KONUK YAZAR
İlksoy ASLIM
ailksoy@yahoo.com
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkan Yardımcısı Joe Biden Kıbrıs’a geldi. Birçok kişi şu soruya cevap bulmaya çalışıyor: ABD’nin en önemli ikinci adamı Kıbrıs gibi küçük ve “önemsiz” bir ülkeye neden geldi? Bu konu çok tartışılacak. Bu yazıda, elli iki yıl önce yine önemli bir kişinin, ABD Başkan Yardımcısı Lyndon B. Johnson’ın Kıbrıs’a yaptığı ziyaretin üzerindeki perdeyi aralamaya çalışacağız. Kaynağımız da ABD’nin kendi resmi belgeleri olacak.
Kıbrıs Cumhuriyetinin Kuruluşu ve ABD
1960 sistemi tasarlanırken ABD’nin önceliği Büyük Britanya, Türkiye ve Yunanistan’ı tatmin eden bir denge sisteminin kurulması olmuştu. Bu dengenin bozulmaması için ABD, yaşanabilecek muhtemel problemleri düşünerek 1960’ta Kıbrıs için bir Ulusal Güvenlik Belgesi hazırlamıştı. Buna göre ABD, esas sorumluluğu garantör ülkelere vererek politik istikrara sahip bir Kıbrıs yaratmayı hedeflemiş ve adanın komünizme karşı direnmesini sağlamaya çalışmıştı. Britanya’nın adadaki askeri tesisleri Batı’nın hizmetine açık olacak, ABD’nin Kıbrıs’taki dinleme tesisleri de sürekli ve engelsiz bir şekilde kullanılabilecekti. Kıbrıs’ın ekonomik gelişimi ve politik kurumları Batı modeline uygun olurken, Batı Avrupa ve garantör ülkeler Kıbrıs’ın ekonomik kalkınmasına katılacak, adanın Çin-Sovyet blokuyla üst düzeyde ekonomik ilişki kurmamasına çalışılacaktı.
ABD, komünizme karşı mücadelede komünist olmayan işçi sendikalarının güçlenmesine yardım ederken, komünist AKEL’in kapatılması için de gayret sarf edecekti. Kıbrıs’taki güvenlik servisleri komünist saldırganlığa karşı örgütlenirken, Kıbrıslılar Yunanistan, Türkiye ve Büyük Britanya’nın katkılarını talep etmeleri için cesaretlendirilecekti. Kısaca ABD, müttefikleriyle işbirliği içinde, yeni Cumhuriyet’i Batı dünyasının ihtiyaçları çerçevesinde politik, ekonomik ve güvenlik alanlarında örgütlemeyi hedeflemekteydi.
Makarios’la Görüşmeler
ABD, Kıbrıs’ta yaşanan problemlerin çözümüne yönelik doğrudan taraf olmayı istememekle birlikte, Cumhurbaşkanı Makarios’u Washington’a davet edip onurlandırmayı ve ikili ilişkileri geliştirmeyi kararlaştırdı. 5 Haziran 1962’te Makarios ile Washington’da görüşen Başkan John Kennedy, Batı dünyasından Kıbrıs’a yönelik yardımların süreceğini açıklarken, ABD dinleme tesislerinin Kıbrıs’taki varlığı nedeniyle Makarios’a teşekkür ediyordu. Sonrasında ABD Başkanı ağzından baklayı çıkardı ve Amerika’nın Sesi Radyosu (VOA) için adaya bir verici yerleştirilmesini istedi.
Washington’daki bu görüşme bir ısınma turuydu. Başkan Yardımcısı Johnson bölge temasları çerçevesinde 30-31 Ağustos 1962’de Kıbrıs’ı da ziyaret etti. Johnson görüşmede Kıbrıs ekonomisi üzerinde durduktan sonra dönemin ruhuna uygun olarak adaya yönelik komünist tehditler konusunda Makarios’u uyardı ve kendisine bir parti kurarak başına geçmesini önerdi.
Makarios ise kendi oyununu oynamaya kararlıydı. Kalkınma programını doğru bir çerçeveye oturttuklarını dile getirirken, herhangi bir Amerikan katkısını talep etmedi çünkü Washington’da istediği miktarı alamayacağını öğrenmişti. Johnson dünyada başarı kazanan komünist taktiklere karşı Makarios’u uyarmaya devam ediyordu. Buna karşı Makarios Kıbrıs’taki solu kontrolünde tuttuğuna ve ekonomik başarının komünistlerin gücünü azaltacağına inanıyordu. Johnson seçimle işbaşına gelmiş liderlerin komünistlerce devrildiğine dikkat çekip böylesi bir durumun dostlarının başına gelmesine üzüleceklerini söylediğinde Makarios, poziyonunun iyi olduğunu ve ileride sağ bir partinin kurulabileceğini söyledi. ABD’liler Amerika’nın Sesi Radyosu konusunda ısrarcıydılar. Johnson, radyonun Kıbrıs ekonomisine katkı sağlarken, dünyanın gerçekleri öğrenme ve tarafsız haber almasına da katkı yapacağını dile getirmekteydi. Makarios konunun Bakanlar Kurulu tarafından kısa sürede görüşülüp bir karara varılacağını vurguladı ama radyo istasyonunun Kıbrıs’ta kurulmasının ekonomik getirisinden çok bağlantısızlık politikası üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde durdu.
Makarios Birleşmiş Milletlerde (BM) Çin’in temsiliyeti konusunda ABD politikalarını destekledikleri müjdesini verirken, Kıbrıs’ın bağlantısız devletlerin “sağ kanadında” bulunduğunu hatırlattı. Bu durum ABD tarafından olumlu karşılanmalıydı çünkü Kıbrıs Batı blokunun sıradan bir üyesi olarak değil ama Bağlantısızlar içindeki “doğru pozisyonu” ile ABD’ye daha fazla yardımcı olabilirdi.
Müzakerelerde tarafların farklı pozisyonda olduğu ortadaydı. ABD, Makarios’u daha fazla Batı yanlısı pozisyon alması için telkinde bulunurken, Makarios ise, bağlantısızlık politikasına paralel, Batı ile de temaslarını devam ettirmeye dayanan ikili politikasını sürdürme eğilimindeydi.
Kıbrıslı Türk Liderlerle Toplantı
Rumlarla görüşen Johnson 31 Ağustos 1962’de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Küçük’ün ekibiyle biraraya geldi. Toplantıya Rauf Denktaş, Osman Örek, Niyazi Manyera, Fazıl Plümer ile Büyükelçiler Fraser Wilkins ve Robert Komer katıldı. Johnson komünizme karşı mücadelenin gereklerini anlattıktan sonra Küçük, sözü Örek ve Denktaş’a bıraktı.
Örek özellikle iki toplumlu Kıbrıs milleti kavramına yönelinmesi vurgusunu yaparken, Kıbrıslı Rumların Enosis hedefinden ayrılmadıklarını ifade etti. Örek, Anayasa’nın Cumhurbaşkanı Yardımcısına dış politikayı belirlemede önemli bir rol vermişken Makarios’un bunu önemsemeden “tarafsız bir dış politika” ve “bağlantısızlık” konularında açıklama yapmaya devam ettiğini söyleyerek ABD’den yardım talebinde bulundu.
Denktaş, Kıbrıslı Türklerin Johnson’un görüşlerine yüzde yüz katıldığını söyleyerek toplumlararası sorunun çözümünün Kıbrıs’ta komünizmin yayılmasının engellenmesi açısından önemli olduğunu vurguladı. Denktaş, komünistlerin Kıbrıslı Türklerin içine sızdığını kısa bir süre önce “şaşkınlık ve dehşet içinde keşfettiğini” ifade etti ve Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs’ta komünizmin yayılması önünde “en büyük engel” olduğunu söyledi. Denktaş, Kıbrıslı Türklerin haklarının kısıtlanılarak köşeye sıkıştırdıklarını, böyle bir bu durumda çaresizlik içerisinde verilebilecek bir tepkinin tahmin edilemez sonuçlara sebep olabileceğini anlattı. O’na göre zaman içinde iki toplumun tek bir Kıbrıslı toplum oluşturacaklarını, ancak o zamana kadar Kıbrıs’ın hükümet yapısının Yunanlıların hâkim olduğu merkezi bir rejim yerine iki toplumlu olmasını talep etti.
Başkan Yardımcısı, ABD’nin “Ruslar” gibi davranmadığını ve bağımsız devletlerin problemlerine kendi çözüm önerileri dayatmadıklarını ifade ederken, Kıbrıs Türklerinin sorunlarıyla ilgilenme sözü verdi ve “sizin gibi insanlar bizlerin dostlarıdır” diyerek sözlerini bitirdi. Denktaş da Başkan Yardımcısının ziyaretinin Kıbrıslı Türklere yeni bir soluk ve Cumhuriyet’in yaşaması için kararlılık duygusu verdiğini söyledi.
Sonuç
Görüldüğü gibi 1962’deki Lefkoşa toplantılarında Soğuk Savaş politikaları çerçevesinde hareket eden ABD ile kendi “milli” politikalarını Amerikan liderliğine kabul ettirmeye çalışan Kıbrıslıların “asimetrik bilek güreşine” tanıklık ettik. Aradan geçen yarım asırdan sonra niyeti “ciddi” olan ve “anavatanların” desteğini almış ABD’nin politikalarına karşı yerel liderlerin mevcut kıskaçtan (yeniden) çıkabilme becerilerinin olup olmadığını görmek için çok fazla beklemenin gerekmeyeceği inancındayım.