BUGÜN ÖLDÜM BEN…

Onur Olguner

Daha henüz bir buçuk yaşına varmamış bir sokak köpeğiyim ben. İsmim yok, kimse bana isim koymadı bu hayatta. Sokaklarda yaşarım.

Ben daha 3 aylıkken annem bir araba tarafından ezilmiş. O günü dün gibi hatırlarım. Günlerce yolun kenarında ezilmiş bedenine bakarak ağlamıştım. Birkaç kez ben de ezilme tehlikesi geçirmiştim tabii. Her fırsatta yanına gitmeye çalışıyor, burnumla ağlayarak itekleyerek uyandırmaya çalışıyordum annemin bedenini. Uyanmıyordu tabii annem ve beni daha çaresiz bir ağlama sarıyordu.

Sonra ekipler geldi, annemin bedenini alıp götürdüler. Takip etmeye çalıştım ama yetişemedim. Arabanın arkasından ağlamıştım yine, ama bu sefer göz yaşlarım sadece anneme değil, yalnızlıktan hissettiğim korkuyaydı aynı zamanda.

Açtım genelde ama yemek buluyordum sokaklarda. Aslında yemeğe karşı olan açlığım, sevgiye olan açlığımın yanında hiçbir şeydi. Annemi 3 ay sonra kaybetmiştim ve dibinde huzurla uyuyabileceğim hiç sahibim olmamıştı.

Bazen sokakta hayvan sever insanlar severdi beni. Adeta delirirdim sevgiden. Kuyruğumu sallamam o kadar hızlanırdı ki bütün bedenim de kuyruğumla birlikte dönerdi. Bu sevme bittiğinde yalnızlığıma ve üzüntüme dönerdim hep. Çoğunlukla sevmeden önce olduğumdan daha da hüzünlü olurdum.

Bir de sevilmek için yaklaştığım insanların kovalaması çok üzerdi beni. Benim onlara asla saldırmayacağımı bilmezler miydi? Ben onlara zarar vermek için değil kendimi sevdirmek için giderdim. Hoştlanırdım bazen, bazen de taş atarlardı. Korkardım kaçardım.

Aç olduğum bir gece sokakta et bulduğumda çok sevindim. Şanslı günümdü bugün, et bulamazdım çünkü her zaman. Tadı da çok güzeldi. Zevkle yedim.

Sonra anlamadığım şekilde mideme bir ağrı girdi. Acı çekiyordum, ağladım yardım bulmaya çalıştım. Ağzımdan köpükler gelmeye başladığında artık çok da kendimde değildim. Bir sonbahar gecesi gözlerim yavaşça kapandı Lefkoşa sokaklarında.

Bir buçuk yıllık ömrüm güvenli sıcak bir ortamda uyuyamadan geldi geçti.

Ve bugün öldüm ben, bu hayatta sevgiye doyamadan.

BUGÜN ÖLDÜM BEN…

Sokaklarda gördüğünüz binlerce kediden biriyim ben. Diğer pek çok kedinin aksine iyi bir restoranın yanında doğmuş şanslı bir kediyim.

Gündüzleri de geceleri de genelde uyurum. Sadece doğduğum bölgeden dolayı değil, şirin bir görüntüm olmasından dolayı da şanslıyım.

Genelde restorana gelen müşteriler bayılır bana. Kucağına alıp seven de olur, koltuğa oturmama izin veren de olur ve uzaktan mutlu gözlerle izleyen de.

Aç kalmam burada ben. Müşterilerin önüne gidip masum gözlerimle baktım mıydı o iş biter. Kendi yediğinden daha fazlasını benimle paylaşan müşteri çok olmuştur.

Bazen sandalyeye çıkarım mesela, yastıkların üzerinde uyurum. Kalkıp esnedim miydi mutlaka mutlu gözlerle izleyenler olur beni. Restoran sahibi de gıcık kapar ama müşteriler beni çok sevdiğinden pek de bir şey söyleyemez.

Tabii her müşteri sevmez beni. Korkanlar olur, histeriye kapılıp çığlık atanlar olur bazen.

Bir akşam beni şaşırtan bir olay oldu. O bana kızan, beni kışlayan restoran sahibi elinde bir et parçası ile beni çağırıyordu. Tabiatımda sevilmek olduğundan “grrrr” sesleri çıkartarak yanına doğru gittim.

Belli ki o da seviyordu artık beni. Ayağına süründüm, yemek önemli değildi. Kendimi sevdirmeye hazırdım.

Severken aniden ensemden yakaladı beni ve kapkaranlık bir kutunun içine kapattı. Hayatımda bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Kutu karanlıktı ve durduğu yerde hareket ediyordu. Korkuyordum ama elimden de bir şey gelmiyordu. Acıyla miyavladım.

20 dakika sonra hareket durdu. İçinde bulunduğum kutunun kapağı açıldı. Restorancı beni tutarak boş tarlaların ortasına bıraktı. Restorancı eliyle ileriyi gösterdi ve bir şeyler söyleyerek metal kutusuna bindi ve ayrıldı. Beni almayı unutmuştu.

Üşüyordum, açıkçası korkuyordum da. Yastığım yoktu, yiyecek bir şey de yoktu. Dahası köpek kokusu alıyordum ve bu beni inanılmaz derecede tedirgin ediyordu.

İçgüdülerimle restoranın olduğu tarafa doğru ilerledim. Işıkları gördüğümde çok sevinmiştim. Işıklar hızlı hızlı geçiyor ve restoranın olduğunu düşündüğüm tarafa doğru ilerliyorlardı. Sanırım evim bu ışıkların geçtiği yolun karşısında olmalıydı.

Hızlıca karşıya geçmeye çalıştım. Fakat ortada bir beton duvar vardı. Işıklar da hızlı hızlı üzerime geliyor ve yüksek sesle boru çalıyorlardı. Panikledim, nereye kaçacağımı bilemedim.

Tüm gücümle geri döndüm. Bu kadar hızlı koşabileceğimi ben bile bilmiyordum. Son anda soluma baktığımda sadece parlak bir ışık gördüm ve her şey dondu.

Ve o gün öldüm ben. Son olarak istemsizce kuyruğumu oynattığımı hatırlıyorum sadece ve bir de o sıcacık yastıklarda bir daha asla yatamayacağımı anladığımı…

Birkaç gün önce 8 Ağustos Dünya Kediler Günü'ydü.

Pek çoğumuz sevdiğimizden evimizdeki kedimizi paylaştık.

Fakat bazen evlerimizde beslediğimiz, canımız kadar sevdiğimiz kedileri ile sokaklardaki kedi ve köpeklerin aynı olduğunu göz ardı ediyoruz.

Onların da korktuğunu, üşüdüğünü, susadığını, acıktığını, yalnızlık hissettiğini ve en önemlisi yaşadığını unutuyoruz.

O yüzden belkide kediler gününü artık sokak hayvanları günü olarak kutlamalıyız.

Ve artık vicdanımızın bize söz geçirmesine izin vermeliyiz:

Kamu bütçelerinde barınaklar için kaynak ayırmalı, Kısırlat-Aşılat-Yaşat projelerine destek vermeli ve böylece en az bizim kadar yaşama hakkına sahip olan bu hayvanların sahiplenilmelidir.

Mesela ülkemizde,

  • Araç sigorta ücretlerinin 10,000’de 1’i,
  • veya devlet ihalelerinin 100,000’de 1’i,
  • veya benzin faturalarının 1,000,000’da 1’i,
  • veya üst düzey kamu yöneticileri, müsteşar, müdür, vekil, belediye başkanı, kaymakam, bakan ve başbakan maaşlarının 1000’de 1’i,

sokak hayvanları bütçesine aktarılabilir. İnanın bu maddelerden bir veya ikisi bu ülkedeki birçok masum canlının hayatını kurtarabilir.

Ve her yıl binlerce masum can, “bugün öldüm ben” diyerek bu hayata gözlerini yummak zorunda kalmaz.