Henüz 10 yaşındaki çocuk o gece yatağa erken girdi. Ama uyuması kolay olmadı. Uzunca süre tavanı seyretti, sağına soluna dönüp durdu. Neden sonra dalar gibi oldu.
Karanlıklar içinde yapayalnızdı.
Annesini, babasını uzakta bir yerlerde görüyordu, ama onlar ona bakmıyorlardı.
Çok bağırdı, bir türlü sesini ulaştıramadı.
Zifiri karanlık içinde, bir taburede oturmuş, üzerine ışık vuran bir masadaki kağıda bakıyordu.
Kağıttaki yazılar ve rakamlar hareket ediyor, garip sesler çıkarıyor, kara bir gölge gibi sanki üzerine doğru geliyordu.
Giderek sesler dayanılmaz bir uğultuya benzemişti.
Boğuk bir ses "yapamazsın, başaramazsın, geçemezsin" diyor, ardına ekolu bir kahkaha patlatıyordu.
Bir başka ses "onlar seni geçecek, sen bir hiçsin" diyordu.
Masadan yüzüne doğru bir çift elin yaklaştığını gördü. Uzun tırnaklı, derisi çatlak eller geldi, boğazına yapıştı!
Çığlık atıp gözünü açtığında kan ter içindeydi.
Yatağın başında duran annesi ışığı açmış, kabus gören oğlunun ellerini tutarak "geçti yavrum" diyordu.
Annesine sarılan çocuk dakikalar boyunca hıçkırarak ağladı.
Annesi sürekli "geçti" diyordu ama geçmemişti.
Asıl kabus sabah başlayacaktı...
***
Yukarıda anlatılan hikaye ve benzerleri geçen hafta sonu yaklaşık 2 bin evde yaşananların kurgulanmış halidir sadece...
Kolej sınavlarının ilk basamağına giren ilkokul son sınıf öğrencilerinin hepsi kabus görmemiştir elbette...
Kimisi midesi bulanmış, kusmuştur.
Bazıları ishal olmuştur.
Karın ağrısı şikayeti olanlar vardır.
Derisi dökülenler, uykusuzluk problemi yaşayanlar, iştahı kesilenler, sinirli ya da içe kapanık davranışlar içine girenler olmuştur.
Hepsi stresten...
O yaştaki çocuklar, sırtlarına yüklenen sorumluluk ve ağırlığın altında ezim ezim olmuştur.
Ne için?
"İyi bir eğitim" mi dediniz?
***
Kimse kusura kalmasın ama böyle 'vahşi' bir seçme yöntemiyle ve bu yaştaki çocukların ruh halini düşünmeyen bir yaklaşımla yapılan işe 'eğitim' falan denmez!
Dense dense 'işkence' denir, 'ezgi' denir, 'fecaat' denir!
Hafta sonu 450 civarı kontenjan için 'yarış atı'na çevrilen çocuklar, çocukluklarının elinden alınması yetmezmiş gibi, amacı belli olmayan bir sisteme kurban ediliyor.
"Eğitimin amacı"nı ısrar ve inatla insan odaklı bir yerlere koymadıkça ve 'tek tip' insan yetiştirmekten vazgeçilmedikçe, bu toplum çocuklarını heba etmeyi sürdürecek demektir.
Çok açıktır: Kıbrıs'ın kuzeyindeki eğitim, paranın esiri olmuş durumdadır.
Bunda devletin rolü belirleyicidir.
Amma ve lakin ailelerin ve de dersane-özel ders sektörünün de 'suç oraklığı' aşikardır.
Aynı öğretmenin "Okulda öğretemediği bilgiyi özel derste nasıl öğretebildiği" sorusu basit, ama kritik bir sorudur.
Çocuğunu ille koleje, ille üniversiteye gönderme güdüsüyle pozisyon alan velilerin de neden buna koşullandıkları ve bundan vazgeçemedikleri üzerine gidilmesi gereken bir mevzudur.
İşin aile bütçesine getirdiği yük kısmını es geçsek bile, aileler ve öğretmenlerin sistemle işbirliği halinde çocuklara gece karabasan görecek kadar baskı uygulaması bir tarafa bırakılamaz.
***
Bu ülkede kolejlerle ilgili 20 yıl önce denenen, sonra bozulan, tekrar denenen, sonra yine iptal edilen uygulamalar oldu.
Kabul edelim ki, toplum bunu yeterince sahiplenmedi ve şimdi yeniden başa döndük.
Bu tartışmayı açmayalım.
Ama şunu açıkça tartışalım: Mevcut sistem tamam mıdır?
Eğitimden memnun muyuz?
Çocuklarımızın geleceğiyle ilgileniyoruz da, acaba bugün ne durumdadırlar bakıyor muyuz, görüyor muyuz?
"Komşunun çocuğu özel ders alıyor, yeğenciği kolej okudu, falan tanıdık dersaneye yazdırdı, okuldaki öğretmeni eve de gelsin dedi" diye 'mahalle baskısı'na kurban ettiğimiz bizim çocuklarımız, farkında mıyız?
Eğer bu sorulara yanıtımız 'tamam'sa toplum olarak, o zaman kabullendik demektir.
Neyi mi?
Uyuşturucu yaşının düşmesini..
Alkol kullanımının artmasını...
Psikolojik hastalıkların yaygınlaşmasını...
Ve daha pek çok ağır faturayı...
Bunun adı 'eğitim' değil çünkü...
Olmamalı!