Bugünlerde aklıma Rodin’in “Düşünen Adam” heykeli geliyor, sebepsiz yere!

Aslı Murat

Omuzlarımızdaki yük her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Sabahları yorgun uyanıyor birçoğumuz. Özellikle asgari koşullarda hayatını idame ettirmeye çalışan kesimler; bırakın geleceği, yarını kurabilmek için ihtiyaç duyulan maddi güçten ve umuttan yoksun. İktidarsız hükümet asgari ücreti bile belirleyemiyor. Piyasa koşulları ise kontrol edilmiyor. Önü alınamayan pahalılık, gırtlaktan geçen lokmaların tek tek sayılmasına neden oluyor.

Geçmişte tatlı bir heyecan gibi yaşanan süreçlerin hemen hemen hepsi, tedirginlik ve korku dolu. Kendi çocukluğunuzu, okula başlama rutinlerinizi, doğum günü kutlamanızı, düğününüzü, tüm yıl çalışma sonucunda hak ettiğiniz tatilinizi ve daha nice sosyal paylaşımlarınızı nasıl yaşadığınızı hatırlayın. Şimdiki deneyime bakıldığında, geçmişten eser yok. Tabi ki hayat durmadı ve tüm sayılan aktiviteler devam ediyor ama bir tarafı eksik.

***

Pandeminin ülkemizde tespit edilmeye başladığı 2020 yılının Mart ayının ardından, toplum olarak farklı konuları konuşmaya başladığımızı anımsıyorum. “Normal hayat” neydi, “yeni normale” alışmak nasıl olacaktı, insanlığın doğadan kopuşu ve onu sömürmesi sonucunda gerçekleşen felaketler gibi konuları gündemimize aldık. Ufacık bir aydınlanma yaşandıysa da tüketim alışkanlıklarımızın esaretinden kurtulmamız mümkün olmadı. Tabi ki buna paralel olarak, hâlâ varlığını sürdüren komplo teorileri de üretildi.

Tüm dünyada, sağlık yanında diğer alanlarda da felaketler, cehennem azabı gibi kendini göstermeye başladı. Rant uğruna yolu tıkanan ve zamanı gelince akan sulara kapıldı insan bedenleri, haftalarca ateşler içinde kaldı dünyanın dört bir tarafındaki ormanlar. Kendi yarattığı küçük dünyasının efendisi olduğunu zanneden zihniyetler, yangınları “terörist saldırı” diye tanımladı. Bu akılsızlığa inat eder gibi, Türkiye’nin doğusunda Dersim yandı. Doğa, gerçekleşen ekolojik yıkımı, milliyetçilik nedeniyle köpüren cahilliğe öğretmeye çalıştı. Ama bir kere gömüldü mü kafalar toprağın altına, çıkarmak çok kolay olmadı.

***

Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde de ateş aldı ciğerlerimiz. Lüks villalara ev sahipliği yapılmak istendi dağlarımız. Tabi ki bunun vebali sadece şimdiki idarecilerin boynunda değil. Dünden bugüne sirayet eden bir vurdumduymazlık örneği. Son olarak, uğruna savaşlar çıkarılan petrol sızdı güzelim Akdeniz’e. Kıbrıs kıyılarından uzaklaşınca, derin bir nefes aldı kimi dünyasız yürekler. Hâlbuki o zehir sızdı, gözümüzden bile sakınmamız gereken denizlerimize. Orada yaşayan canlılar karanlığa gömüldü. Ama biz ne yaptık? Keyif aldığımız sahillerimizin kirlenmeyecek olma ihtimaline sevindik! “Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça”…

***

Henüz sonbaharın girişindeyiz ama politik manada kara bulutların iyice yerleştiği bir dönemden geçiyoruz. Açıkçası yarın bir seçim olursa, bu durumun değişebileceğine pek inanmıyorum. Bugüne kadar denenen muhalefet anlayışını aşan stratejilere ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Seçim ile temizlenmeyecek bir bataklığa saplanmış durumdayız. “İstifa edin” demek yeterli değil. Toplumsal algıya dönük çalışmalar yapmadığımız, daha fazla dayanışma sergilemediğimiz ve KKTC gerçekliğini aşan politikalar ortaya koymadığımız sürece, kaybetmeye devam edeceğiz.