Simge Çerkezoğlu
Buffer Fringe Performans Sanatları Festivali 25 Ekim Cuma akşamı başlıyor. Bu yıl ‘ara bölgeyi tanımlamak’ sloganı ile hayat bulacak festivalde pek çok yaratıcı, ilgi çekici sanatsal performanslar bizleri bekliyor. Festival sayesinde Kıbrıslı genç sanatçılar Dimitris Chimonas ve Nihal Soğancı’yı yakından tanıma şansına sahip olurken, performansları hakkında bilgi aldım. Gençlerin yaratıcı fikirleri benim için etkileyiciydi.
Chimonas; “Performanslarımla hiç yoktan anlar yaratıyorum”
Öncelikle genç sanatçı Dimitris’i biraz daha yakından tanımak istiyorum.
“Kıbrıs’ta Larnaka’da doğdum. Annem, babam Mağusa’dan Larnaka’ya yerleşti. Şu anda Limasol’da yaşıyorum, yirmi altı yaşındayım, Londra’da tiyatro eğitimi aldım. Bu eğitimi alırken sahneye çıkmaktan öte oyunlara yönetmenlik yapmayı, kendi özel projelerimi geliştirmeyi düşündüm. Mezun olduktan sonra da daha çok galerilerde, müzelerde performanslar sergiledim, projeler hayata geçirdim. Tiyatro sahnesini farklı mecralara taşımayı tercih ettim. Tiyatroyu daha çok düşüncelerimi aktarmakta araç olarak kullandım. Daha çok jestlerle düşüncelerimi ortaya koymaya çalıştım. İlk performansım doğum günü ismindeydi. Üç gün sekizer saatten yirmi dört saat sürmüştü. Önüme bir pasta ve üç bin mum koyup, kendime doğum günü şarkısı söyleyerek, mumları üfleyip, dilekte bulundum. Üç günün sonunda pasta mum dağına dönüştü. Bu çok basit bir performanstı ama günlük hayatı, her günümüzü, hayatı algılama biçimimizi, basmakalıp geleneklerimizi eleştirdim. Yaşadığımız hayatı tiyatroya benzettim. Bunun gibi pek çok performans yaptım. Performanslarımla hiç yoktan anlar yaratıyorum. Hayattaki anları tiyatroya dönüştürerek insanlara farklı bakış açıları yaratmaya çalıştım. Tiyatro benim için her zaman insanlarla buluşma anlamına geldi. Bu yüzden de kendime bunu meslek olarak seçtim ama benim arzu ettiğim tiyatro bildiğimiz sahne, karşıda oturan insanlar, oynayan oyuncular olmadı. Daha yaratıcı performanslar oldu. Tiyatro benim için bir sahneden ötede yaratmak ve ortadan kaybolmak anlamına geldi. Kıbrıs’ta da bu şekilde pek çok performans sergiledim, deneysel performanslar anlamında çok ilgi gördü.”
“Performansımda söylemek istediklerimden öte, ne hissettireceğim önemli”
Buffer Fringe Performans Sanatları Festivali çerçevesinde önümüzdeki günlerde izleyicilerin karşısına çıkmaya hazırlanan Dimitris’ten yeni projesi hakkında da bilgi edinmeye çalışıyorum.
“Çok zor bir soru bu benim için… Aslında performanslarım biraz da o ana, izleyicilerime, onların bana ne katacağına bağlı. Zihnimde önceden bir şeyleri biçimlendirsem de son şeklini doğal akış içinde veriyorum. İzleyicilerle hiçlikten hissettiklerimiz doğrultusunda bir şeyler yaratacağım. Buffer Fringe hayali bir ilişki içinde bir şeyleri keşfetmek gibi, hiçlikten bir potansiyel yaratmayı hedefliyorum. Bana göre hiçlik hem hiçbir şeydir hem de her şeydir. Bunu tiyatro ile incelemek, anlamak, büyütmek, anlamlandırmak istiyorum. Performansım 25 Ekim’de 1984 Bar’da olacak. Bir saat sürecek. Üç bölümden oluşacak. Birbiri ile bağlantılı bölümler olacak. İlk bölüm üç çocukla yapılan diyaloglardan oluşacak. Miranda ve onun hayali arkadaşları ile olacak. Bu performansımda benimle birlikte pek çok kişi de sahne alacak. Bildiğimiz tiyatroda bir metin vardır onu izlemeye, işitmeye odaklanırız, ben de ilk bölümde hareket olmayacak şekilde, elimizdeki bir senaryoyu okumaya odaklanmayı hedefliyorum. İkinci bölümde ise sadece sesle performansı sürdürmeyi, üçüncü bölümde ise ne ses ne de hareket kullanmamayı düşünüyorum. Size verebileceğim kopya ancak bu kadar olabilir. Nasıl olacak tüm bunlar diyenlerin de anlamak için gelip izlemesi gerekiyor. Bu performansımın biraz benzerini iki yıl önce de yapmıştım, Buffer Fringe için de yeniden üzerinde çalışıp sahnelemeye karar verdim. Bu performans ile ille de bir şey söylemeye çalışmıyorum, izleyenler bundan kendilerince bir şeyler alacaklarımı ümit ediyorum. Bu benim söylemek istediklerimden öte, izleyenlere ne hissettireceği, hissettirebileceğim önemli.”
“Esas sınırlar zihnimizde, sanatın bu sınırları aşma gücüne inanıyorum”
İki yıl önce Buffer Fringe’de bir grupla sahne alan Dimitris, oradaki performansı ile milliyetçiliği eleştirmişti.
“Benim için Buffer Fringe adanın çok önemli festivallerinden biri. Çok kültürlü, insanları bir araya getiren bir yapısı var. Bu yıl ara bölgenin de kullanıyor olmasını ayrıca önemsiyorum. Bu festival sayesinde adanın kuzeyindeki insanlarla iletişim kurma, yeni sanatçılarla iletişime geçme şansına sahip oluyorum. Limasol’da yaşıyor olmam bu iletişimi daha güç bir hale getiriyor. O nedenle benim için ayrıca bir önemi var. Zaten sanatın çok farklı insanları yaklaştırma gücüne her zaman şahitlik ettim ama bizim için ayrıca bir diyalog yolu. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanları tanıma, anlama, empati yapma imkanı. İnanın sınırlar çevremizden ziyade zihinlerimizde, esas onları aşmak gerekiyor. Ailem Mağusa’dan ayrılmak zorunda olduğu için zaten hayatım boyunca onların nasıl evlerini terk etmek zorunda olduklarını dinledim. Devletin propagandasından bahsetmeye gerek de yok, biliyorsunuz. O nedenle sanatı, sanatın insanları yakınlaştırma, anlaşılır kılma, zihnimizdeki sınırları aşma gücüne çok inanıyorum.”
Nihal Soğancı; “Yerinden edilmişlik duygusu adada çok hakim”
Nihal sanat eğitimi almadı ama aldığı eğitimi sanatla harmanlayarak insanlara ulaştırmayı bence çok iyi başardı. Yaptığı çalışmalar ve sanattan aldığı destekle çok güçlü mesajlar vermeyi başardı.
“Ben sanat eğitimi almadım. Sosyal antropoloğum. Bu alanda Atina’da doktora yapıyorum, üçüncü yılımı tamamladım. Kıbrıs’ta yaşıyorum, Atina’ya zaman zaman gidiyorum. Lisans eğitimimi dil üzerine yaptım. Yüksek lisansımı ise uluslararası politika üzerine tamamladım. Değişik alanlarda çalışmak istedim. Kuzey Kıbrıs ile ilgili etnografik çalışmalarda bulundum. Yerinden edilmişlik konusu benim her zaman çok ilgimi çekti. Adada bu çok hakim bir duygu. Daha çok ev üzerine, evin neresi olduğuna zihnimi yordum. Özellikle 2003 yılından sonra bu fikir aklıma geldi. Bu konuda pek çok hikâye dinledim. Ortak duygu yerinden edilmişlik olsa da herkesin değişik hikâyeleri olduğunu fark ettim. İnsanları araştırmalarıma daha fazla dahil ederek yerinden edilmişlik alanında çalışmaya karar verdim.”
“İnsanlar birbirleri ile kontak kurarak önyargılarından kurtulabilir”
Nihal yaptığı araştırmaları farklı yöntemlerle insanlara ulaştırmaya çalışırken, beş yıl önce yaptığı bir çalışma hayli ilgimi çekiyor. Kırk yıl ayrı yaşayan ve yeniden bir araya gelen ada insanının durumuna dair önemli sonuçlar gün yüzüne çıkıyor.
“Sanata her zaman ilgi duydum ama esas yapmak istediğim antropoloji ile sanatı birleştirmekti. Antropoloji sonuçta insan bilimi. Sosyal antropoloji ise insanların çevreleri ile ilgili olan ilişkilerini anlatan bir alan. Bunları incelemek sadece yazıya dökmekten öte farklı biçimlerde de yapılmalı diye düşünürken ilk başta fotoğraflar üzerinde çalışmaya başladım. Araştırma yaparken çektiğim fotoğraflara farklı biçimler vererek kullanmaya başladım. Yaptığım araştırmaları da zaman zaman bu şekilde görsel olarak ifade ettim, daha fazla insana ulaştığımı gördüm. Sizin de bahsettiğiniz, yaklaşık beş yıl önce yaptığım bir çalışma ise esas olarak beni bu günlere taşıdı diyebilirim. Kırk yıl ayrı yaşadıktan sonra yeniden bir araya gelen Kıbrıslılar üzerine bir araştırma yapmıştım. Elli Kıbrıslı Türk, elli de Kıbrıslı Rum ile görüşmüştüm. Gordon Allport’un öne sürdüğü ‘Temas, Kontak hipotezi’ üzerine kurduğum bir çalışmaydı. Bu hipotez özünde insanların birbirleri ile kontak kurarak ön yargılarından daha kolay kurtulabileceğini anlatır. Eğer iki grup eşit statüde, ortak hedeflere sahipse, aralarında işbirliği varsa, gruplar arası işbirliği otorite tarafından (gelenek, kanun vb.) destek görüyorsa, grup üyeleri birbiriyle kişisel, gayri resmi ilişkiler kuruyorsa temasın önyargıyı azaltmada etkin rolü olduğunu vurgular. Tabii başarı için belli şartların oluşması gerekir. Ben de tüm şartları teker teker Kıbrıs için inceledim. Sonuçta ortaya şöyle bir veri çıktı. Geçişler başladı ama kişisel iletişim, tanışıklık konusunda yeterince başarı sağlanamadı. Sosyal, politik eşitsizlikler ve farklılıklar bunun en önemli engeli olarak karşıma çıktı… Bunun yanında 1974’ten sonra adaya gelen Türkiyeli insanların da sınırı geçemiyor oluşunun dışlanmışlığa sebep olduğunu tespit ettim. Böylece sosyal antropolojiye, yerinden edilmişliğe ve ev arayışına yöneldim.”
“Ara bölge farklı gerçeklerin bir arada kendini gösterebileceği bir mekân”
Buffer Fringe Festivali için yapacağı çalışma da aslında tam anlamı ile yerinden edilmişliği, evin neresi olabileceğinin arayışına bizleri sürüklüyor.
“Sosyal antropolojide Homi Bhabha Üçüncü mekan teorisi diye bir teori var. Bu arada kalmışlığa dair fikirler üretir. Buffer Fringe’nin de ara bölge fikrini okuduğum zaman yaptığım çalışmalara çok uyumlu olduğunu fark ettim. Farklı potansiyelleri olan, farklı gerçeklerin bir arada kendini gösterebileceği, bilinç altı ile bilinç üstünün birleşip kendini bugünde anlatan bir mekan olabileceğini düşündüm… Ara bölgenin farklı insanların bir araya gelmesi ile kimlik çatışması yaşanmasından öte bundan daha fazlası olabileceğini düşündüm. Böylece bir garaj projesi yarattım. Bu projede bir garajımız olacak, burada insanların kullanmadıkları ama atamadıkları, kendileri için duygusal anlamda değeri olan eşyaları, objeleri toplayacağız. Bu eşyaları toplamaya zaten araştırma yaparken başlamıştım. Her eşyanın da elbette bir hikâyesi var. Garajda bu eşyalar ve hikâyeleri sergilenecek. Arzu edenler de festivale gelirken, katılımcı olabilir. Kendi eşyalarını da getirebilirler. Ben de orada bulunacağım amacım ara bölgeyi daha farklı algılamak, insanların da toplama sürecindeki duygularını algılamak. Dünyanın farklı yerlerinden, kuzeyden, güneyden eşyalar var. Anlatmak istediğim aslında ara bölgenin hayatımızda olan ama çok da kullanmadığımız bir mekan oluşudur.”