TOPLU TAŞIMANIN BAŞKENTİ
Geçtiğimiz hafta ucuza bulduğum bir bilet sayesinde Budapeşte’ye kısa bir tatil yapma fırsatım oldu. Limasol’daki bir arkadaşımın teklifi üzerine Cuma gününden yolculuğa Limasol’dan başladım, Cumartesi günü Bafa, ardından da Baf Havalimanından Budapeşte’ye gittim.
Limasol’u aslında burada pek çok kez anlatmıştım. Normalde çok tatsız bloklarla dolu bir şehir olması gereken Leymosun, denizin yanında yaptığı yürüyüş yolu ve marinası ile ülkenin en yaşanılası şehri haline gelmişti. Zaten gemi yoluyla yapılan ithalat ve ihracatın bu bölgede olması da şehri geliştirmiş ve metropolütan bir hale getirmişti.
Bu kısacık tatilde beni en çok etkileyen konulardan birisi de Kıbrıslı Rumların Baf bölgesini geliştirmek için gösterdikleri çaba oldu. Gerek Havalimanından uçuşların maliyetini vergi indirimiyle azaltmak yoluyla, gerek kentsel tasarım öğeleriyle, gerek temizliğiyle ve gerek se de düzeniyle bu şehir çok daha çekici hale gelmişti.
Dahası bizim yıllar boyunca Lefkoşa-Girne yolunda yapamadığımızı yaparak dağın içerisinden geçen tünel ile bu yolu ciddi anlamda kısaltmışlardı.
Baf’da geçirdiğim bir günün ardından Budapeşte’ye indim. İlginç bir şekilde ilk defa Uber kullanma ihtiyacı duymadım.
Öncelikle Budapeşte büyük bir şehir olduğu için metrosu vardı. Hayır korkmayın, ölçeğimizin farkındayım ve Lefkoşa’ya metro önermeyeceğim. Budapeşte örneğinden çıkartmamız gereken ders ülkemizde metro olması gerektiği değil.
Sanıyorum eğer bizler Budapeşte’yi yönetiyor olsaydık, geçmişten kalma bir metro sistemini tutar, toplu taşıma misyonumuzu gerçekleştirdiğimizi varsayarak üzerine başka hiçbir şey eklemezdik.
Fakat Budapeşte’yi gerçekte yönetenler başarılı bir toplu taşıma sisteminin tek bir dokunuş değil, sürekli birbirini destekleyen ve alternatif yaratan seçenekler yaratmak olduğunun farkındaydı.
Toplu taşıma sadece metro değildi bu şehirde. Metronun yanında bir de tramvay sistemi de çalışıyordu. Ve iki tip tramvay hattı vardı: Nehrin bir yanında modern ve kapasitesi yüksek bir tramvay, nehrin diğer yanında ise nostaljik tramvay.
Nehir boyunca ilerleyen bu iki tramvay sistemi şehrin büyük bir kısmını kapsıyordu.
Tabii toplu taşıma bununla da bitmemişti. Nehirden uzaklaşıp içe doğru geldikçe, nehre paralel elektrikli otobüs hatları vardı. Normal tramvay sistemiyle eşdeğer çalışan bu otobüsler sadece raylı sistem üzerinde ilerlemek yerine, kendilerine ayrılmış güzergahları kullanıyordu.
Buna ek olarak otobüs sistemleri de geriye kalan tüm eksikleri tamamlıyor ve şehri bütünlüklü bir toplu taşıma sistemiyle donatan son halkayı oluşturuyordu.
Dahası bu toplu taşıma sistemine alternatif olarak bisiklet yolları şehrin hemen hemen her yerinde mevcuttu. Ve gerçekten çalışıyor, güvenlikli bir bisiklet yolları ağı oluşturuyordu. Özellikle turistlerin gideceği noktalar da bisiklet istasyonlarıyla donatılmıştı.
Şehirde kaldığım 4 gün boyunca her yerini gezmeye çalıştım. Ve bu kısa süre içerisinde hiç taksi kullanma ihtiyacı hissetmedim. Her noktada gidebileceğiniz yerler hakkında bilgi veren panolar, bileti nasıl alabileceğiniz ve nasıl bir prosedür izleyeceğiniz yazıyordu. Çok modern bir bilgilendirme sistemi yoktu fakat en azından bir sonraki otobüs, tramvay veya metronun ne zaman geleceğini belliydi. Ve bu da yeterliydi.
Özellikle bisiklet yollarını kullanmak çok zevkliydi. Havanın soğuk olmasına rağmen bütün şehri bisikletle gezdim diyebilirim. Gezdiğim pek çok yerde de bisikletimi istasyona park ederek anılar biriktirdim.
Sonuç olarak Budapeşte’de geçirdiğim 4 gün benim için taksi kullanmadan, toplu taşımanın tadını çıkararak ve şehrin pek çok bölgesini tanıyarak geçirdiğim bir zaman oldu. Önceden ziyaret ettiğim pek çok şehirle karşılaştırdığımda kendimce Budapeşte’yi Toplu Taşımanın Başkenti olarak ilan ettim diyebilirim.
Doğrudur, Budapeşte bir şehir olarak bizim ölçeğimizde değildir. Ama bu şehrin ekonomisi, aynen bizim gibi turizme ciddi oranda bağlı durumdadır. Ve bizim aksimize Budapeşte, turizmin bel kemiğinin toplu taşıma olduğunun öneminin farkındadır.
O yüzden Budapeşte örneğinden sonra insan kendini, ülkesiyle ilgili hayal ederken buluyor. Bu hayal ise aklımda şöyle kurgulanıyor.
- Lokmacı Kapısından başlayan bir Nostaljik tramvay Dereboyu Caddesinden geçiyor ve şehrin çeperindeki iki üniversiteye bağlanıyor.
- Minibüs ve otobüs sistemleri dakik ve sürekli olarak çalışarak Lefkoşa, Mağusa, Girne, Lefke ve Dipkarpaz’ı başkente bağlanıyor.
- Şehir içinde modern minibüsler 7/24 çalışıyor ve üzerlerindeki GPS sistemi ile kullanıcıların akıllı telefonlarına anında bilgi veriyor.
- Bisikletler ise yolda ayrı bir şeritle bisikletlileri şehrin her yerine ulaştırıyor.
Aslında bunların hiçbiri hayal değil. Yeter ki kamu kaynaklarını siyasi hırslar için dağıtmak yerine kamuyu geliştirecek projeleri uygulamak için kullanma kararı verelim.
Yeter ki istek gösterelim, irade gösterelim ve vizyonu ortaya koyup ilerleyelim.