘kelepçe’ meselesi !

Reçete yolsuzluğunda gündeme gelmişti, kelepçe meselesi… Unutuldu…
O dönem eski bir başbakanı, pek çok doktoru, eczacıyı kelepçeyle mahkemeye çıkarmışlardı. Bu kez profesörleri, müsteşarları, müdürleri…

Doktor da olsa fark etmez işçi de!
Öğrenci de olsa aynı profesör de!
Mesele kişiler, unvanlar da değil…
Bir şiddet tehdidi ya da kaçma riski ayrıca polise direnç endişesi yoksa yargı aşamasında "kelepçe" takmak insan hakları ile bağdaşmaz.

Eğer saldırgan değilse bir kişi... Katillik yapmamışsa… Kelepçe takmak… O kelepçenin üzerinde palto ya da şalla mahkemeye çıkarmak…
Daha önce de yazdım.
İnsanları yargılayalım ama aşağılamayalım!

Suçlu kimse cezasını çekecek zaten…
Yargı kararını verecek.