Bayram tatilini fırsat sayıp Budapeşte’de dört gün geçirdik.
Şu ana kadar ziyaret ettiğim yerlerde, iki cansız binayı bir insan gibi sevdim ve sevip okşadım. Birisi Sidney Opera binası, diğeri Budapeşte Parlamentosu binası.
1988 yılında gördüğüm Sidney’e bir kez daha gitmem imkansız ama Budapeşte’ye ikinci gidişim ve yine de gitme olanağım olabilir.
Birinci ve ikinci buluşmamızın ardından 14 yıl geçmiş. Ben, Kıbrıs, Macaristan değişti ama o güzel Meclis binası aynen Tuna’nın kenarında, tüm ihtişamı ve sanat harikası olarak yerinde duruyor.
***
İlk gidişimde Buda kesiminde kalmıştım. Burası daha yeşil, tepeler, parklar, orman içinde ve zenginlerin yaşadığı yerdir. Her gidişimde, iç konuşma yaptığım Matthias kilisesine uğramam şart. 1015’te yapılan bu Roman Katolik Kilisesi, 1242, 1458 ve son olarak 18. yüzyılda yeniden inşa ve restore edilerek önce Barok sonra Neo-Gotik mimariye dönüştürüldü. Burada org konserleri verilir ama biz Peşte’de St. Stephen’s Bazilika’sında org konserini yakalayabildik. Avrupa’da kilise, bazilika ve şapellere bayılıyorum. Mimari ve iç dekorasyonu zenginliği, müzik ve org tınıları, insanların o yerleri koruma bilinci beni heyecanlandırıyor.
***
Nasıl ki insan, uzun süre görmediği birisi ile karşılaşınca nelerin değiştiğini not ederse, ben de iki farklı zamandaki Budapeşte’yi karşılaştırmaya başladım.
***
Macaristan Kıbrıs ve diğer ülkelerle (toplam 10) 1 Mayıs 2004’te AB üyesi oldu.
Bence ilk farkedilen, AB’nin getirdiği değişiklikti. 1997 yılında hüküm süren karmaşa, turist kandırma, pislik, dağınıklık gitmiş, trafiği, düzeni, çevresi ile daha modern bir şehir olmuş Budapeşte.
Tuna Nehri’nin pırıl pırıl hale getirilmesi bence harika bir değişiklik olmuş. İlk gidişimde, kapkara, kirli bir nehirdi Tuna. Bu sefer mavileşmiş, berraklaşmış, kenarındaki bütün derme çatma yapılar kaldırılmış, tertemiz beyaz kayalar ve duvarlarla korunmuş. AB’nin Tuna’nın temizlenmesi projesini okumuştum. Ama gözle görmek başka bir şey. Bravo diyorum.
Tabii, Budapeşte’de turist mevsimi ekim sonu biter. Bu nedenle Tuna Nehri’ndeki turlar hep iptal edilmişti. Ama şehrin iki yakasında kilometrelerce yürümek, Tuna’da gezinmekle eşdeğer olabiliyor.
***
1997’de, Kıbrıslı Türk ve Rum gençlerini “Conflict Resolution” çalışmaları için oraya götürmüş ve Buda kesiminde, eskiden komünist bürokrasisinden kişilerin kaldığı ve sonradan “Avrupa Gençlik Merkezi” haline gelen binada kalmıştık. Hiç unutmam, gece yattığım zaman, o odada hangi komünistin yattığını merak edip dururdum.
Ben, bir amaç için gittiğim yerleri doğru dürüst göremem. Budapeşte için de aynı ilke devam etti. Mehmet Kansu ve ben Kıbrıslı Türk eğitimcilerdik. Rum eğitimciler ve Amerikalı profesörler, bir ekip kurmuştuk. Biz gençleri yakınlaştırmaya çalışıyor ve work-shop programları, sonrası değerlendirmelerini yapıyorduk. Gezecek zamanımız pek yoktu.
Yalnız ben “Çigan müziği çalan bir yere gidelim” diye tutturmuştum. Olmadı, uyduramadık, benden başka da istekli yoktu sanki.
Bir kez de Peşte tarafına geçmiştik. Dövizini sokakta bozduran Lefteris’i kandırmışlar ve gezimiz zehir olmuştu.
Bu sefer de bankalar ve dövizciler arasında büyük fark vardı. Bankalar 1 Euro’ya 240 florin verirken döviz büroları 300-308 arasında oynuyordu. Ama üç kağıt yoktu!
***
Bu gidişte, Çardaş (Çigan) müziğini garantiye aldım. Piyano ve kemanla çalınan ve lisede öğrendiğim ve müsamerelerde Türkçe sözle okuduğum şarkıyı duyunca dayanamayıp eşlik ettim. Müzisyenler, bu şarkıyı, Kıbrıs’ta bir okulda öğrendiğime inanamadılar! Ne bilsinler, hocamın Jale Derviş olduğunu?
***
İyi bir Gulaş yemeği veya çorbası içmeyi de garantiye aldım. Bu gibi “etnik yemekler”in gerçek tadını, iyi lokantalarda alabilirsiniz. Hele etli olursa... Parlamento’nun yanında “Sofihotel”’in altındaki Paris lokantasında harika bir Macar menüsü yedik. Çigan müziği yoktu ama canlı caz müziği vardı...
***
Budapeşte’yi gezerken, resmi tarihlerin ne kadar güvenilmez olduğunu bir daha gördüm. Bizde, Türkiye’de nasıl ki zamana ve siyasete göre meydan, sokak vs. isimleri değiştirilmeşse Budapeşte’de de bu yapılmış.
Her türlü tarihi çok iyi bilen ve anlatan mihmandarımız Bekir Azgın, Budapeşte’yi elindeki 1983 baskısı kitaptan takip ederken isimlerin değiştiğini farketti. Yeni bir harita aldık. Marx meydanı List meydanı olmuş. Havaalanı da Franz List. Ekim meydanı kalmış ama öteki komünist siyasilerin isimleri hep kaldırılmış… (List isminin çoğalması beni çok mutlu etti)
Franz List’in bu yıl 200. doğum yılıydı. Maalesef bütün konserler bitmiş. Tek kalan da 22 Kasım’da olacak. Kaçırdık.
Ama List’in Macar Rapsodileri CD sini yeniden aldım...
***
Budapeşte’den ayrılırken, yine Parlamento binası aklımda kaldı. Ruhuma ise Avusturya Macaristan kraliçesi Elizabeth (Sisi) yerleşti.
19.yüzyılda yaşamış bu kraliçe, değişen rejimler ve dünyaya karşın Macar halkının gönlünden düşmemiş. Köprüsü, caddesi, müzesi ile. Kocası imparatorun adı hiç bir yerde yok gibi.
Zamanının Avrupa’da en güzel kadını.. Asi, dikbaşlı, saraya karşı isyankar, halkçı ve mutsuz bir kraliçe. Çocuklarını kaybetmiş, 172 cm boya rağmen 50 kg ağırlığında kalabilmek için günde 1 elma, süt ile yaşadığı söylenir. Spor yapan, ata binen, Macar halkına daima destek çıkan, pek çok filim, TV dizisi, şiir ve operaya konu olan “anorexia nervosa” olduğu söylenen ve bir suikast sonucu kocası imparator Francis Joseph ile birlikte öldürülen ve 1.dünya savaşı çıkmasına neden olan bir kişisel tarih... İzlediğim tablolardaki güzelliği yanı sıra mutsuzluk görüntüsünü hiç unutmayacağım. Şatosundaki dükkandan aldığım Elizabeth (Sisi) resimli anahtarlığı da hep saklayacağım…