Cumhurbaşkanı Tatar meclisteki törensel açılışın ardından meclisten ayrılırken gazetecilere yaptığı açıklamada “BM Genel Sekreteri birtakım gelişmelere bağlı olarak gayrı resmi ve ajandanın olmadığı bir ortamda üçlü görüşmenin herkesin faydasına olacağını ifade etti. Buna ‘hayır’ diyemezdim, evet dedim” dedi.
Tatar’ın bu ifadesi aslında her şeyi açıklıyor. Tatar seçtirildiği günden bu yana olduğu gibi bütün diyalog kapılarını kapatmak istiyordu. Genel sekreterin özel temsilcisi Holguin’in müzakere zemini oluşturma çabalarını sabote ettiği gibi Guterres’in liderleri bir araya getirme çabalarını da sabote etmek istiyordu ama yapamadı.
Şimdi bütün uğraşları bu yemekte federal çözümün konuşulmayacağı, görüşülmeyeceği safsatasını servis etmektir. Hem Tatar, hem de dışişleri bakanı Tahsin Ertuğruloğlu bu yemekte “federasyon tartışılmayacak” açıklamaları yapıyor.
Peki BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs konusunda aldığı kararlar değişmeden, New York’ta BM genel merkezinde genel sekreterin davetiyle liderlerin katılacağı bir yemekte federasyondan başka bir şey konuşulması mümkün mü?
Genel sekreter Güvenlik Konseyi’nin çizdiği çerçevede görev yapar. Dolayısıyla GK yeni bir karar almadan başka bir şey konuşamaz. Üstelik bu masada olan Hristodulidis iki devlet çözümünü asla konuşmayacağını her fırsatta açıklıyor.
Bu durumda liderler daha yeni döndükleri New York’a yalnızca bir akşam yemeği için mi gidiyorlar?
Ben bunun sadece bir yemek olmadığını düşünüyorum. Üstelik Tatar’ın genel sekretere yaptığı 4+1 görüşme önerisi ortada dururken bunun yalnızca bir yemek olmadığı açıktır. Tatar bu öneriyi “anavatan Türkiye ile de istişare ederek” yaptığını da açıkladı.
Tatar henüz açıklamadı ama yemek davetine ‘hayır’ diyememesinin nedeni de Türkiye ile istişare etmesi, yani Türkiye’den bu daveti red etmemesi yönünde telkin gelmesidir.
Yemekte hangi yemeklerin olacağı bizi ilgilendirmez ama nelerin konuşulacağı, nasıl bir yol haritası çizileceği elbette bizim için çok önemlidir.
Türkiye son dönemlerde dış politikada ciddi bir U dönüşü yaptı. Erdoğan asla görüşmem dediği Mısır devlet başkanı Sisi’yi Ankara’da uçağın kapısında karşıladı.
Erdoğan’ın asla görüşmem dediği Suriye devlet başkanı Esad ile bugünlerde görüşmesi bekleniyor.
Bunların yanında AB ile üyelik müzakerelerine yeniden başlamak için Türk dışişleri çok ciddi bir çaba içindedir. Bu konuda Erdoğan’ın AB yetkililerine çağrıları biliniyor.
Türkiye’nin bir diğer önemli beklentisi de Doğu Akdeniz’de bulunan hidrokarbon yataklarından payına düşeni almaktır.
Bu konu çok ciddi ve acil çözüm bekliyor. Bu yatakları milyon dolarlar harcayarak keşfeden uluslararası petrol şirketleri artık bir an önce pazara ulaştırmak istiyorlar. Bunu da en ekonomik, en pratik ve en hızlı biçimde yani Türkiye üzerinden yapmak istiyorlar.
Orta-Doğuda genişleyerek süren İsrail saldırıları bölgeyi ciddi biçimde tehdit ediyor. Buna rağmen dünya bu acımasız savaşın ertesini şimdiden dizayn etmeye çalışıyor.
Kıbrıs adası da bu dizayn sürecinde önemli, hem de çok önemli bir coğrafyada bulunuyor.
Başta ABD olmak üzere büyük güçlerin bu yeni dizayn çalışmaları içinde Ersin beyin söylediği “egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüm” nakaratını dinleyen yoktur.
Bu olay bana 1990’lı yılların sonunda yaşadığımız süreci anımsattı. O dönemde Denktaş “Konfederasyon” demişti. Meclisten UBP-DP çoğunluğu ile konfederasyon kararı geçirilmişti. Denktaş “bundan sonra değil New York’a, Ortaköy’e bile gitmem” diyordu.
Denktaş o günlerde bir gece ansızın Kliridis’le bir akşam yemeğinde buluştu. Ardından da New York’a uçtu. Masada Konfederasyon değil, meşhur “Annan Planı” vardı.
O süreç bizi Nisan 2004 referandumuna kadar götürdü. Denktaş, UBP ile birlikte referandumda ‘Hayır’ saflarında idi. Ama Kıbrıs Türk halkı % 65 çoğunlukla ‘Evet’ dedi.
Maalesef Rum tarafı önceden kazandığı AB üyeliğine bir hafta sonra resmen başlayacağı için ‘Hayır’ dedi. Tek taraflı Evet ile çözüm gerçekleşmedi. Ama biz bu süreçte önemli deneyimler kazandık.
CTP’nin bugün ortaya koyduğu çözümün yol haritası bu tecrübelerin ışığında hazırlanmıştır diye düşünüyorum.