Asu Demircioğlu
asudemircioglu@hotmail.com
Yoooo hiç üzgün değilim. Niye üzüleyim. Hadi bakalım toplayın valizleri, ne duruyorsunuz. Alın yanınıza en değerli eşyalarınızı. Çünkü taşınmaya zamanınız bile kalmayabilir. Hazır olun gitmeye. İçim yanmıyor, hiç ağlamıyorum... Niye? Haberleri dinlemeniz ya da gazete başlıklarına bakmanız yeter anlamak için nedenleri. Her gün karşılaştığımız ‘’biz böyle değildik, bunlar yaşanmazdı eskiden buralarda ‘’ dedirten şeyler. Hepimizin içi yanıyor, hepimizin… Topluyorum anılarımı, yaşanmışlıklarımı, hayallerimi, geçmişimi, geleceğimi. Nereye? Kısmet… Aman panik yapmayın, savaş çıkmıyor. Bizi anılarımızdan koparan düşman değil. Biz! Evet, biziz, kendimiz…
Hangi olumsuzluk, hangi haber başlığıdır canımı bu kadar yakan. Beynimle kalbimi hırpalayan ve orada takılı kalan. “Canlarımızı kaybettiğimiz kazalar mı” diyorsunuzdur şimdi. Hani şeritlerinde, çemberlerinde, uyarı işaretlerinde hiç sorunumuz olmayan yollarımızda olan kazalar; hep sürücülerin suçlu olduğu. Hani kör karanlıkta yola çıkmak zorunda olan çocuklarımızı taşıyan şoförler hep suçlu; hani bizim ehliyetsiz çalıştırılan şoförlerimiz hiç yok ya. Dağ yolu gerçeğimiz yok bizim; hani kamyonların uçtuğu falan pırıl pırıl yollarımız var. “Aynı yolda üç kez araba uçmuş” diye yazıyordu geçen gün daha. Ama suçlu hep biziz. Bak uyarmışlar orda bir sorun var diye. Üç araba aynı yerden uçuyorsa aşağıya, gazeteler yazıyor herkes söylüyorsa, eeeee suç bizim tabii. Yavaş gideceksin o yolda, düşünerek. Uçmamak için açacaksın gözünü, kendi kendini koruyacaksın; “ne yapsam, nasıl arabayı kullansam da aşağıya uçmasam, yol bir garip” diye düşünerek süreceksin arabayı. Yoksa devlet ne yapsın güzelim yola. Hangi şerit nereye çıkar? Yol kimin? Üst geçitlerimizin süper olduğu mükemmel ışıklandırılmış yollarımız, yaya geçitlerimiz var ya, daha ne isteriz... Aman hemen uyaralım; aldanıp durmayın yaya geçitlerinde yol vermek için karşıdan geçmeye çalışanlara; yerleri o kadar mükemmel ki, arkadaki araçların size çarpması an meselesi. Yayaysanız da aldanıp adım atmayın sakın “yaya geçidi, nasıl olsa duracaklar” diye. Çünkü isteseler de duramazlar orda. Bak bileceksin bu memlekette bunları. Bir de kural yok derler. Kurallar var kardeşim, öğreneceksin. Mesela kurallardan ilki trafik ışıklarıdır. Renklerin anlamı farklıdır bizde; kırmızı, sarı, yeşil “hemen yetiş, geç”tir hepsinin anlamı. Bunları öğrenmek şart... İstanbul’dan gelenlerin bile “bizi geçtiniz bu trafikle, bu yollarla“ dedikleri şahane yollar. Geçmişiz onları. Daha ne isteriz. O yüzden “kazalardan bahsettiğimi sanmayın” dedim... Yok, aman yok, o da değil.
İş kazaları da değil anlatmak istediğim; yeterli tedbirler alınmadan, sigortasız, tehlikeli koşullarda çalıştırılanlar. Her gün “iş güvenliği yok” başlığıyla haberlerde yer alan insanlarımız, giden canlarımız da değil sözünü ettiğim. Evet bu konu da her gün gazetelerde ama, bu da değil...
Hani doktorlar öneriyorlar “kansere bu sebze, şu meyve iyi gelir” diye. Aman ha, sakın ola bu haberlere inanıp da adamızın en azından kuzey yarısında bunları yemeyin! Öyle “yararlıdır, sağlıklıdır; onun için yeşillik, meyve tüketeyim” diye paralamayın kendinizi. Bol ilaçlı, hormonlu sebzelerimizi tüketmeyin sakın! Olmayacaksanız da kanser olursunuz. Benden söylemesi... Bu da değil derdim, bilemediniz. Yemeyiz, olur biter...
Şşşşşşşt duyacaklar, aklınızın ucundan bile geçirmeyin. Hemen yanlış anlayıp benim başımı da derde sokmayın. Şimdi yani, aman siz de… Ne suçu var bu konularda gelen, geçen, giden, gelmeyi düşünen hükümetlerin, devlet büyüklerimizin; bakanlarımızın, müsteşarlarımızın; tek başına saatlerce kürsülerde boş salona konuşmak zorunda kalan saygın vekillerimizin. Sayamadıklarım kusura bakmasın, “kendini büyük gören herkesin” diyelim, gücendirmeyelim kimseyi. Zaten şimdi başları dertte bildiğiniz gibi. Eeee, koltuğu olan bırakmama, olmayan kapma peşinde. Seçim var seçim! Şaka değil. Kampta antremandalar; sandalye oyununa hazırlanmaktalar. Bakalım oyunun sonunda ne olacak. Biz devam edelim başlıklara bakmaya; kendimizi akladıktan sonra.
Aman canım bunlar ne ki; bu da değildi diyeceğim... Onu, şunu, bunu özelleştirecekler falan filan; bunlar da sorun değil. Batıralım, özelleştirelim ne olacak. Bak, bak, bak uçağımız uçacakmış havalarda! Varsın o da uçmasın; ne lüks bir düşünce bu şartlarda. İşte var getiren götüren dünyanın bir ucuna, sağolsun. Şımarıklık işte. Allah'a şükür batırdık, rahatladık; geçen gün bir tanıdığım hatırlattı, çoktan unuttuk bile, ama unutmamak lazım. Böyle şımarık düşüncelere, atılımlara gerek yok; sonra batırmak zorunda kalıyoruz kapatmak için. O daha zor, ama biz zoru başarırız her zaman...
Kıbrıs’ta anlaşma oldu, olacak! Aman, bir heyecan. Sanki şart. Amaç dert yaratmak. Bizde plan çokkkk; bunun A’sı var, B’si var, H’si var, Z’si var. Dert mi bunlar. Mal almış biri; hakkıydı, hakkı değildi, diğeri almadı, alamadı; ne olacak? Mallar ha onun, ha diğerinin; sonuçta hepsi bizim! Türk malı, Rum malı, bunun eşdeğeri var; tutanın elinde kalmış. Eeee kalır, ne olacak. O alamamış, diğeri almış; kapsaydın kardeşim zamanında. Gözünü açsaydın. Hakkıymış; gülerim buna. Alamamış, kapamamış zamanında; suçla başkalarını. Hep kıskançlık bunlar...
Haahaa... Bilemediniz, eğitim sandınız en büyük derdimi ve yanıldınız. Eğitim dert edilir mi hiç; işte gülerim buna. Çocuklar çok iyi hazırlanıyorlar gerçekten içinde bulunduğumuz hayat şartlarına. Okullar tam bir savaş alanı. Tabii, ağaç yaşken eğilir; alışsınlar savaş ortamlarına, her adımda savaş verecekler bu adanın yarısında. İyi planlanmış eğitim şart, daha ne istiyorsunuz, alın size planlı eğitim; başı gözü mü yarılır, kafasına tuğla mı düşer, dert mi yaaaaa! Ayrıca gerçekler var bu hayatta; fazla titizlik hastalık getirir mesela. Mikroba alışmalı yavrucuklar. İçinde hayvan ölüsü olan hastalıklı sulardan içsinler tabiiiii! Aşı bunlar. Alışırlar, hastalıklara karşı direnç kazanırlar. Öğretmen var mı, yok mu? Sınıflar kaç kişi? Eğitim ne durumda? Ne gereği var sorgulamaya; imdadımıza yetişen özel okullar var. Beğenmezseniz verirsiniz parayı; ne diye sorgulayalım. “Ben elimden geleni yaptım” demez mi insan gönül rahatlığıyla. Özel okullar çünkü mükemmel ya; ohhhh içimiz rahat...
Şaka yapıyorsunuz herhalde, dert etmem ben böyle küçük şeyleri. Olacak tabii, her yerde var; cinayetler, kundaklamalar, hırsızlıklar, uyuşturucu, intiharlar. Ne olacak? Bunlar hep heyecan hayatımızda. Yoksa ne sıkıcı olurdu hayat. Bir gün araba patlatırlar, bir gün birini bıçaklar… Ansızın pencereden tanımadığın biri sana bakıyor, o bakışta neler saklıysa... Özgür bir ülke burası, giren çıkan çok zaten, ne olacak ? Turist olarak girmiş ülkeye, vatandaş olmuş; nasılsa her gün bir sürü vatandaş olmayı başaran var. Olsun kardeşim, olsun! Bak, 10 yıldır bu ülkeye hizmet verenler, hakkı olanlar var; becerememiş, olamamış. Hak edene vermek lazım; bizi ileriye taşıyacak, her alanda geliştirecek, akıllı, becerikli vatandaşlara ihtiyaç var. Onlarla gelişecek, ülke onlarla ileri gidecek. Hakkını bekleyen bekliyor köşesinde hala. Yok, bu ülkede sırasını bekleyenlere yer, falan...
Bunlar mı sandınız ülkeme ağladığım büyük derdimi? Şimdi diyorsunuz ki; “bunları zaten biliyoruz, hiçbir şey değişmese de, her gün yazıyorlar gazeteler”. “Bir de ben yazayım” dedim demesine de, gevezelik yapmaktan esas konuya gelemedim. Gördüm ki, esas konuya gelene kadar daha çok başlık var önümde, vazgeçtim. “Halimiz mi kaldı sanki benim anlatmaya, sizin okumaya” diye düşünürken nedense Can Yücel’in dizeleri geldi aklıma...
“Benim halim memleketin hali
Üç gündür kabızım; dışarı çıkamıyorum
Ne geğiriyor, ne osura biliyorum
İçim gırtlağıma kadar bok ! “
Bunlar mı sandınız benim derdimi? Bunlar daha ne ki !!!